Heves ve hayalle dış politika olmaz

Diplomat Aydın Sezgin, Taha Akyol’un sorularını cevapladı.

"Ukrayna savaşında Rusya’nın zaafları ortaya çıktı. Öncelikle, Rusya’da tek adam rejiminin ne denli sakıncalı olduğu, bunun doğru karar verme mekanizmalarını nasıl akamete uğratabildiği çok açık şekilde ortaya çıktı. Rejimin ideolojik dayanaklarının zafiyeti de belirginleşti."

"S-400’lerin şimdi adeta baş belasına dönüştüğünü iktidar da fark ediyor. S-400’lerin Türkiye’nin hava savunma ağının parçası olan NATO radar sistemine uyarlanması mümkün değil. Buna rağmen gidip S-400 alınca ortaklarınız nezdinde güven kaybına uğruyorsunuz."

"Hükümetin NATO’da İsveç ve Finlandiya’yı veto etmesi özü itibariyle doğru, usul itibariyle yanlış. Maalesef üsluptaki yanlışlık Türkiye’nin haklı savlarını sarstı. Son yıllardaki diplomasimizin ayırt edici özelliklerinden biri bu üslup ve yöntem hataları."

UKRAYNA SAVAŞINDA RUSYA’NIN ORTAYA ÇIKAN ZAAFLARI NE ÖLÇÜDE CİDDİ?

Rusya’nın ortaya çıkan zaafları çok ciddi. Bu büyük devleti ve halkını tanıyanların bildiği zaaflardı bunlar. Öncelikle, Rusya’da tek adam rejiminin ne denli sakıncalı olduğu, bunun doğru karar verme mekanizmalarını nasıl akamete uğratabildiği çok açık şekilde ortaya çıktı. Rejimin ideolojik dayanaklarının zafiyeti de belirginleşti.

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı tutumunu kadın cinayetlerinin arkasındaki ruh haliyle kıyaslıyorum. Putin’in geçtiğimiz Temmuz ayında yayınladığı, Ukrayna kimliğini inkar eden makalede ima ettiği gibi; sen bana aitsin, hatta bensin, ben olmak istemiyorsan, bana ait değilsen hiçsin, yok olmalısın.

Rus iç ve dış istihbaratı bir efsane haline getirilmiştir. Çok önemli yeteneklere sahip olduğu da doğrudur. Bu örgütlerin en rahat hareket edeceği, doğru bilgiye erişebileceği ülke Ukrayna’dır. Buna rağmen Ukraynalıların duyguları, düşünceleri, direnme azmi hesaba katılmamıştır. Bu da rejimin ve hakim ideolojinin zaafıdır.

Kremlin, Batı’nın tepkisini de ölçemedi. Savaş başlamadan önce televizyonlarda canlı yayınlanan Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında Batı’yla ilişkilere açık bir mizaca sahip olan eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan Medvedev, “Siz Batı’ya bakmayın, Gürcistan harekâtı sırasında da atıp tuttular, getirdikleri yaptırımların bir etkisi olmadı, sonra da kaldırdılar” gibi bir yorumda bulundu. Halbuki Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı aynı zamanda Batı’ya ve uluslararası düzene bir meydan okuma, demokratik rejimlerin yaygınlaşmasına itirazdır. Batı’nın bu defa farklı tepki vereceği beklenmeliydi.

Savunma sanayii ve nükleer sektör bir yana, Rus ekonomisi üreten bir ekonomi değildir. Çok değerli doğal kaynaklara ve iyi eğitimli nüfusuna rağmen zayıf bir ekonomidir ve bugünkü koşullarda bunun sıkıntıları yaşanmaya başlanmıştır. Ekonomik sorunlar zaman içinde daha da büyüyecektir.

TÜRKİYE’NİN NATO VETOSU

İSVEÇ VE FİNLANDİYA’NIN NATO ÜYELİĞİNİ TÜRKİYE’NİN VETO ETMESİNİ NASIL KARŞILADINIZ? ARTISI, EKSİSİ?

Bu soruya verilebilecek en kısa cevap özü itibariyle doğru, usul itibariyle yanlış şeklinde olacaktır. Maalesef üsluptaki yanlışlık Türkiye’nin haklı savlarını sarstı. Son yıllardaki diplomasimizin ayırt edici özelliklerinden biri bu üslup ve yöntem hataları. Bu da uluslararası ilişkilerimizde iç siyaset hesaplarıyla hareket etmekten veya düpedüz hoyratlıktan kaynaklanıyor. Biz, her iki ülkeyle yaşadığımız sorunları, diğer üye ülkelerle yaşadığımız benzer sorunları, hatta başka meselelerimizi, örneğin Kıbrıs’la ilgili bazı konuları NATO içinde sessiz diplomasi yoluyla müzakere edebilir ve beklentilerimize yakın sonuçlar alabilirdik. Bu aleni hamleyle Rusya’yla mücadele eden NATO’nun görüntüsü zayıflatılmıştır. NATO bizim dışımızda bir örgüt değil ki. NATO’nun zayıflaması Türkiye’nin de zararına. NATO ülkelerinin büyük çoğunluğu bu iki ülkenin katılımını tarihsel bir adım ve Rusya’nın meydan okumalarına karşı çok anlamlı bir hamle olarak görüyorlardı. Maalesef izlenen üslup NATO üyesi ülkelerin kamuoylarında Türkiye’ye hasım çevreler tarafından istismar edilmektedir.

