Slavoj Zizek’in aktardığı Sovyet dönemindeki Erivan Radyosu hakkında anlatılan güzel bir fıkra var: Bir dinleyici sorar: “Rabinoviç’in piyangodan yeni bir araba kazandığı doğru mu?” Radyo sunucusu şu yanıtı verir: “Prensipte evet doğru, sadece bu yeni bir araba değil, eski bir bisikletti ve o kazanmadı, ondan çalınmıştı.” Resmi açıklamalarımızın niteliği maalesef uzun süredir bu şekilde. Resmi anlatı bize Rabinov’un kazandığı/kazanacağı yeni arabayı anlatıyor. Gerçeklikte ise Rabinoviç’in bırakın yeni araba kazanmasını elindekinden nasıl yoksun kaldığını deneyimliyoruz. Hesaplama mekaniğindeki oynamalarla yoksun bırakmanın manipüle edilmesini bir süredir yaşıyorduk. Son zamanlarda süreç özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’nin açıklamalarıyla başka bir boyuta geçti. Ekonomideki görünümü kabul edilebilir ölçülerde gösterme gayretleri yerini ne inkârı ne de kabulü mümkün olan bir gerçekliği başka bir anlam evreninin içine yerleştirmeye bıraktı. Geçenlerde dile gelen ve çokça da tartışılan “neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi ile daha fazla önem kazanmaktadır” ifadeleri bunun somut göstergelerindendi. Artık manipüle etmede çok farklı bir boyuta geçtik. Her sonucu, rakamı temize çeken ultra Orwellvari bir “yeni konuş dili” var. Gücünü belirsiz bir anlam evreninden, onun muğlaklığından, aklın ve mantığın sınırlarının ötesine taşan ve orada konumlanan yapısından alan bir dil.
Kamusal görünümümüz ve işleyişimiz postmodern bir cangılı andırıyor. Her şeyin giderinin olduğu bu kayıtsız, denetimsiz alan bizi yanlışa mahkûm etmekle kalmıyor aynı zamanda yanlışları gören, eleştiren ve onlara direnç gösteren bir dayanaktan da yoksun bırakıyor. Fetişist inkâr dönemindeyiz gerçekten. Ne yaptığımıza ne de söylediğimize inancımız var ama yapmakta olduğumuz şeyi yapmaktan da imtina etmiyoruz. Ekonomi alanındaki söylemin, sistemde, sistemin bileşenleri üzerinde etki, ikna gücü son derece düşük. Nihayetinde bütün bu anlatı, bu çözümleme uyumsuz, birbirini yanlışlayan bir çelişkiler yumağı olarak beliriyor. Söylem mimarisinin bileşeni olarak kullanılan setler arasında uyum yok. Gerekçeler, çözümlemeler, uygulamalar ve beklenen sonuç arasında bağlantı yok. Doğru şeyler söyleniyor alakasız hatta tam tersi sonuçlar doğuracak işlemler tesis ediliyor. Asgari ücretin arttırılmasından istihdama, üretimden orta gelir tuzağından kurtulmaya uzanan anlatı gayet iyi bildiğimiz vaatlerle geliyor. Dün bu vaatleri gerçekleştirmek için ihdas edilen politikalar bugün vaatlerin gerçekleşmeme gerekçesi olarak kötüleniyor. Çözüm olarak önümüze sürülen reçeteler ise kendilerinden beklenen performansı bir türlü gelmek bilmeyen bir gelecek zaman kipine bağlanmış durumda. “Şimdi uyuyun, 6 ay sonra uyanın. Çok farklı noktalara gideceğiz”, “önümüzdeki bir kaç aydan sonra her şey farklı olacak” ifadeleri yaşamın kendisi tarafından çürütüldükleri halde dile gelmeye devam ediliyorlar. Yukarıda da değindiğim üzere olanı sıra dışı şekilde sunmaya, savunmaya devam ediyoruz.
