Yaşar Kemal en önemli eseri İnce Memed’i “içinde başkaldırma kurduyla doğmuş insanın romanı” olarak tanımlamıştı. Büyük yazarımıza göre bu nedenle İnce Memed bir “mecbur adamdı”. Mecbur adam ifadesi edebiyatımız için geçerli olduğu kadar siyasi hayatımız için de geçerli. Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olmak ve cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi bu karanlıktan çıkarmak zorunda. Bu adaletsiz düzeni değiştirme “kurduyla doğmuş” birisi. Bu nedenle o da bir “mecbur adam” ve aday olup seçilmesi de bir “mecbur adam” öyküsü. Bu yazıda bir “mecbur adam” olarak Kılıçdaroğlu’nun adaylığını ve nasıl bir cumhurbaşkanı olacağını ele alacağım. Öncelikle yaklaşmakta olan seçimlerin neden önemli olduğuyla başlayalım.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ NEDEN ÖNEMLİ?
Türkiye olağanüstü hal şartlarında yapılan 2017 referandumuyla yeni bir ortama girdi. Unutmamak gerekir ki erken ya da zamanında yapılsın önümüzdeki seçimlerde bu yeni ortam oylanacak. Türkiye yapılacak seçimlerde adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen tek adam rejiminden çıkıp çıkmamayı oylayacak. Muhalefetin kazanması durumunda güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilecek. Erdoğanizm kazanırsa bu ucube sistem devam edecek. Özetle önümüzdeki seçimler aslında yeni bir halk oylaması anlamını taşıyor. Türkiye’nin tek adamlı başkanlıkla devam edip etmeyeceği oylanacak. İşte tam da bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçimi büyük önem taşıyor.
Bunun yanında CHP’liler için seçimleri önemli kılan bir konu daha var. 1950’de görevden ayrılmasının ardından İsmet İnönü’den sonra bir daha CHP’li bir politikacı devletin bir numaralı koltuğuna çıkamadı. 1950’den sonra hiçbir CHP’li cumhurbaşkanı olamadı. Bu seçimlerde CHP’liler için Tayyip Erdoğan’ın döneminin bitmesinin yanında, CHP genel başkanının cumhurbaşkanı olması ihtimali son derece heyecan yaratıcı bir gelişme olarak görülüyor ve bu 72 yıl sonra ilk defa oluyor.
SEÇİMLERE GİDEN YOL
Türk siyasal hayatında 2017 referandumu ile yeni bir ortam oluştu. 2017 öncesinde Türk siyasetinde etkili olan birçok ayrım çizgisi ve toplumsal bölünme vardı. Ekonomik görüşler, kültürel kimlikler, zihniyet dünyaları bakımından birçok farklılık siyasete tercüme ediliyordu. Bu nedenle de birden fazla bölünme hattı siyasi yaşamımıza şekil veriyordu.
Ancak 2017’den itibaren ikili bir siyaset manzarası ortaya çıktı. Bir tarafta 2017 anayasa değişikliği ile beraber ağırlaşan otoriterliğe tepki gösteren toplum kesimleri bir birliktelik oluşturdu. Diğer tarafta ise etnik ve dinsel milliyetçi bir söylem üzerinden otoriter yönetimi rasyonelleştirme gayreti Erdoğan’a bağlılık ekseninde ikinci bloğu yarattı. Böylece bahsi geçen ikilik Türk siyasetinde hakim hale geldi. Bu ikiliği ilk olarak 2017 referandumunda açıklıkla gördük. 2018 seçimleri bu ikiliği teyit etti. Ardından 2018 yazında kamuoyunun Rahip Brunson Krizi olarak bildiği ekonomik krizle Cumhur İttifakının desteğinde düşüş belirgin olmaya başladı. Yeni sistemin sorunları çözmekte başarısız olması ve Kılıçdaroğlu’nun başarılı ittifak stratejisi neticesinde 2019’da CHP’nin öncülüğünde demokratik muhalefet yerel seçimleri kazandı. 2020’de başlayan pandemi hem ekonomide hem toplumsal hayatta büyük olumsuzlukları beraberinde getirdi. 2021 yılının sonunda da yeni bir kur kriziyle Türkiye ekonomisindeki alt üst oluş açığa çıktı. Neredeyse 2018’den beri her yıl ülkede krizlerin yaşandığı bir ortamda Türkiye’nin hem ekonomik performansının hem demokratik işleyişinin hızla kötüye gittiği bir dönemi yaşadık. Sorunları çözmek iddiasıyla dayatılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin sorunun kaynağı olduğunu herkes açıklıkla gördü. Bu şartların da etkisiyle iktidar bloğunun desteği hızlı bir şekilde eridi. Demokrasiyi savunan muhalefetin hem bütünlüğü pekişti hem desteğinde ciddi bir artış meydana geldi. Ancak arka planda yaşanan bu siyasi dönüşüm kendiliğinden ortaya çıkmadı. Kemal Kılıçdaroğlu referandum kampanyası, Adalet Yürüyüşü, İyi Parti’nin seçimlere girmesini engelleme girişiminin boşa çıkarılması, Millet İttifakı’nın inşası, yerel seçim zaferi, Altılı Masa’nın kurulması, güçlendirilmiş parlamenter sistem iddiasının içinin doldurulması ve helalleşme çağrısıyla yeni bir kucaklaşma iddiası duraklarından geçerek demokrasi birlikteliğini aşamalı olarak inşa etti. Muhalefetin yaklaşan seçimlere güven içinde gitmesini de bu birliktelik sağladı.
