Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk.”
Victor Hugo
Dünya Bankası Yoksulluk ve Paylaşılan Refah Raporu’na göre dünyada en az 115 milyon kişi aşırı yoksulluk içinde yaşıyor ve 2021 sonu itibariyle 150 milyon kişinin derin yoksulluğa sürüklenebileceği öngörülüyor. Dünya Bankası’nın Türkiye Ekonomik İzleme Raporu’nda ise Türkiye’nin 2018-2020 yılları arasında yoksullaşan en az 3 milyon yeni yoksulu olduğu tahmin edilmişti. Aynı raporda görüldüğü üzere, Türkiye’nin 2020 yılında tespit edilen mutlak yoksulluk oranı (% 12,2) uzun süredir karşılaştığımız en yüksek seviyededir.
Doğrudan gelir desteği anlamında oldukça sınırlı kalsa da Türkiye’nin pandeminin ekonomik etkileri karşısında aldığı bazı önlemlerin (sosyal yardımlar, kısa çalışma ödeneği, tek seferlik nakit transferi vb.) bu seviyenin % 18’lere kadar çıkmasını engellediği söylenebilir. Yine de resmi istatistik kurumu TÜİK, 2020 yılında yayınladığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nda hem mutlak hem göreli yoksulluğun arttığını, ciddi maddi yoksunluk olarak tanımlanan “hanenin ve/veya kişilerin bazı kritik eşyalara sahip olmama ve bazı yapabilirlikten yoksun olma durumunun” 2020 yılında % 27,4’e çıktığını duyurmuştur.
Aynı araştırmada gelir eşitsizliğinin şiddetini ifade eden Gini Katsayıs’ının da arttığı belirtilmiştir. Türk-İş’in Haziran 2021’de yayınladığı rakamlara göre dört kişilik bir hanenin sağlıklı ve yeterli beslenmek için harcaması gereken tutar 2.865 TL; giyim, kira, ulaşım, eğitim, sağlık gibi zorunlu diğer harcamalarıyla birlikte cebinden çıkacak tutar 9.332 TL’dir.
Güncel asgari ücret tutarı düşünüldüğünde Türkiye’deki yoksulluğun gerçek boyutları çok daha rahat öngörülebilir.
Rakamlar ülkenin içinde bulunduğu yoksulluk sarmalını ve sosyo-ekonomik eşitsizlikleri gözler önüne serse de bir sosyal politika meselesi olarak yoksulluğu tüm yönleriyle görebilmek çok daha incelikli bir analiz gerektiriyor.
YOKSULLUK NASIL ÖLÇÜLÜR?
Yoksulluğu ölçmek için bugüne kadar pek çok farklı yaklaşım ortaya konmuş, bir dizi endeks ve göstergeler geliştirilmiştir. Yoksulluğu saptamanın en yaygın yolu gelir yoksulluğu hesaplamalarıdır ve bu hesaplamalar doğrudan gelir eşitsizliğine dair de fikir sunmaktadır.
Ancak, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) öncülük ettiği insani gelişim yaklaşımı ve yoksulluğu daha çok Amartya Sen’in “yapabilirlikler yaklaşımı” çerçevesinde tanımlayan yeni perspektif ile yoksulluğun gelir dışında pek çok yüzüne ışık tutulmuştur.
Bu perspektife göre, yoksulluğun haneye giren gelirin çok daha ötesinde görünümleri vardır ve insan hayatında nasıl yarıklar açtığını görmek için sayısal ifadeler yetersizdir. Yoksulluk her şeyden önce kişilerin yapabilirliklerini sınırlar, çoğu zaman alternatifsiz bırakır.
Türkiye’de insanların nerede ve nasıl yaşayacağına dair tercihte bulunma hakkı olsaydı yapabilirlikler anlamında yoksulluğun bu ülkede ne denli derin olduğu çok daha net görülebilirdi.
