Soru şudur: İnsan, neden insan öldürür? İnsan; başkasıyla insani bağ kuran demektir. İnsan öldürmek, bağı koparmaktır. Biyolojik varlığı sürdürebilmek için başkasını öldürme yetisi insan dahil bütün canlıların beyinlerindeki amigdala ve hipokampüs bölümlerinde doğal içkin vardır. Yani doğal sistemde var olmak, öldürmekle mümkün oluyor. Canlılar, canlılarla beslenen çokhücreliler olduklarından birbirlerinin “avı ve avcısı” olmaları üzerinde “türiçi (homotipik)” ve “türdışı (heterotipik)” şeklinde sınıflanırlar. Canlılar, türdışı canlıları, avları olarak gördüklerinden öldürürler. Öldürerek bağlarını koparırlar, ama onları yiyerek yeni bağ kurarlar. Genelde türiçi canlılar, vücutlarını av olarak görmediklerinden birbirlerini öldürmezler, yani bağlarını koparmazlar. Avı olmadığı halde kendi türünü öldüren memeli grubu, insan vücudunun mensup olduğu primatlar sınıfıdır. İşte insan, bu vahşi animal primat öldürme içgüdüsünü insan öldürmede kullanıyor. Demek ki, insan öldüren kişi, istediği kadar olmadığını söylesin, fenomenolojik ve numenolojik olarak primat olduğunu ispat etmektedir. İnsan, insanı öldürmekle sadece bağını koparıyor, vücudunu yemediği için onunla yeni bağ kurmuyor. Peki o halde neden öldürüyor?
Doğada “insan” adında bir canlı türü mevcut değildir. Zaten “insan” “doğal-somut canlı” değil, insanlığın ürettiği “yapay-soyut cansız” bir varlıktır. İnsani yapı, doğal beynin “prefrontal korteks”ine insan tarafından dışarıdan monte edilen yapıdır. İnsan, doğalın tam zıddı fizik ötesi (meta-physis), insanlığın ürettiği insani değerleri içeren “beşeri epistemolojik antimadde idesel” yapıdır. Bir insan öldürüldüğünde vücudu değil, asıl insan olan bu yapı öldürülmüş oluyor. İnsani yapıda değil insan öldürmek, şiddetin hiçbir türlüsüne yer yoktur. İnsan; “hayvani (de animalis)” ve “insani (de hominis)” şeklinde iki doğa (naturale)dan oluşur. Hangisi egemen ise onu olur. Ama insanlığın, “insan” üretebilmesi için insandaki bu animal doğayı tümden yok etmesi gerekiyor. Elbette bu çok zor bir işlemdir. Çünkü “insan” denilen antimadde varlık, vücut denilen animal maddede meskundur. İnsanın, insan öldürüyor olması, hayvandan insana geçiş “araform insan” aşamasını yaşıyor olmasındandır. Felsefe “araform insanı”; “insangörünümlü (antropomorf)” ve “insanlaşmakta olan (antropofor)” insan terimleriyle ifade eder. Hayvanlık ve insanlık arasında iki arada bir derede kalmış “insan-hayvan” veya “hayvan-insan” olan “homo-animalus”tur. Animal “id kişiliği”, “hümünal “ego” ve “süperego” kişiliklerine galip geliyor. Bu animal-insan için önemli olan tek şey; yeme, dışkılama ve üremeden ibaret doğal “organik hayat (nuda vita)”tır. Bu animal avcı-toplayıcı hazırcı kişi, vücudunu yemediği halde, doğal ve yapay malı ve mülkü için insan öldürür. Güncel animal-araform insanın en bariz göstergesi, egzozu susturucusuz bağırtmaktır.