SURİYE’DE ABD İLE SORUN

TÜRKİYE İLE ABD’NİN ARASININ AÇILMASINDA SURİYE SORUNU VE ABD’NİN PYD/YPG’YE DESTEĞİNİN ROLÜ?

ABD’nin PYD/YPG ile işbirliğini sürdürmesi Türkiye’nin önemli bir milli güvenlik önceliğinin kâle alınmaması, haklı endişelerine saygı gösterilmemesi anlamını taşır ki, bu kabul edilemezdir. ABD, PYD/YPG’nin terör örgütü PKK’nın bir uzantısı olduğunu gayet iyi bilmektedir. Ancak, Suriye krizinde Rusya’nın da ABD’nin de Suriye’de bulunuyor olmasında Türkiye’nin büyük sorumluluğu var. Bir de Suriye konusunda 2014’e kadar işbirliği yaptığımız ABD’nin PYD/YPG’ye yönelmesini niye engelleyemediğimiz de sorgulanmalı. Evet, Obama dış politikada birçok yanlış adım attı, ama bizim de Suriye’de savaş savaşkan kadrolar gerektirir anlayışıyla hiç de makbul olmayan bazı aşırıcı gruplarla işbirliği yaptığımız, IŞİD’e karşı özellikle 2014 Kobani/Ayn Al Arab hadisesi sırasında vaktinde tedbir almadığımız da bir gerçek.

İktidarın, Suriye politikasında ve genelde uluslararası ilişkilerde gösterdiği istikrarsızlık ve yarattığı güven eksikliği aleyhimize gelişmelere yol açıyor. Aslında, ABD ile ilişkilerimizde 2014’den önce de ciddi sorunlar vardı, bugün sorunlar artmış ve derinleşmiştir, PYD/YPG’ye verilen destek de en önemli sorundur.

S-400 BAŞ BELASI

HÜKÜMETİN S-400’LERİ ALMASI DOĞRU BİR DAVRANIŞ MIYDI? ETKİLERİ NE OLDU.

Kesinlikle yanlış bir karardı. Bunu İYİ Parti olarak defalarca tekrarladık, TBMM çatısı altında da gündeme getirdik, Hükümeti uyardık. S-400’lerin şimdi adeta baş belasına dönüştüğünü iktidar da fark ediyor. S-400’lerin Türkiye’nin hava savunma ağının parçası olan NATO radar sistemine uyarlanması mümkün değil. Yani, kullansak bile kapasitesinden tam olarak yararlanamayacağız. Bilhassa 2014’den beri NATO zirvelerinde bizim de onayımızla kabul edilen metinlerde Rusya bir tehdit olarak tanımlanıyor ve üyelerin Rus silah sistemleri temin etmemeleri kararı yer alıyor. Buna rağmen gidip S-400 alınca ortaklarınız nezdinde güven kaybına uğruyorsunuz. Ukrayna’ya saldırı bu tercihin yanlışlığını teyit etmiştir.

İktidar ABD’nin bize Patriot satmadığını, Avrupalıların SAMP/T sistemini vermediğini öne sürüyor. Bu doğru değildir. ABD Patriot’lar için teklifte bulundu, ama başta teknoloji transferi olmak üzere istediğimiz koşulları sağlamadı. Ben Sayın Milli Savunma Bakanına, ABD’nin Patriot teklifinde bize sağlanmayan hangi koşullar S-400 sözleşmesinde taahhüt edilmiştir diye sordum, cevap alamadım. Fransız/İtalyan ortak yapımı SAMP/T sistemi için ilgi firma bize orta ve uzun vadede ortak çalışma, sistemi müştereken geliştirme ve üretme öneriyordu. Hem Rus hem Türk tarafınca yapılan açıklamalara göre S-400’lerde teknoloji transferi ve ortak üretim öngörülmüyor. Muhtemelen operasyonel hale getirmeyeceğimiz S-400’ler nedeniyle F-35 projesinden dışlandık. Böylece, TSK savaş uçağı özellikleri ötesinde gerçek bir savaş platformundan yoksun kaldı, Milli Muharip Uçak projemize sağlanabilecek teknolojik girdileri feda ettik, milyarlarca Dolar tutarındaki “yedek parça” üretimi anlaşmalarını kaybettik.

