Sonsuz nehirlerin ve dağların” şairi Gary Snyder’ın şiiri ve denemeleri hep Kuzey Amerika yerlilerinin geleneklerinden, Zen Budizm’den ve daha başka arkaik kaynaklardan beslendi. Onun eko-poetikası güçlü bir dip dalgası gibi ‘büyük ve gizli alt kültür’e değin uzanır. Snyder’ın imgelemine canlılık veren onun doğayla dolaysız teması.
Gary Snyder büyük ekonomik kriz döneminde, 1930’da San Francisco’da dünyaya geldi. Ekonomik zorluklar nedeniyle ailesini Seattle yakınlarında bir çiftliğe taşındı, Bu ortam ve koşullarda yoksulluk içinde büyüdü. Yedi yaşındayken bir kaza geçirdi. Topladığı çalıları yakarken ayağını yaktı. Aylarca yürüyemedi, annesinin ona kütüphaneden taşıdığı kitapları okuyarak geçirdi günlerini. Hepsini hızla okuyordu.
***
Genç Snyder 1950’lerde San Francisco’ya döndü. Berkeley’de Çince ve Japonca öğrenimi gördü. Yazları Sierra Nevada dağlarında yangın gözcülüğü yapıyordu. O yıllar Beat şairlerinin San Francisco Rönesans’ını başlattıkları dönemdi, San Francisco’yu bir karşı-kültür merkezi şehri yapmışlardı. Snyder da aralarına katıldı. Ginsberg’in, Six Gallery’de adeta kendinden geçerek Ulumayı’yı okuduğu şiir gecesinde Snyder da vardı, o da bir şiirini okumuştu.
***
Snyder 1956 Mayıs’ında Zen Budizm incelemeleri için Japonya’ya gitmeden önce Jack Kerouac onun Kaliforniya’da Tamalpais Dağı’ndaki kabininde misafiri olmuştu. Kerouac, Yolda’nın devamı olduğu söylenen Zen Kaçıkları’nda (Dharma Bums) o günleri anlatır. Snyder’a sadece şiir yazmada değil, yaptığı her işte maddi dünyayı aşan bir şeyler bulan Japhy Ryder karakteri olarak yer vermiştir. Kerouac onun dünyaya, dünyanın gerçekliğine Zen perspektifinden bakışını takdir eder, ondan öğrenmeye çalışır. Romanın adını da Snyder önermişti. Dharma, Budizm öğretisinde yön gösteren, aydınlanmaya ulaştıran yol anlamlarına geliyor. Kerouac Budizm’in “modern umutsuzluğun ortasında heyecan verici yeni bir yaşam biçimi” sunabileceğini ileri sürüyordu; pek çoklarına göre Budizm’i anlamamıştı. Nitekim yaşamının bir döneminden sonra Budizm’le bağlarını kopardı ve Katolik köklerine döndü.
***
Beat akımı şair ve yazarları genelde Uzak Doğu dinlerine ilgi duyuyorlardı. Aralarında bu dinleri, özellikle Zen Budizm’i en ciddi biçimde ve derinlemesine inceleyen Snyder’dı Kyoto’da Zen tapınaklarında kaldı. Fakat Zen Budizm konusundaki ilk bilgilerini San Francisco’da Alan Watts’ın kurduğu Asya Araştırmaları Akademisi’nde edindi. Ancak sonradan Watts’ın öğrettiklerinde eksik bir şeyler olduğunu fark etti.
***
D.T. Suzuki ve Alan Watts Uzak Doğu inançlarının alıcı bulduğu bir dönemde Budizm’i popülerleştirdiler, çok satan kitaplar yazdılar. Bunu yaparken Budizm’in tarihindeki belirli dönemlerin ve tarihsel olayların üzerinde durmadılar. D.T.Suzuki’nin “Saf Zen”i otorite karşıtı ve özgürlükçü olmaktan çok uzaktır. O devlet onaylı bir Zen anlayışını materyalist Batıya, Japon istisnailiğinin bir örneği olarak satmaya çalışmış, ticari açıdan başarılı da olmuştur. Alan Watts da Budizm’in bir tür psikoterapi olduğu düşüncesini işledi, düşünceleri ruhsal huzur arayan insanlardan ilgi gördü.
