Türkiye seçim sürecine girdi.
2018’in son döneminde iktidarın güç ve destek kaybetmesi, buna karşın muhalefetin canlanması dönemi başlamış ve “güç kaybeden iktidar-canlanan muhalefet denklemi” ortaya çıkmıştı.
Gelecek Partisi ve DEVA Partisi kurulmuş ve muhalefet alanı, Millet İttifakı ve HDP yanında bu partilerle daha da güçlenmişti.
Gelecek ve DEVA’nın kuruluşu, AK Parti’den, daha da önemlisi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden kopmayı da simgelediği için, sadece siyasi olarak değil, sembolik anlamda da önemliydi. Bu iki parti giderek önem kazandı ve yaklaşan seçimlerin kritik aktörleri konumuna geldiler.
2018’den bugüne geldiğimizde, belki de Türkiye siyasi tarihinde bir ilk olan gelişme ile karşılaştık: muhalefetin çok aktörlü bir niteliğe büründüğü; farklı partilerin bir araya gelip birlikte çalışabildikleri ve diyalog içinde hareket ettikleri bir “stratejik alana” dönüştüğü, ve böylece “muhalefet ekosistemi” dediğim yapının ortaya çıktığını görüyoruz.
Geçmişteki koalisyonlardan farklı bir yapı ve işleyiş tarzı içinde muhalefet, çok aktörlü olarak canlanıyor ve Türkiye’yi daha iyi yönetebilirim iddiasını taşıyor.
Muhalefet, Millet İttifakı ve kendi içlerinde iddialı olan ama merkezi konumda olan konular üzerinde birlikte çalışabilen partileri içeriyor. CHP, İYİ Parti, Saadet, Gelecek, DEVA, ve HDP, merkezi önem taşıyan “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ve “ekonomi de reform” v.b konularda birlikte çalışıyorlar ve önerilerini kamuyla paylaşıyorlar.
“Anti-Erdoğan”a indirgenmiş bir siyaset yapmak yerine, topluma inandırıcı söylemlerle, sistemsel, kurumsal ve yönetimsel değişim yapma iddiasıyla seçim kazanabilirim ve Türkiye’yi yönetebilirim diyen bir muhalefet ekosistemini gözlemliyoruz.
Muhalefet, bir eko sistem olarak canlanıyor, doğru ama seçimleri kazanmanın güçlü adayı konumuna gelmiş değil; en azından toplumsal destek noktası tam hangi aşamaya geldi, bilmiyoruz.
Hükümet zayıfladıkça, sorunlara çözüm bulamadıkça, ve toplumla bağları kopardıkça, muhalefet ekosistemi canlanıyor ve güçleniyor. Ama hala muhalefetin kendisinin atacağı adımlar, alacağı kararlar, ve söylem-eylem denkleminde netlik kazanması gereken konular var.
Sn. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme-hesaplaşma” çıkışı; ekonomi alanında yapılan eleştiriler ve çözüm önerileri; gündem belirleme kapasitesinin artması; gençlerle yaratıcı yöntemlerle diyaloga girme çabaları; Kanal İstanbul ya da İstanbul Sözleşmesi’nde çıkma üzerine yapılan haklı eleştiriler; hatta, iktidar kanadının %50+1 tartışmasını yeniden canlandırması ve Sn. Erdoğan’ın, “muhalefet kazanırsa kaos çıkar” v.b çıkışları, hepsi, muhalefetin seçimleri kazanma olasılığının arttığını bize söylüyor.
3 Kasım 2002’den bugüne ilk defa Sn. Erdoğan ve AK Parti seçimleri kaybedebilir düşüncesi, sadece kamusal ve muhalefet alanında değil, iktidar bloğu içinde de konuşuluyor, seslendiriliyor.
İKTİDAR VE SİSTEM DEĞİŞKLİĞİ AYNI ANDA
Tüm bu bağlam içinde, ülkenin geleceğini belirleyecek iki önemli gelişme paralel ve bağlantılı süreçler olarak ve birlikte yaşanmaya başlandı.
Birincisi, yukarıda açıkladığım gibi, ilk defa muhalefetin kazanma şansının giderek arttığı seçim sürecini yaşıyoruz. “Erdoğan ve AK Parti İktidarı Dönemi” bitiyor mu sorusu ciddi bir olasılık olarak iktidar alanında bile tartışılıyor.
Nisan 2022, Kasım 2022, en geç haziran 2023’de Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerini erken ya da zamanında yapacağız.
Haziran 2023’de, zamanında sandığa gitsek bile, bir buçuk yıldan, çok hızlanmış hayatın ritmi içinde çok kısa bir zaman diliminden konuşuyoruz. Seçimler hızla yaklaşıyor.
