BÜLENT KUŞOĞLU
Türkiye’de siyasi akımları batılı ölçülerle tanımlamak oldukça zordur. Muhafazakarlık ise belki de en zor tanımlanabilecek, pragmatik bir düşünce akımıdır. Gerçekte düşünce akımı olmaktan ziyade her ülkeye göre farklılıklar gösteren bir genel tavırdır. Bizde ise muhafazakârlık İslamcılık, dindarlık, tutuculuk kavramlarının herkese göre farklı karışımlarıyla kullanılmasıdır. Aslında modernizime karşı görünse de modern bir akım olan ve her zeminde kendine has özellikler alan muhafazakarlık, bizde de Osmanlı’dan günümüze gelen süreç içerisinde oldukça farklılıklar göstermiştir. Osmanlı döneminde Avrupa’ya karşı dini tepkisel yönü ağır basan muhafazakâr düşünce, Cumhuriyet döneminde İslamcı, Osmanlıcı, liberal düşüncelerin etkisinde kalmıştır. Cumhuriyetin başlangıç yıllarında ağırlıklı olarak dini, biraz da romantik etkiler altında olduğunu söyleyebileceğimiz İslamcı muhafazakâr zihniyet, günümüzde çok daha bilinçli ve seviyeli bir düşünce akımı haline gelmektedir.
MUHAFAZAKÂRLIK VE GERİCİLİK KARIŞTIRILMAMALI
Osmanlı’nın çöküşü, Mondros ve Sevr koşulları nedeniyle zayıflayan İttihadı İslam düşüncesi sonrası padişah ve halife safında yer alan İslamcı muhafazakâr zihniyet, Anadolu’nun kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluş mücadelesine katılmamıştır. Yanlış bir anlaşıma meydan vermemek için hemen belirtelim ki muhafazakâr veya dindar Türk Milleti mücadeleye katılmıştır, burada bahsedilen siyasi anlamdaki İslamcı muhafazakâr zihniyettir.
Siyasal anlamda muhafazakâr zihniyet devlet inşa sürecinde ve sonrasında yapının dışında kalmış ve haklı-haksız sürekli olarak Cumhuriyet’e yönelik eleştirilerde bulunmuştur. Hatta bazen eleştirilerin dozu eleştiri hududunu da aşmış yıkıcı eylemlere dahi dönüşebilmiştir. Menemen olayı ve “Keşke Yunan kazansaydı” bu doz aşımının örnekleri olmakla birlikte İslamcı muhafazakâr zihniyetin çoğunluğuna mal edilemeyecek, çoğunluğun asla benimsemeyeceği birer eylem ve ifadedir. Aslında bu örnekler İslamcı muhafazakârlıktan ziyade gericilik örnekleridir ve bazen siyasetin gereği olarak çok yakın duruşları olmakla birlikte muhafazakârlık ve gericiliği de bir birine karıştırmamak gerekir.
Kurtuluş, kuruluş mücadelesinin ve sistemin dışında kalan muhafazakâr düşünce akımı, daha önce koalisyonlarla ulaştığı iktidara tek başına 2002 yılında ulaşmıştır. Bu durum İslamcı muhafazakârların başarısı olduğu kadar Cumhuriyetin ve Türk demokrasisinin de bir faziletidir. Cumhuriyetin kurumları bu İslamcı muhafazakâr dönemin özellikle son yıllarında çok hasar görmüş olsalar da sonuçta muhafazakâr zihniyetin demokrasinin en temel kurumlarından sandıkla gelip-gitmeyi benimsemesi veya benimsemiş görünmesi İslam dünyası ve Ortadoğu yönetimleri açısından çok önemli bir gelişmedir. Sonuçta sandıkla gelen muhafazakâr İslamcı bir zihniyetin yine sandıkla gitmesi, bir ilk olarak ve tüm İslam toplumları için örnek oluşturacaktır.