Hayvan-insan, sadece kendisini türiçi, diğer bütün insanları türdışı olarak görür. Onun nazarında insan değersizdir. O, insan vücudunun yemek için değil, mülkü için avcısıdır. Bu mülk, akraba dahil bütün insanların olabiliyor. Türdışılık; birbirinin canını, malını ve arazisini almayı meşru yapıyor. Din, mezhep, etnisite gibi yapay ve sanal bahanelerle türdışı yaparak insan öldüren kişi, hayvanlığına içlenmiş ve ona tutuklu kalmıştır. İnsan tam insanlaştığı zaman, insanı kendi türünden görecek ve türiçi öldürme sona erebilecektir. Araformda kalıp insanlaşamazsa hayvandan daha tehlikeli olmaktadır. Ayet: “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik,” (Tin, 4-5) ayeti, bu durumu ifade ediyordur. Psikiyatrinin “amok sendromu” dediği vahşilik durumuna felsefe, “homo ferus (vahşi insan) adını verir. “Homo ferus” kişi ve devlet, doğal durum (kata physin)da kalmış, insanlığın baş belası ve insanlaşmanın önündeki en büyük engeldir. İnsanlaşabilmek için 20 yaşına kadar eğitim kademelerinin hepsinde herkese insanlaştırılma eğitimi verilmelidir.
İnsanlık, aklı erdiğinden itibaren “tam insan (human)” üretmek amacıyla insanlara “insanlaştırma (hominizasyon)” işlemi uygulamaktadır. Antik çağda bunu, icat ettiği önce tanrı ve din, sonra “varlık (ontoloji) felsefesi”, ahlak ve hukuk gibi disiplinlerle yapmaya çalıştı. Bu alanda günümüze kadar her geçen gün yol almakta, fakat henüz onu üretememiştir.
İnsanlık, ancak milattan önceki son bin yılda felsefi düşünme yapabilmeye başlayarak o zamana kadar insanlıkta egemen olan “doğal karakter”den “insani karaktere” doğru zihinsel olarak “karakter sapması” doğurmuştur. Bu evreden itibaren bütün filozofların çabası, hayvandan insan üretmek olmasına rağmen henüz başarılamadı. Başarılamamasının temel nedeni, insanları, insanlığın düşünürleri olan kafa katmanının değil de, insanlaşamamış el-kol, ağız ve ayak katmanının yönetmesidir. İnsanların çoğunluğunun da, kendi düzeylerinin ilerisinde muamele beklemelerine rağmen ilerideki kafa katmanının değil, kendi düzeylerindeki yöneticilerin peşinden gitmeleridir. Bir diğer sebep, filozofların, “kardeş katlini” iman esası yapan dinlere ve bunu insaniliğe tercih eden “homo ferus” halk yığınlarına karşı olmalarıdır.
İnsanlık, filozofların üç bin yıllık mücadelesinin sonunda ancak MS. 1945 yılından itibaren savaşı yasaklaması ile dinlerin dahil geçmiş insanlığın meşru gördüğü başkasının ülkesini “fethetmeyi” ve “ganimet” adı altında malını yağmalamayı yasaklamış ve suç yapmıştır. İnsanlık, ancak 1948 yılında, Birleşmiş Milletler’in “Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi” ile henüz tam olmasa da, çağımızın ve şimdiye kadarın en gelişmiş “insan tanımı”nı yapabilmiştir. Artık sadece “insan” vardır. Geçmiş insanlık düşünmesinin ürünü; ırk, millet, etnisite, dış görünüş, sosyal tabaka, din, dil ve cinsiyet gibi herhangi bir dış ve yapay özelliğe dayalı “insan tanımına” son verilmiştir. Hiçbir insana, bu tanımlanan “insanlık” dışı muamele uygulanamaz. Kutsal kitapların meşru cezaları olan; el kesme gibi vücut bütünlüğünü bozmak, vücuda değnek vurmak gibi vücut dokunulmazlığını ihlal, idam cezası ile yaşam hakkını almak gibi “fiziksel cezalandırma (corporeal punishment)” çağımız insan tanımına aykırı görülerek yasaklandılar, hukuken suç yapıldılar.
