Dinin insanı eğiten vasfı gereği, insanların dinin yaşayan değerlerini içselleştirmeleri beklenmelidir. Bu beklenti sayesindedir ki, dinin insana yol gösteren sözel projeleri, onu yüklenen değerli karakterler üzerinden yaşayan değerlere dönüşebilecektir. Belki de örneklik bağlamında ele alınan her kişilik, yaşayan dindarlığın sağlıklı bir tercihinden ibarettir diyebiliriz. Buna uygun olan hem elçilerin yaşam tarzları ve hem de onların yakın dostlarının tercihleri hatta onları besleyen ilkesel tutumdan yol alan her kişinin, Yüce Rabb tarafından istenilen dindarlığın sağlıklı tercihinden ibaret oldukları daha yakından bilinmelidir.
İşbu söze örneklik eden Ömer Müslümanlığı, yaşayan değerlerin hayata tutunduğu pınarın diğer adıdır. Bu pınardan beslenen her irade, öncelikle adalet üzere iş yapmayı kendisine karakter edinecektir. İlgili karakterin değer üretebilmesi adına, öncelikli olarak sapere aude yani kendi aklınla düşünmeye cesaret etmeyi kalıcı değer hâline getirmesi lazımdır. Zira Sâdi Şirazî’nin de işaret ettiği gibi, iyi ve mutlu insan olmak için kimseyle yarışmayıp birileriyle de savaşmayan dingin bir karakterde olmak gereklidir. Bütün yarış, yaşayan örnekliklerden ders çıkarıp daha iyi insan olma adına güzellikleri hayata taşıma mücadelesinden ibaret olmalıdır.
Geleneğimizde, Ömer Müslümanlığı denilen şey, ilk önce kendi değerlerinin yılmaz savunucu olmak; akabinde ise, gerçeğe ulaştıktan sonra yeni değerler uğruna canından vaz geçebilme iradesinin ortaya konulmasıdır. Gerçek iman hâlinin gereği olan bu tercih, gerektiği durumlarda değişim ve dönüşümün hayat bulması anlamına gelmektedir. Bilinmelidir ki, geleneği din ve yaşam tarzı edinenlerin gelenek kadar kadîm ve aşılmaz sorunu olur. Oysa akıllı insanların geleneği bilme, anlama, yanlışını ayıklama, doğrusuna uyma vazifesi bulunmaktadır. Bunu yapmayan kişiler, dünden gelen her şeyi “hakikat” olarak görüp elde olanı ise “din” olarak kabul ederler.
Birey nezdinde muhteşem bir kabule dayanan Ömer Müslümanlığı, dün yaşanan değerlerin bugün de yaşanabileceğini göstermektedir. O nedenledir ki, dünün dünyasında Ömer’i ihya eden kalıcı değerlerin bugüne taşınarak biz Müslümanların şahsiyetlerini de inşa etmesi beklenmelidir. Zira yaşamsal olarak dünde kalmasına rağmen, ilkesel ve de örneklik bakımından bugünlere de ışık tutan Ömer Müslümanlığının sürgit yaşanabilir noktası olarak, kamu hukuku ve kamusal haklar bakımından kamu malı hassasiyeti noktasındaki direncidir diyebiliriz.
Müslüman zihnin dünü kutsayan asr-ı saadet tasavvurundan, bugünü iyileştiren yaşayan dindarlık sürecine geçmesi gerekmektedir. Bu adımı atabilme adına muhataplarını fırka-i nâciye ya da fırka-i dâlle şeklinde tanımlamaktan uzak durabilmeli hatta kişi ve olaylara daha sakince bakabilmeyi başarabilmelidir. Zira onun olası başarı adına, önce kendini hesaba çeken Ömer Müslümanlığının büyük bir şans olduğunu görebilme imkânı bulunmaktadır.
O yüzdendir ki, dün olduğu gibi hemen her devirde işin başını tutan siyasal erkin bu diskuru kürsülerden dile getirilmesine izin verdiği hâlde, günlük hayatta karşısına çıkarılmasından pek de hoşlanmadığını bilmek ve de eklemek durumundayız. Bu tespit açısından demek elzemdir ki, Ömer’in örnekliğini gündeme alan sunumları, bilindiği kadarıyla hem ilkesel, hem eylemsel ve hem de kazanım kökenli bir tavsiye değildir. Aksi durumda, işin başında siyasal ve kurumsal açıdan beklentisi olanların eleştirileri öne alınacaktır ve dahi alınmıştır.