Diğer taraftan iktidar olmak, merkezde yer almak, genel olarak, İslamcı ya da mutedil tüm muhafazakâr camia bileşenlerinde tekçi anlayışı önemli ölçüde yok etmiş ve son dönemde İslamcı muhafazakârlığın dışındaki daha ılımlı ve demokratik farklı renklerin ortaya çıkmasını da hızlandırmıştır. Bugün kimse Erdoğan’ın otoriter muhafazakârlığı ile Davutoğlu, Karamollaoğlu veya Babacan’ın samimi demokratik muhafazakârlıklarının aynı olduğunu iddia edemez. Tüm siyasi düşünce akımlarında olduğu gibi kentleşme ve teknolojinin etkisi muhafazakârlarda da daha kentli, demokrat ve çağdaş yeni anlayışlar ortaya çıkarmıştır.
GELENEKÇİ DÜŞÜNCE İLE MUTEDİL MUHAFAZAKÂRLIK AYRIŞTI
Kanımızca geldiğimiz süreç sonunda gelenekçi İslamcı muhafazakâr düşünce ile Cumhuriyet ve demokrasinin temel ilkeleriyle uyumlu mutedil, makul ve mütedeyyin muhafazakârlık gözle görünür şekilde ayrışmıştır. İkinci grup akımın temsilcisi partiler henüz yeni olmakla birlikte inanıyoruz ki kısa zamanda ön plana çıkacaklardır. Bu noktada ‘Peki, madem öyle Erdoğan iktidarı neden demokrasimiz için büyük bir gelecek endişesi yaratıyor?’ diye sorulabilir. Bunu soranlara ‘Erdoğan iktidarı halen muhafazakâr mıdır?’ diye sormak ve Erdoğan mutedil muhafazakârları da gittikçe endişelendiriyor tespitini yapmak gerekir. Çünkü Erdoğan Yönetimi her geçen gün “Beyaz Türkler” söyleminde olduğu gibi toplumda kutuplaşmayı artırmakta ve yeni naslar icat ederek İslam’a zarar vermektedir. Bize göre Erdoğan iktidarının İslamcı muhafazakarlığı, mutedil muhafazakarlıktan uzaklaşarak artık otokratik yönetim anlayışını kamufle etmek için kullanılan bir araca dönüşmüştür. Erdoğan iktidarı muhafazakârlıktan daha fazla artık siyasi kutuplaştırma ve kutsal değerler mitini kullanan otokratik bir yapıdır.
İslamcı muhafazakârlığın demokratlaşarak farklılık kazanmasında gençlerin ve kadınların rolü ise ilk bakışta fark edilebilecek bir düzeydedir. Muhafazakâr kadınlar, Erdoğan yönetiminde kazandığı başörtüsü ile okuma hakkı ile yetinmekle kalmayıp, kazanımlarını iş hayatında ve sosyal yaşamda da devam ettirmeyi istemektedirler. Bu durum muhafazakârlıkta değişimden çok daha farklı anlam taşımaktadır. Gençler ise bağnaz yerellikten öte, küresel ölçekte etkileşim ve hoş görüye cesaret edebilmektedirler. Bu yönlerle İslamcı muhafazakârlığın tarihte belki de ilk olarak değişimci bir nitelik kazanmakta olduğunu söylemek de mümkündür. Görülen odur ki Erdoğan sonrası demokrasimizin itici güçlerinden biri de kesinlikle bu yeni gerçek anlamda muhafazakâr demokrat kuşak olacaktır. Sonuç olarak Türkiye’de siyasal İslamcı muhafazakârlık Erdoğan’ın toplumsal kutuplaştırma ve otokratik devlet oluşturma çabalarına karşın demokratik muhafazakârlığa Davutoğlu, Karamollaoğlu ve Babacan gibi liderlerle dönüşme eşiğindedir. O nedenle de Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Helalleşme’ söylemi demokrasimiz için tam zamanında, yerinde ve anlamlı bir çağrı olmuştur.