İSTANBUL’DA YOKSULLUĞUN FOTOĞRAFI
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren İstanbul Planlama Ajansı’nın sosyal yardım başvurusunda bulunan haneler ile yaptığı İstanbul’da kent yoksulluğu araştırmasına göre, hanelerin % 89’u tek bir kişinin getirdiği gelirle döndürülüyor. Eğer o kişi de pandemi sonrası işsiz kalmışsa bu kadar hane geçim bakımından alternatifsiz durumda demektir.
Hanelerin % 91,8’i nitelikli beslenme için haftalık et, tavuk ya da balık içeren yemeği karşılayabilecek durumda değil, % 94,3’ü eskimiş mobilyalarını değiştiremiyor, % 89,6’sı evini istediği kadar ısıtıp soğutamıyor, % 93’ü beklenmedik bir durum olursa 1.000 TL gibi bir tutarı dahi borçlanmadan ödeyebilecek durumda değil. Araştırmaya katılan hanelerde yaşayan kişilerin % 54’ünün sigorta kaydı yok, % 47’sinin düzenli geliri yok, % 37’sinin ise bir mesleği yok.
Böylesi bir kalıcı yoksulluk riski aynı zamanda büyük bir sosyal dışlanma potansiyeli taşıyor çünkü hayatta kalmak için alternatifi olmayan yoksullar ile varsıllar arasındaki uçurum giderek derinleştiğinde hem vatandaşlık rejimi büyük bir değişime uğruyor hem de kalıcı yoksulluk riski kişileri bulundukları duruma/sınıfa hapsediyor.
EKONOMİK KIRILGANLIĞI GİDERME VE AİLE DESTEKLERİ SİGORTASI
Avrupa 2020 Stratejisi’ne göre derin yoksulluk büyük bir kapsayıcılık problemidir ve yaratılan ekonomik kırılganlık ancak şu üç sosyal politika müdahalesi ile bertaraf edilebilir:
- Gelir Desteği,
- Ücretsiz Hizmetlere Erişim ve
- İşgücü Piyasasına Entegrasyon.
Bu bağlamda, Cumhuriyet Halk Partisi’nin evrensel temel gelir modelinden ilhamla önerdiği “Aile Destekleri Sigortası Programı” yoksulluğun temel ihtiyaçlardan yoksunluk olarak yaşanmasının önüne geçecek ufuk açıcı bir sosyal politikadır. Ancak, temel gelir politikasının kapsayıcı kamusal hizmetler ve insan onuruna yakışır işlere entegrasyon politikalarıyla birlikte savunulması Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin ilki olan “Yoksulluğa Son!” hedefinin gerçekleşmesi için son derece önemli.
Madem ki yoksulluk çok boyutlu yaşanıyor, yoksullukla mücadele de tüm boyutlarıyla savunulmalı ve bunu ancak siyaseti ekonomiden, ekonomiyi sosyolojiden, sosyolojiyi de hayattan kopuk görmeyen; yoksulluğun dinamiklerini katman katman açan; yoksul haneyi süzerek kadınıyla çocuğuyla genciyle yaşlısıyla engellisiyle işsiziyle gören; gördüğü her bir katmanı ayrı ayrı gündemine taşıyanlar gerçekleştirebilir! Bu yaklaşım, yoksullar için başlı başına bir alternatiftir ve hayat kurtarır.
Yoksulu ve dahi kamunun tüm eşit haklarına erişemeyen bireyleri önceleyen politikaları hayata geçirdikçe sosyal devleti ayağa kaldırmış olabiliriz. “Sosyal Devlet” kavramı ancak o zaman sadece bir süslü veya büyülü bir cümle olmaktan çıkabilir. İnsanlık tarihi kadar eski olan yoksulluk ile ancak bu şekilde mücadele edilebilir.
Sanılanın aksine yoksulun en çok ihtiyaç duyduğu şey ona verilen gıda veya aynı destekler değil “kapsayıcı, adil bir sosyal devlet” kavramıdır. Yardıma bağımlı yaşayan vatandaş kavramını hayatımızdan silmedikçe, yoksulu her anlamda güçlendirip O’nu o sarmaldan çıkarmadıkça bir fasit dairede döner durur bizim yoksulluğumuz…