Tarihi Bilkent Deklarasyonu' diye anılan ve altı muhalefet partisi genel başkanının 'Yarının Türkiye'si için... Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem' başlığıyla 28 Şubatta yayımlanan, ertesi gün güncellenen metni inceledim. Bu konudaki görüşlerimi aşağıda sunmayı ülkeme karşı yerine getirilmesi gereken bir borç olarak görmekteyim.
DİL VE HUKUK KAVRAMLARI/TERİMLERİ
Her şeyden önce metin kutlanası bir Türkçe ve özenle yazılmış. Keşke Fransızca “déclaration” yerine “bildiri” denseydi de Türkçe matematik terimlerini Türkçeleştirip yayımlayan, T. D. Kurumunu kuran Atatürk’ün ruhu da incinmeseydi.
7151 sözcükten oluşan metinde hukukçu olarak ilk dikkatimi çeken noktalardan birincisi kullanılan hukuk dilidir.
Hukuk, eski Roma’dan bu yana duyarlı kavramlarını, terim dilini geliştirerek gelen bir bilim dalıdır. Bu kavramların içerik ve sınırlarını özümseyerek bilinçli kullanmak zorunludur.
Hukukta kavram dilinin, hukuk terimcesinin (terminoloji) önemini belirtmek için yargılama erkinde (doğrusu kuvvet değil, erktir) yaşanan kimi örnekleri vermek isterim.
1926/765 sayılı Eski Türk Ceza Yasası’nın (ETYC) 188/3, 455, 459’uncu; 6123 sayılı Yasa ile değiştirilmeden önce 480 ve 482’nci maddelerinde geçen “birkaç kimse”; 193/2’nci maddesinde geçen “birçok kimseler” sözcükleri, Kaynak Yasa’da (m. 154, ayrıca 155/son, 157/2, 371, 375, 393 ve 395) “çok kişi” (più persone) olarak kaleme alınmıştır. 1930 tarihli İtalyan Ceza Yasası da (m. 339/1, 662, 589, 590, 594/son, 595/1) aynı doğrultudadır. Durum böyle iken bir çeviri olan ETCY’de bir hukuk terimi, dolayısıyla kavramı olmayan bu sözcükler, “birden çok”, “birkaç” ve “birçok” olarak çevrilmiş, yani bir örnek çevrilmemiştir. Bu çeviri üzerine söz konusu sözcükler, Kaynak Yasa’ya başvurularak anlamlandırılacak ve yorumlanacak yerde, ilkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (YCGK) 19.3.1949 tarih ve 4/84-82 sayılı kararında “birkaç”, üç, “birçok” ise en az dört olarak tanımlanmış; daha sonraki kararlarla da bu anlamlandırmalar süreklilik kazanmıştır. Bununla da kalınmamış, Yargıtayın bu yadırganası görüşü, 1953/6123 sayılı Yasa değişikliğinde TCY’nin yoklukta sövme ve hakaret suçlarını tanımlayan 480 ve 482’nci maddelerinde “birkaç kimseyle ihtilat eder” sözleri, “ikiden ziyade kimseyle ihtilat eder” biçiminde değiştirilerek yasalaştırılmıştır. Yanlışlıklar bulaşıcıdır. Nitekim bu yanlışlık, burada da kalmamış, 2004/5237 sayılı son TCY’nin 125’inci maddesine de “en az üç kişiyle ihtilat” biçiminde alınmıştır.
Bu gülünç yaklaşıma sıradan bir yanlışlık demek elbette çok güçtür. Bir sözcüğün yerine göre yapılan bu çevirisinin bir hukuk terimine ve kavramına dönüşmesi, kaba bir yanlışlık olmanın da ötesinde, yalnızca bağışlanamaz bir güldürü değil, aynı zamanda bir dram, bir ağlatıdır da.
Yoklukta hakaret suçunu yargılayan bir yargıcın, yaşını başını almış iki tanığın sanığın suçu işlediğine ilişkin tanıklıklarının ardından, tarafların anlamadıkları Osmanlı Türkçesiyle “ihtilat unsuru” oluşmadığı gerekçesiyle aklaması karşısında yakınanın neler kurguladığını ve yargıcı nasıl suçladığını varın siz düşünün!
Bir ABD’li öğrenci, üniversite öncesi öğrenimi sırasında evreni 72.000 sözcükle algılamaya başlamakta, onu Alman, Fransız, kısaca Avrupalı öğrenciler izlemektedir. Suudi Arabistan’da bu sayı 12.700’ dür. Ülkemizde ise, üniversite öncesi bir Türk öğrencinin karşılaştığı bu sayı, 6.000 sözcüğün altındadır. Yani Suudi Arabistan’lı öğrencinin yarısına bile ulaşılamamıştır. Bunun anlamı açıktır: Üniversite öğrencisi bir Türk çocuğu, evreni aynı düzeydeki ABD’li öğrencinin ancak on ikide birine, Suudi Arabistanlı öğrencinin ise yarısına ulaşabilen sözcüklerle, kavramlarla algılamakta, yorumlamaktadır.