KILIÇDAROĞLU NEDEN ADAY OLMALI?
Siyasal hayatımızın özellikle 2017 anayasa referandumundan başlayarak ikili bir ayrım hattı üzerine oturduğunu yukarıda belirtmiştik. Muhalefet ile iktidar arasındaki demokrasi taraftarlığı ve karşıtlığı eksenindeki siyasal bölünmede oy oranları bakımından 2018’den günümüze muhalefet lehine ciddi bir değişim yaşandı. Bu şartlarda muhalefetin seçimleri kazanması aslında bir sürpriz değil. Aksine muhalefetin seçimleri kaybetmesi bir sürpriz olacaktır. Bu sürpriz ancak demokrasi fikri etrafında bir araya gelmiş muhalefetin bütünlüğünün bozulmasıyla gerçekleşebilir. Yani bugün muhalefetteki siyasal partilerin aralarında görüş farklarının ortaya çıkması ve o farklar temelinde ayrılıkların pekişmesiyle muhalefetin bölünmesi durumunda ancak seçimler kaybedilebilir. Bu ihtimal dışarıda tutulduğunda demokrasi fikri etrafında birleşen muhalefet seçimleri kesin olarak kazanacaktır. İşte tam da bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu ismi devreye giriyor. Çünkü bu muhalefet birlikteliğini en etkili şekilde sağlayabilecek lider bu ittifakın mimarı olan Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Bu konuyu gerekçelerle biraz açalım. Birincisi şahsiyeti itibariyle Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı için en uygun adaydır. Kucaklayıcı, anlayışlı, ortak akla inanan bir tabiata sahiptir. Ayrıca cumhurbaşkanı seçilecek kişinin diğer siyasi liderlere güven verebilecek bir kimse olması ve adeta bir orkestra şefi gibi farklılıkları uyum içinde yönetebilmesi gerekiyor. Siyasal hayatımız doğal olarak toplumun çeşitliliği ve çoğulculuğunu da bünyesinde taşıyor. Bu nedenle yukarıda bir orkestra şefi olarak tanımladığım yeni cumhurbaşkanının kendini, hırslarını, içinden çıktığı toplum kesimlerini ya da mensubu olduğu partiyi değil Türkiye’yi düşünen bir kişi olması gerekiyor. Farklı sesleri uyum içinde yönetmesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu bu özellikleri kişiliğinde barındırıyor. Erdoğan’ın bütün topluma bir deli gömleği giydiren buyurucu liderliğinin karşısında Kılıçdaroğlu ortak aklı işleten dönüştürücü bir liderlik performansı ortaya koyuyor. Hem partisini hem demokrasi birlikteliğini çoğunluk adına konuşabilecek bir dönüşümün içine sokuyor.
Seçimleri kazanmak için demokrasi birlikteliğinin muhafazasının ve pekişmesinin kritik önemini belirtmiştim. Bu kapsamda unutmamak gerekir ki demokrasi birlikteliğini özellikle Adalet Yürüyüşünden başlayarak aşama aşama Kılıçdaroğlu yarattı. İktidarın kurduğu baskı ortamında muhalefet kesimlerinin yalnız olmadığını ve bir araya gelerek etkili bir şekilde adalet ve demokrasiyi koruma mücadelesi yapabileceklerini Kılıçdaroğlu gösterdi. Yani hâli hazırda altı partinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan siyasi projenin mimarı Kılıçdaroğlu. Bu kapsamda Ak Parti’nin kutuplaşma politikaları ve otoriter yönetimi karşısında demokrasiye geçiş konusunda gerçekten inanılır, güvenilir bir yol haritası ortaya koydu.