Sorgulamanın anlamsızlaştığı, mantıksal tutarsızlığa dikkat çekmenin kendisinin saçma hale geldiği aklın ve mantığın ötesinde bir sahadayız. Yeni ekonomi modeli olarak sunulan sisteme ilişkin yetkili ağızlar “yatırım, istihdam, üretim ve ihracat odaklı modelin temel amacı, uzun vadede orta gelir tuzağını aşmaktır” ifadelerini kullanıyorlar. Yeni modele geçişimizi ne tür bir iç aydınlanmaya borçlu olduğumuzu bilmiyoruz. Önceki modeli de yıllarca aynı ifadelerle sunduğumuz için alana ilişkin gerçeklerden, gerçekçi çözümlerden mi bahsediyoruz, duruma göre ikna olduğumuz bir ezberi mi tekrarlıyoruz yoksa pozisyonumuzu korumak için ihtiyaç duyduğumuz sözleri mi ileri sürüyoruz, izaha muhtaç. Problem uygulanan ekonomik yaklaşımdaysa niye daha önce onu uyguladık, problem bizdeyse kendimizi değiştirmek yerine programı niye değiştiriyoruz? Bakan Nebati “Türkiye Ekonomi Modelimizin temel amacı orta gelir tuzağını aşmaktır” diyor. Bugünün koşullarında orta gelir tuzağını aşmaktan bahsetmek için Türkiye’yle, Türkiye’nin gerçekleriyle bağınızın olmadığını itiraf etmektir. Dün orta gelirli olarak sayılan insanların kahir ekseriyeti asgari ücrete doğru sistematik şekilde süpürüldü. Bırakın yoksulluk sınırını açlık sınırında can çekişiyorlar. 2021 yılında devletten yardım alanların sayısı 27 milyondan fazla, Türkiye nüfusunun %32’si. 9 milyondan fazla emeklimiz var. Ki bunların çok büyük kısmının maaşı açlık sınırın altında. Durum bu iken dalga geçer gibi orta gelir tuzağını aşmaktan bahsediyorsanız ya ne dediğinizi bilmiyorsunuz veya aklımızla dalga geçiyorsunuz demektir. Alım gücü düştü, inanılmaz boyutlarda düşüyor. Türkiye’nin mevcut sosyal ekonomik gerçekliğini hükümetin iktidara geldiği 2002 yılı ile karşılaştırmak ise insanlara hakarettir. Türkiye 2002 yılı istatistikleriyle karşılaştırılarak durumunun iyi olduğu söyleniyorsa vay bu ülkenin haline. 2002 yılı verileri bu ülkenin ne kadar geliştiğinin ölçütü olarak kullanmak, kullanmakta bir problem görmemek başlı başına yaşadığımız krizin, başımıza gelen felaketin nasıl ölçü tanımaz boyutta olduğunun göstergesidir. Türkiye’nin en büyük krizlerinden birisinin ortaya çıkardığı enkazı bir ölçü birimine dönüştürmek en iyimser ifadeyle akıl tutulmasıdır. 2002 yılı gösterilerek bugünün nasıl da güzel, nasıl önemli olduğu söyleniyor. Şüphesiz Türkiye’nin mevcut sosyo-ekonomik koşulları taş devrine göre büyük ilerleme göstermiş sayılır, sayılmalıdır. Ancak meseleyi bir kandırmacaya indirgediğimizde, durum Erivan Radyosunda dile gelen şakaya benzeyebilir ancak. Çalışanlar kan kaybediyor, asgari ücrette hatta onun altında on milyonlarca insan yığılmış durumda.
Asgari ücret rakamı bugün açlık sınırının altında bir rakama denk geliyor. Resmi anlatı dünyanın geri kalanından pozitif ayrışmadan, orta gelir tuzağını aşmaktan bahsediyor. Krizin her gün biraz daha derinleştiği bir süreçte önümüzdeki Ocak ayında asgari ücrete büyük oranda zam yapılacağının müjdesi(!) veriliyor. Sanki geçen Ocak ayında verilen sıra dışı zammın akıbetinin ne olduğunu bilmiyormuşuz gibi. Bu şartlarda, hele hele gerçek rakamların işlemden geçirildiğini de dikkate aldığımızda, yapılacak bu tarz sözüm ona sıra dışı zamların bir anlamının olmayacağı Temmuz ayında tekrar yaptığımız ve bu gün itibariyle anlamsızlaşan zamdan anlaşılmaktadır. Üretim ve istihdam artıyor, iyiye doğru gidiyorsa, orta gelir tuzağını aşmaya doğru gidiyorsak o zaman bu halimiz ne? Durumumuz iyiyse bu nasıl asgari ücret? Hiçbir çalışanımızı krize ezdirmiyorsa açıklanan açlık sınırı, yoksulluk sınırı ile bu ülkenin yarısından fazlasının aldığı asgari ücreti birlikte nasıl değerlendireceğiz? Erivan Radyosu hakkında anlatılan fıkra ne anlatıyordu bize. Söylentiye göre Rabinoviç yeni bir araba kazanmıştı. Gel gör ki ortada araba yok. Daha da kötüsü kazanılan yeni arabadan bahsedilirken Rabinoviç’in eski bisikletinin buharlaşmış olması.