İKTİDAR HUSUMETE DÖNÜŞTÜRDÜ

TÜRKİYE ABD VE AVRUPA İLE İLİŞKİLERİNİ, SORUNLARA RAĞMEN DAHA İYİ BİR DÜZEYDE YÜRÜTEBİLİR MİYDİ?

Şüphesiz yürütebilirdi. Evet, ABD de AB de Türkiye’ye karşı büyük yanlışlar yaptılar, vizyon hatalarına düştüler. Bunların hepsinin karşılığı verilebilirdi. Geçmişte de gerektiğinde ciddi misillemelerde bulunuldu. Ancak, o dönemlerde Türkiye dış politikasında savrulmalar yaşamıyordu. Ulusal çıkarlar neyi gerektiriyorsa o yapılıyor, alınan kararlar sonuna kadar uygulanıyordu. Dünyada ülkeler birbirleriyle rekabet halindedir. Müttefikseniz dahi aranızda rekabet vardır. Bu bir veridir. Bunu bilip kurallara göre hareket edersiniz. Mevcut iktidarda bu rekabeti husumete dönüştürme refleksi var. Gereksiz bir ‘sizin medeniyetiniz bizim medeniyetimiz’ didişmesi söz konusu.

Bir yandan da NATO uluslararası kimliğimizin parçası, AB üyeliği stratejik hedefimiz deniyor. Uygulamada ise bir aidiyet, bir kimlik sorunu yaşanıyor gibi ve uzun vadeli politikalar yerine transaksiyonel diye adlandırılan al-ver ilişkileri tercih ediliyor.

Bunda bir de dünyada ekonomik eksenin Doğu’ya doğru kaymasını hızla gerçekleşecek mukadder bir gelişme olarak görenlerin yarattığı iklimin de etkili olduğu anlaşılıyor. Sayın Cumhurbaşkanının ŞİÖ tutkusunu hatırlayalım. Elbette yeni gerçeklere uyum sağlayacağız ama bunun hesapsız kitapsız, heves ve hayallerle yapılmaması gerekiyor.

YUNAN, ABD VE ARAPLAR

TÜRKİYE DİPLOMASİDE YALNIZLAŞIRKEN YUNANİSTAN HEM BATI’YLA HEM ARAPLARLA YOĞUN İLİŞKİLER GELİŞTİRDİ. NE DERSİNİZ?

Yunanistan tarihinden kaynaklanan ciddi tortular yaşayan, uluslaşma aşamasında Türkiye korkusunu ve husumetini kültürünün parçası haline getirmiş bir ülke. Türkiye düşmanlığı iç politikada çok prim yapıyor. Atina bizim ABD ile aramızda oluşan soğukluğu tüm imkanlarını seferber ederek değerlendirdi. Hem bölge ülkeleriyle ilişkilerinde hem de ABD’yle ilişkilerini geliştirerek.

Dış politikasında attığı her adımda bir Türkiye hesabı yapan Atina’yı bizim de gerçekçi bir şekilde, olayları abartmadan izlememiz ve ona göre tedbir almamız gereklidir. ABD’ye sağladığı askeri üs ve tesisler hiç şüphesiz Yunanistan-ABD ilişkilerini kuvvetlendirmiştir. Mitçotakis’in ABD ziyareti bu ilişkileri daha da pekiştirmiştir. Ziyaret ABD Yönetimi’nin bizimle ilgili politikalarına tesir etmez, ancak Kongre’nin etkilenmiş olması mümkündür. İktidar Kongre’yle ilişkileri önemsiyorsa bazı tedbirler almalıdır. Mitçotakis’in belki yaklaşan seçimlerin tesiriyle şaşırtıcı ölçüde saldırgan tavrı ikili ilişkilerimizi gerginleştirmiştir.

ERDOĞAN’IN “BENİM İÇİN ARTIK MİTÇOTAKİS YOK” TEPKİSİ?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın Mitçotakis’e verdiği tepki ise hem yakışık almamıştır, hem de pek gerçekçi değildir. Tepkinin dili farklı olmalıydı. Yunanistan’la mevcut gerginliğin Atina tarafından sıcak çatışmaya dönüştürüleceğini sanmıyorum. Bununla beraber, aramızda bu kadar sorun olan bir ülkeye karşı özellikle Ege’deki kuvvet üstünlüğümüzün en titiz şekilde korunması gerekir. Üstünlüğümüz sürmekle birlikte Yunanistan lehine gelişmeler yaşanmaktadır. Biz F-35’lerden mahrum kaldık fakat Yunanistan yaptırıma tâbi değil, ABD yönetimi uygun görürse Yunanistan bu uçakları edinebilir. Yunanistan Fransa’dan da Rafale uçakları alıyor. Toplam 24 adet edinecek. Bu uçakların bizim Ege’deki hareket kabiliyetimiz açısından yarattığı bazı sıkıntılar var. Milli Muharip Uçağımızın 2030’dan önce hazır olması mümkün görünmediğine göre, bizim Ege’deki hava üstünlüğümüzü koruyacak imkanların sağlanması gerekiyor. Bu konuyu da TBMM’de dile getirdik.