Bunun yanında ülkemiz yıllardır bir ekonomik kriz ortamında bulunuyor. Kılıçdaroğlu siyasi hayatının başından beri yolsuzluklarla mücadele, ekonomik sorunlar, yoksulluğun ortadan kaldırılması başta olmak üzere sosyal politikaların merkezde olduğu bir söylemi savunduğu için iktidarın kısır siyasi çekişmelerle siyasi hayatımızı zehirleyen söylemini aşabilecek bir birikime sahip. Bu nedenle de Kılıçdaroğlu bulunduğumuz ekonomik kriz konjonktüründe en uygun aday olarak görülüyor. Edebiyatımızın yine bir “Kemal’ini” hatırlatmak istiyorum. Kemal Bilbaşar “toplumcu gerçekçi” edebiyat anlayışını “fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi” ifadesiyle tanımlamıştı. Siyasi hayatımızda da Kılıçdaroğlu savunduğu fikirler ve gündemi itibarıyla toplumcu, siyasal mücadele ve strateji bakımından da gerçekçi bir yol takip etti. Bilbaşar’ın “fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi” ifadesinden hareketle ekonomik sorunlara odaklanan, ahlaki ekonomi öneren ve ittifak stratejisini gözeten yaklaşımıyla Kılıçdaroğlu’nu “değerlerde toplumcu, siyasette gerçekçi” olarak nitelendirmek mümkün.
Bu gerekçelerin yanına bir konuyu daha eklemeliyim: muhalefet seçimleri kazanırken iki aşamalı bir taktik gözetmek durumunda. İlk aşamada yukarıda da belirttiğim demokrasi birlikteliğinin sürdürülmesi ve pekişmesi gerekiyor. İkinci aşamada ise seçmenler nezdinde Ak Parti döneminden sonra Türkiye’de iyi bir yönetim olacağı düşüncesinin hakim olması yer alıyor. Yani “Türkiye gerçekten değişecek”, “Ak Parti dönemi uygulamaları terk edilecek”, “yepyeni bir Türkiye ortaya çıkacak” düşüncesinin yaygınlık kazanması gerekiyor. Özetle seçmenler şu meselelerde gerçekten güven içinde olmalı: Türkiye seçimden sonra kaygan bir zemine girmeyecek, koşullar kötüye gitmeyecek, aksine ekonomide, dış politikada, demokratik işleyişte, eğitimde, toplumsal barışta yeni bir Türkiye ortaya çıkacak.
Bu aşamada seçmenlerin bu fikre sahip olmasının anlamı üzerinde düşünelim. İyi yönetilecek bir Türkiye, Ak Parti döneminde açığa çıkan devletteki çürümenin sona erdirilmesi demek. Kurumsal bir devlet işleyişinin, kurallara ve yasalara bağlı bir yönetimin kurulması demek. Bunun yanında ehliyet ve liyakat ilkelerinin devreye sokulması, şahsa bağlılık, kişiye sadakat gibi mevcut yönetim anlayışının çöpe atılması demek. Toplumun kaynaklarının usulsüz kamu alımları ve ihalelerle bir avuç çete mensubuna peşkeş çekilmemesi demek. Garibanın çocuğu yatağa aç girerken itibardan tasarruf edemeyenlerin aile boyu şaşaa ve debdebe içinde bir hayat sürmesine son vermek demek. Özetle devletin reorganize edilmesi ve sorunları çözebilmek için kurumsal devlet işleyişinin reaktive edilmesi bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. Devletteki mevcut çürüme ortamında bunu başarabilmek içinse devleti iyi tanımak gerekiyor. Devletin kurumsal işleyişini harekete geçirebilmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu uzun yıllar devlet hizmetinde bulunduğu, dürüst ve ehliyet sahibi kamu yöneticisi profilini temsil ettiği ve Türkiye’nin geleneksel devlet birikimini harekete geçirme imkanına sahip olduğu için seçimler sonrasında da en uygun cumhurbaşkanı olacak lider olarak öne çıkıyor. Özetle muhalefetin tek görevi seçimleri kazanmak değil. Seçimlerden sonra da Türkiye’nin kaygan bir zemine girmesine imkan vermeden, işleyen ve halka hesap veren bir yönetim kurmak gerekiyor. Seçimlerden sonra devlet organizasyonunu demokratik temelde yeniden yapılandırmak en az seçimleri kazanmak kadar büyük önem taşıyor. Kılıçdaroğlu 2020’de açıkladığı İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi ile bu hazırlığı fikri planda da oluşturduğunu bütün topluma gösterdi. Altılı Masa’da kabul edilen Yarının Türkiyesi: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem başlıklı doküman da bu hazırlığın muhalefet tarafından pekiştirildiğini ortaya koydu.