Ana dilimize, Türkçemize sahip çıkıp sarılalım; onu varsıllaştıralım, “baybay”lı, “tenkyu”lu Türkilizceyi kovalım. Dünün Osmanlı Türkçesine özenerek ana dilimiz Türkçeyi küçümseyenlerin düştükleri tuzaklara, gülünçlüklere düşmeyelim. Ünlü dilcimiz Şemsettin Sâmi, bu türden yaratılan gülünç sözcüklerden birinin öyküsünü, türkülerimizde “balyemez” olarak geçen sözcükle ilgili olarak anlatır, ünlü sözlüğünde. Bu sözcük, bilindiği üzere, İtalyanca kaynaklıdır. “Ballamezza” sözcüğünden türetilen ve Kuzey İtalya’da bir kasabının adı olan “Balliemez” sözcüğünün halk dilindeki karşılığıdır. İşte bu kasabada üretilen eski bir silahın, top türünün adı, bizim halk diline, “balyemez” olarak geçmiştir. Merhum dilcimizin açıklamasına göre, bu sözcüğü, “Her şeyi Arapça veya Farsça bir kelime ile adlandırmayı sözde incelik sayan köhne yazarlardan biri tarafından ‘asel-i nemîhord’ (asel: bal, nemîhord: yemez) diye tercümesi meşhurdur.”1 Vaktiyle Alman düşünürü Novalis, “romanlar, demişti, tarihin yanlışlarından doğmuştur”. Bu tarihin içinde elbette yanlış yargılamalar da vardır.2 Şunu hiç unutmayalım. Hukuk, toplumsal barışı sağlayan çok önemli ve vazgeçilemez bir etkinliği düzenleyen ve, yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, kavramlar denizi çok zengin bilim dallarından biridir.
Kavramları özümsememiş biri, hukuk uygulaması yapamaz ve adalet dağıtamaz. Adalet dağıtmaya kalkışırsa pek çok Dreyfus davasının yaşanmasına yol açar.
Evet. Yukarıda sergilenen örneklerin ve yaşananların ışığında şu “sonuç” ve “tanı” ortaya çıkmaktadır: Türk hukuk uygulaması, Batı hukukunun kavramlarını, terimlerini iyi algılamadığı için uygulamada başarılı olamamıştır.
Bu sonuç ve tanıya, yalnızca ben ulaşmış değilim. Yirminci yüzyılın en büyük hukukçularından olan, eleştirilerini bile sesini yükseltmeden yumuşatarak dile getiren, “Yeni Toplumsal Savunma” öğretisi ders kitaplarında okutulan Marc Ancel’in ulaştığı yargı da böyledir: “Zanardelli Ceza Yasası, Türk uygulamasında kimi önemli yozlaşmalara uğramıştır.”3
Nitekim bizden neredeyse yüz yıl sonra Batı hukukunu alan Japonlar, Batı yasalarını, sözgelimi, Fransız Medeni Yasası’nı almadan önce Fransa’dan dönemin ünlü bilim insanlarını getirterek geleceğin hukukçularını yetiştirmişler; bu profesörler, fakültelerde hukukun temel kavram ve ilkelerinin içerik ve sınırlarını öğretmişlerdir. Japonlar, bunlarla da yetinmemişler, hukuk biliminin kendine özgü bir kavramlar dili olduğun ayrımına çok erken varmışlar, bu bilinçle Japoncada olmayan kimi kavramları olduğu gibi dillerine almışlar, kavramları yazıya dökmekte alfabeleri yetersiz kalınca da alfabelerine harf bile eklemişlerdir.4 Bilindiği gibi, bugün bizden çok sonra Batı yasalarını alan Japonya, hukuk uygulamasında örnek gösterilen çok başarılı bir ülkedir.
1- Şemsettin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî [Temel Türkçe Sözlük], İstanbul, 1985, s. 90.
2- Ayrıntılı bilgi için bkz. Floriot, René, Les erreurs judiciaires, Paris, 1968.
3- Ancel, Intérét et nécessité nouvelle de la recherche pénaliste comparative, Mélanges en l’honneur du Doyen Pierre Bouzat, Paris, 1980, s. 10.
4- Ayrıntılı bilgi için bkz. Bozkurt, Gülnihal, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, 1996. Ayrıca bkz. La réception du droit français au Japon, Revue internationale de droit comparée, Yosiyuki Noda, 1963, volume 15, numéro 3, 544-547.