İkincisi gelişme olarak da, son beş yıldır Türkiye’nin yönetimini şekillendiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bitmesi gerekliliği düşüncesinin AK Parti ve çevresi dahil olmak toplumun farklı kesimleri içinde güçlenmesini ve yaygınlaşmasını görüyoruz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bitiyor mu; Erdoğan ve AK Parti, hiç istemeseler de, bu sistemden vaz geçebilecekler mi? Yeni bir içerik ve anlayışla Parlamenter Sisteme mi dönüyoruz?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, işleyiş ve yönetim tarzıyla toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenmiyor; sistemin çok ciddi yönetim sorunları yarattığı üzerine uzlaşılıyor; ve artık yeni bir “parlamenter sisteme” geçiş gerekliliği AK Parti içinden bile tartışılıyor.
Erdoğan’a ve AK Parti’ye çok yakın yazarlar ve aktörler tarafından bile bu sistemin bitirilmesi gerekliliği artık sıklıkla yazılı ve görsel ortamlarda yazılmaya ve seslendirmeye başlandı.
Bu, aynı zamanda, muhalefetin tercih ettiği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem düşüncesinin de güçlenmesi anlamına geliyor.
Türkiye, 1990’ların zayıf koalisyonlar ve vesayet temelli parlamenter sistemine dönmeyecek, ama bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini de bitecek. İçerik, uygulama, anlayış temelinde yeni olan bir parlamenter sistem üzerinden Türkiye yönetilecek; bu düşüncenin giderek yaygınlaştığını ve güçlendiğini görüyoruz.
Yönetim sistemi değişikliği muhalefetin yaklaşan seçimleri kazanmak için verdiği en önemli sözlerden ve kazanma durumunda atacağı en önemli adımlardan biri konumuna gelmiş durumda.
İktidar ve Yönetim değişikliği olasılıklarının eş zamanlı çıktığı ve güçlendiği bir döneme girdik.
İktidar değişebilir.
Yönetim Sistemi değişebilir.
Bu ikisinin aynı anda tartışılması, yaşanması ve gerçekliğe dönüşmesinin ciddi bir olasılık olarak kabul edilmesi her zaman yaşanılabilecek bir şey değil.
Bu nedenle, yaklaşan seçimler gerçekten tarihi bir nitelik taşıyor.
"YENİ TÜRKİYE Mİ VAR OLANIN DEVAMI MI?"
Buna, 2023’de, Cumhuriyetin ve modernleşmenin yüzüncü yılını kutlayacağımızı ve ikinci yüzyıla gireceğimizi ekleyebiliriz.
Muhalefetin seçimleri kazanması, iktidar-yönetim sistemi değişikliği ekseni içinde “Yeni Türkiye’nin kurulması” söylemini de önemli kılıyor.
Eskinin vesayet odaklı ve zayıf koalisyonlu parlamenter sistemine dönülmeyeceği, yürütmeci başkanlık sisteminden çıkılacağı, yerine “Güçlü Parlamenter Sistem” adı altında yeni bir yönetim sistemine geçileceği fikri; ve bu fikir içinde 2002-2022/3 AK Parti iktidarı döneminin yeniyi yaratmadığı, aksine bir parantez olduğu saptaması üzerinden “İkinci Modernleşme”, “İkinci Yüzyıl”, “Yeni Türkiye” çağrıları yapılıyor.
Geleceği, eskiden ders alarak ve bugünün koşullarını doğru okuyarak kurma iddiası, seçimleri kazanmada muhalefetin temel iddialarından biri olacak.
Bu iddia, Cumhur İttifakı seçimleri kazanırsa ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi devam ederse, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu:
(a) “demokrasi, yönetim ve devlet” alanlarında yaşadığı “üçlü kriz”den çıkamayacağı;
(b) ciddi ekonomi, yıkıcı kutuplaşma, doğanın tahribatı, ve güvenlik sorunlarını çözemeyeceği; ve
(c) mutsuzluk ve güvensizlik duygularının toplum psikolojisinde devam edeceği savını da içinde taşıyor.
Cumhur İttifakı, var olanın devamını istiyor; Muhalefetse, değişimi ve yeninin kurulmasını vaat ediyor.
Bu da, seçimlere sembolik bir önem kazandırıyor.
İktidar-Yönetim Sistemi-Türkiye’nin Hikayesi: var olanın devamı mı, değişim mi; demokratik geri dönüş mümkün mü; helalleşme-hesaplaşma yıkıcı kutuplaşma sorununu çözebilir mi; muhalefet ekonomiyi düzlüğe çıkarabilir mi, v.b soruları tartışacağımız bir döneme girdik.
Gerçekten, yaklaşan seçimler tarihi önem taşıyor. Türkiye seçmeni her zamanki gibi doğru kararı ve mesajı verecektir.