Kutsal Kitapların “insan” tanımları, insan tanımının gelişimine paralel olarak renorme edilmelidirler. Onlar, geldikleri devirlerdeki insan tanımına indirgeyerek hukuki ve ahlaki düzenlemeler yapmışlardır. Geçmiş her norm, çağının düşünüş düzeyinin ürünüdür. Mesela; Semitik kutsal kitapların temeli Tevrat, o devirdeki insan tanımı normunu esas alarak, Adem’in çocukları Kabil’in, kardeşi Habil’i tanrı aşkına türiçi öldürmesi olan kardeş katli ile başlar. Aslında Sümer mitolojisindeki insan ürünü “Lahar-Aşnan” hikâyesinden alındığı tespit edilen bu tür İbraniyat hikayelerini yöneticiler, kendi halklarını sömürmede iman esası yaptılar. Tanrı kullanılarak teşvik edilen bu türiçi kardeş cinayetine inananlar şimdi dahi birbirlerini öldürüyorlar. Bu kişiler, haksız kazanç için aynı dine ve aileye mensup kişileri de öldürürler.
Renormasyon yapmadaki zihinsel iktidarsızlık nedeniyle; “içtihat kapısı kapandı”, “Tanrının Kelamı değişmez” gibi bahaneler kullanmak, Kutsal Kitaplara yapılan en büyük kötülüktür. Mesela; Kuran’ın Hz. Peygamber tarafından kitap yapılmaması, kitap yapılmasını emreden bir tane ayet ve Hadisin olmaması boşuna olmamalıdır. Bunun nedeninin ipuçları şu ayetlerde vardır: “Her dönemin bir kitabı vardır.” (Ra’d, 38) “Anlaşılsın diye Kuran’ı kolaylaştırdık.” (Kamer, 17) Yani Kuran, muhatap kitlenin dönemsel algı düzeyine indirgenmiştir. Bu işleme Felsefe, “indirgemecilik (reductionizm)” adını verir. Değil bir kaç bin yıl önceki, milyonlarca yıl sonraki insan akıl çapının ulaşacağı düzey dahi Allah’ın son düzeyine göre indirgemede kalacaktır. Kuran’ın: “Biz bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.” (Bakara, 106) şeklindeki “nesih” kurumunu iyi anlamak gerekir. Kuran, her şeyin daha iyisine doğru güncellenmeyi kapsayabilir (accomodation)dir. Güncel renormasyonu yapacak kişinin önce kendi beyin kondansatörünün bitini güncelleştirmesi şarttır. Düşük bite sahip algı kalıpları ile Kuran ve Allah adına konuşma cüretine soyunulmamalıdır. Kilobit kapasite, daha üst bit programları ve dosyaları okuyamaz.
“Dinsel toplumları ancak çağdaş düşünmeye ulaşmış ilahiyatçılar çağdaşlaştırabilirler.”
“En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaktır.”
İnsan öldürmeyi önlemek, amigdala ve hipokampüsü, beşeri düşünme işlemini yapan prefrontal korteksin yönetmesi ile mümkündür. İnsanlık, “insan türünü” ürettiği zaman, insanın tam insan olması sağlanacak ve insan öldürmesi son bulacaktır. İnsanlık doğa bilimlerini, doğal sistemi tanıyarak doğaya ve doğal malzemeye egemen olmak ve kendisinin üretmek istediği doğada bulunmayan insanı üretebilmek için yapıyor. İnsanlık hukuk, din, tanrı ve ahlak gibi faktörlerle üretemediği Felsefenin “üstinsan”, dinlerin “insan-ı kamil”, bilimin “ süperego” dediği “tam insan (human)” üretme hedefine, doğa bilimi yapmakla öğrendiği “GDO” bilimini, insanın amigdalasına uygulayarak ulaşacaktır.
İnsanlar; “anakronik” ve “diyakronik” olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar. Anakronik; içinde yaşadığı değil, geçmiş zamanda kalandır. Diyakronik; içinde yaşadığı zamanda olandır.
Var olmak isteyen kişi ve toplumlar, zihinleri (motorları)ni sürekli çağdaş yapmaları şarttır.
Dindarlık ve çağdaşlık, kaportada değil, motordadır. “Kerpiç malzeme ile plaza yapılamaz.”