Kılıçdaroğlu yıllardır cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma iddiasını gündeme getiriyor. Yüzyıl önce Kuva-yi Milliyeciler işgal edilmiş bir ülkeyi bağımsızlığa taşıdılar. Ülkemiz bir daha işgale uğramasın diye modern ve güçlü bir devlet kurma mücadelesi verdiler. Yüzyıl sonra bugün devletimizi demokratikleştirmek görevi önümüzde duruyor. Hepimiz Cumhuriyete çok şeyler borçluyuz. Kılıçdaroğlu, Tunceli Nazımiye’nin Ballıca köyünde doğdu. Cumhuriyetin yurttaşlık anlayışının ürünü olan eğitim kurumları sayesinde bugünlere geldi. Bir memur çocuğu olarak devletin ekmeğiyle büyüdü. Şimdi o devleti yirmi birinci asrın gereklerine göre yeniden yapılandırmak ve demokratikleştirmek görevini yüklenmeye hazırlanıyor. Kemal isminin hakkını vermek de ayrı bir sorumluluk. Mustafa Kemal Atatürk çağlar değişse de fikrimize rehberlik edecek. Edebiyatımızın Kemalleri olmadan bütün renklerimizi kaybedeceğimizi biliyorum. Namık Kemal’i dışarıda bırakarak bir hürriyet mücadelesi tarihimiz olamaz. Orhan Kemal olmadan köyden kente göçen yığınlarımızın ızdırabını ve mücadelesini anlayamayız. Kemal Tahir olmadan mahpus damlarındaki Anadolu köylüsünün ve gerilimlerin pençesindeki Türk aydınının tarihi yazılamaz. Yaşar Kemal ve Kemal Bilbaşar’ın ise bu yazının ilham kaynağı olduğunu zaten dikkatli okurlarım anlamıştır.
SEÇİMLERE NASIL GİDİLMELİ?
Bütün bu değerlendirmeler çerçevesinde son bir konuyu açıklamak istiyorum. Türkiye’de yaklaşmakta olan seçimlerde Cumhurbaşkanlığı adayı konusunu dayatmacı bir yaklaşım içerisinde ele alamayız. Kılıçdaroğlu da kendisini aday olarak dayatacak bir lider değil. Aday tespiti için bir yönteme sahibiz. Altılı Masa adayımızı tespit edecek. Ancak unutmamak gerekir ki seçim sonrası için böylesine zorlu bir değişim projesini uygulamaya koymak çok kolay olmayacak. Ak Parti’nin kalıntılarının ve Ak Parti tarafından oluşturulmuş oligarşinin bu demokratik dönüşüme güçlü bir direnişi olacak. Bu direnişi aşmak ancak güçlü bir halk desteği ile mümkün. Bu destek de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem vizyonuyla bir araya gelen muhalefet tarafından sağlanacak. Altılı Masada yer alan bütün partiler için bu masayı oluşturmuş olan, ona liderlik eden ve onun en güçlü parçası olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanının aday olması en doğru yoldur. Çünkü böylelikle onların da gelecekte Türkiye’nin yönetimine en etkili şekilde katılmaları garanti altına alınmış olur. Ayrıca seçimden sonra Türkiye bir demokratik geçiş süreci yaşayacak. Bu geçiş sürecinde gerçekten kendini, kişisel hırslarını, kariyer hedeflerini düşünmeyeceği konusunda topluma güven verecek bir liderliğe ihtiyacımız var.
Tüm bu nedenlerle Türkiye Kılıçdaroğlu’na mecbur, Kılıçdaroğlu da bir “mecbur adam” olarak kazanmaya ve bu karanlığa son vermeye mecbur.