‘İHVAN SEVDASI’

ARAP DÜNYASI NEDEN TÜRKİYE’YE MESAFELİ, YUNANİSTAN’A YAKIN?

Bu soru, son on yıl içinde ortaya çıkan bir soru. Diplomasinin önemli bir işlevi, en zor ve çetrefil koşullar altında dahi muhatap olduğunuz ülkelerle ilişkilerin derin bir şekilde bozulmamasını sağlamaktır. Oysa iktidar, önce diplomatik akıldan koparak ilişkileri bozuyor ve Türkiye’ye bu bozulan ilişkilerin ağır maliyetini yaşattıktan sonra itfaiyeci olarak diplomasiyi devreye sokuyor. Bazı Arap ülkeleriyle yaşanan budur. Geçmişte Türkiye bölgede ittifaklar, uzlaşılar kurardı. Böylece, bir yandan karşılıklı çıkarları besleyen ilişki modelleri geliştiriliyordu, diğer yandan Türkiye’ye karşı husumet oluşmasının önüne geçiliyordu. Dış politika Arap sokağının eğilimlerine göre belirlenmezdi. Dış politikamıza ideolojiler hükmetmezdi, aleni şekilde önderliğe soyunmazdık. O kadar savrulduk ki, birçok Arap ülkesiyle aramızda husumete yol açtık ve karşımızda bir cephe yarattık. Yunanistan hem bizim yokluğumuzda boşluğu doldurdu, hem de Türkiye’ye karşı bir cephenin oluşmasında başat rol oynadı. GKRY’yi de buna dahil etti. B.A.E. ve Suudi Arabistan’a yönelik barış hamlemiz birçok çelişki ihtiva ediyor. Yine de bu adımların Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmesini diliyoruz. Umarım Mısır’la da ilişkilerimiz kesin anlamda düzelir ve bundan sonra İhvan sevdası ulusal çıkarlarımızın önüne geçmez.

DIŞ POLİTİKA KİMLİĞİ?

TÜRKİYE’NİN NASIL BİR DIŞ POLİTİKA YÜRÜTMESİ LAZIM?

Nasıl bir dış politika sorusuna nasıl bir Türkiye ile cevap vermek gerekir. Türkiye’nin büyüklüğüne yakışan dış politika, demokrasinin, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygının, hukukun üstünlüğü ilkesinin egemen olduğu ve ulusal çıkarları esas alan bir devletin dış politikası olmalıdır. NATO’nun Türkiye’nin uluslararası kimliğinin bir parçası olduğunu söyleyen hükümete, buna itirazımız yok, peki Avrupa Konseyi uluslararası kimliğimizin neresinde diye sorduk, cevap alamadık. Evet kurucuları arasında olduğumuz Avrupa Konseyi’ni ve değerlerini uluslararası kimliğinin bir parçası olarak gören bir dış politika gerekmektedir. Türkiye’nin dış dünyaya bakışı ve ilişkileri normalleşmelidir. Biz dış ilişkilerimizde anomi yaşıyoruz. Cumhuriyetin geleneksel dış politikası hem günün gerçeklerini göz önünde bulundurmuş hem de Osmanlı Devleti’nin tecrübelerinden esinlenmiştir. Uluslararası ilişkilerimiz bu anlayış ışığında yeniden dış politika olarak yapılandırılmalıdır. Türkiye’nin demokrasi coğrafyasına aidiyeti ve Batı’ya yönelik istidadı kesinleştirilmelidir. Bu yapılırken tabii ki çok yönlü dış politika izlenmelidir. Pasifik bölgesinde olup biteni, Afrika’daki vecibelerimizi ve imkanları göz ardı etmek zaten mümkün değildir.

AYDIN SEZGİN KİMDİR?

İlk ve orta öğrenimini Ankara ve Paris’te, yüksek öğrenimini Hacettepe Üniversitesi’nde tamamladı. Üniversite sonrası Paris’te yüksek lisans yaptı. Dışişleri’nde Uluslararası Ekonomik İşler Genel Müdürlüğünde göreve başladı. Moskova ve Roma’da Büyükelçi, FAO nezdinde Daimi Temsilci olarak görev yaptı. Halen İYİ Parti Aydın milletvekili.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (14)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Görüşler Haberleri