Sağlıklı düşünmek ve yaşayan örnekliklerden faydalanma adına hem ilkesel ve hem de numune bazında pek çok katkının olduğu muhakkaktır. Bahsedilen iki alt yapının irade sahibi beşer için son derece faydalı hatta verimli olduğu kuşkusuzdur. Belki de yaşayan örnek olan insanların, hem dünün yaşayan bireylerinden örneklenip ve hem de yarının yoldaş edicilerine, kolaylıkla takip edilebilecek olan sağlıklı eğilimleri bırakma adına, son derece olumlu bir eyleme imza attıkları yakından takip edilebilir. Bu kazanımın hatta örneklenmenin, hem düşünen insana ve hem de dünden beslenmesi lazım olan kişiliklere sağlıklı tercih kümesini de tedarik ettiği ortadadır.
O nedenledir ki, Ömer Müslümanlığı denilen yaklaşımın, dünün robotik tekrarı değil, bugüne olan katkısı üzerinden yeniden ele alınıp, olan ve olması gereken konusunda oldukça huzurlu bir yaşam sürmemize de katkı sunabilecektir. Bu katkının hem bugün için ve hem de yarın için öncelikle beslenme ve ardından da örneklik üzerinden son derece faydalı unsurları taşıyabileceği unutulmamalıdır.
Temel yaklaşım olarak karakter tahlili ve dünden beslenme sürecinin oranı şeklinde seyredecek olan bu çalışma boyunca ele alacağımız esas konu, artık bütünüyle tarihsel kişiliğe dönüşmüş olan Hz. Ömer’i olduğu gibi günümüze taşımak değildir. Hem bunu yapmak istesek de yapamayacağımızın bilincindeyiz. O yüzden de, dün itibariyle arayış içinde olan Ömer’i besleyen şeylerin, bugün için benzer kazanımlara yakın duran sizi de besleyebileceğinden hareketle, adeta ilkesel yaklaşımların tebârüzü söz konusudur.
Bahsedilen pek çok nedenle uygundur ki, düşünen insan olarak yapmak istediğimiz asıl şey, içinde bulunduğu kültürün sorgusuz-sualsiz uygulayıcısı olarak kızını diri diri toprağa gömen Ömer’den, Dicle kıyısında kurdun kaptığı kuzuyu dert edinen Ömer’e nasıl ulaşıldığı gerçeğidir. Bunun için müşrik Ömer ile mü’min Ömer arasındaki farkları yakından görmek lazımdır. İslâm’ın insanı inşâ eden yapısı gereği, kendisinde bulunan değerli hasletleri yeni dinin eğitim formuyla birleştirince bataklıktan aydınlığa çıkan nice kişilik olduğunun farkındayız.
Hemen her devir ve ortamda İslâm’ın ihyâ ettiği kişisel devrimler bu şekilde cereyan etmiş gibidir. Yaşayan hayata ilkesel hatta evrimsel ve dahi devrimsel katkı sunan bu örnekliklerin de bizler için oldukça faydalı olacağı kuşkusuzdur. Onun genel tavrının yıllar sonra benzeri amaçlarla sahne alan Aliya İzzetbegoviç (1925-2003)’in dediği gibi olduğu kuşkusuzdur: “Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam, sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar.” İnsanlığın tek dini olan İslâm’ın adalet terazisinde yol alan insanı ortaya çıkarmak istediği asla unutulmamalıdır. Bu hedeften uzak duran kişilerin Müslüman olup olmamaları konusunda herhangi bir kazanım da olmayacaktır.
Bir de şunu eklemek lazımdır ki, bahsedilen örnekliği yaşam için hazırlarken teknik detaylarda boğulmanın diğer bir adı olan akademik yalnızlık seçeneğini değil, aksine olarak, halkın dilinden anlayan ve de yanında duran akademik sosyalleşme şıkkını hedef alarak meseleleri irdeledik diyebiliriz. Hepsinden de öte, Ömer Müslümanlığı olgusunun kürsülerde söylenen bir retorikten ibaret değil, hayata taşınabilecek bir pratik olduğunu ifade etmek istiyoruz.
İnsan ve toplumun daha iyi olmasını hedefe koyan bu örneklemden beklenen hâsılat, dün Ömer’i inşâ eden adalet ve ahlâk değerinin, bugün biz Müslümanları da inşâ edebilmesinin imkânına dairdir diyebiliriz. Bu imkânın hemen her kişi nezdinde kullanılabilir olması ise, tarihsel örnekliğin şahsiyet bazında kazanımı olacaktır demek, hemen herkes nezdinde son derece gerekli bir kabuldür.