Snyder Budizm’in Suzuki ve Watts tarafından sözü edilmeyen tarihine de eğildi. Daha açık bir ifadeyle, Budizm’in bir direniş inancı olduğunu da vurguladı. Gerçekten, Budizm Kore’de kolonyal egemenliğe, Japonya’da toplumun militarizasyonuna, Çin’de Çing (Mançu) Hanedanlığı’nın çöküşünden sonraki otoriter rejimlere tepki vermişti. Snyder bu karşı duruşu göz önüne alarak 1961’de yazdığı bir denemede “Budist anarşizm” deyimini kullanmıştı.
***
Çin ve Japon kültürleri konusunda Ezra Pound’dan da çok şey öğrendi. Pound’un Çin şiirine derin ilgisi, Çinceden yaptığı çeviriler, Snyder’ı açıkça etkiledi. 1915’de yayımlanan Cathay, Pound’un Tang hanedanlığı dönemi şiirlerinden yaptığı çevirilerden oluşuyordu. Snyder da bu dönem şiirlerini çevirdi. Pound’a ilgisi onu Uzak Doğu kültürleri, şiiri ve sanatı konusundaki derinlikli incelemeleriyle tanınan, bu kültürlerin köklerine inmiş olan Ernst Fenollosa’nın çalışmalarına giden yolu gösterdi,
***
Snyder Uzak Doğu manzara resminden de etkilendi, bu resim sanatında şiirsel malzeme buldu. İpek üzerine mürekkeple yapılan Çin resimlerinde sanat, felsefe, kaligrafi ve şiir biraraya gelmişti. Bu resimlerde ressam gördüğü manzaraya resmetmiyor; manzaranın karşısında zihinsel ve düşsel yolculuğa çıkıyor ve bu yolculuk esnasında gördüklerini çiziyordu. Snyder da Kuzey Kaliforniya’nın dağlarında gördüğü manzara karşısında böyle bir zihinsel yolculuğa çıktı, hayali patikalarda saatlerce yürüdü.
***
İnsan doğaya egemen olabilen, doğadaki diğer canlılara boyun eğdirebilen, onları nesneleştiren ve doğayı kendi çıkarları doğrultusunda olabildiğince sömüren bir varlık. Bu Batılı beyaz insan açısından öncelikle geçerli. Doğaya karşı bu acımasızlığını rasyonelliğiyle meşrulaştırıyor. Düşünüyor olması ona doğaya istediği gibi müdahale etme, doğadaki canlıları tahakküm altına alma hakkı veriyor. Ama bu anlayış başta iklim değişikliği olmak üzere ekolojik krizlerin de nedeni. Günümüzde kendini çok daha belirgin ve etkili biçimde duyuran bu krizleri Snyder erken görebildi ve denemelerinde dile getirdi. O yeryüzü merkezli bir yaklaşımı, eko-eleştirel bir bakışı benimser. Onun uyarılarına göre doğa doğurgan ve besleyici olması nedeniyle bütün canlıların anası. Uygar batılı insandan, onun teknolojisinden korunmalı. Kapitalizm ve kapitalizmin gelişmesine yardım eden bir inanç olarak Hıristiyanlık doğadaki tahribatın, ekolojik krizin esas nedeni.
***
Snyder’a göre doğa Darwin’in ileri sürdüğü anlamda sürekli bir hayatta kalma mücadelesinin sürdüğü alan değil. Onun doğa ile kurduğu doğrudan ilişkiden, gözlemlediği ve öğrendiği budur. O ormanlarda nehir kıyılarında kendini disiplin altına almayı öğrendi. Başkalarına açılabilmek, onları anlayabilmek, ruhların buluşmasını sağlayabilmek için elzemdi bu. Dağların yüksekliği ruhunu da yükseltiyor, yükseklere taşıyordu. Zen Budist geleneğine uygun olarak tepelerden gördüğü manzara karşısında ego’su (ben’i) doğada kayboluyor, nehirlere karışıyordu.
***
Snyder doğada mukim bir şair. Şiir anlayışı da doğayla kurduğu bu mekânsal ilişkiye dayanıyor. Doğada varoluşu onun şiirine farklı bir ontolojik zemin kazandırıyor. Doğada özgürlüğünü idrak ediyor.1971’de Kuzey Kaliforniya’da Sierra Nevada eteklerinde mimarisi Japon kır evlerinkine benzeyen küçük ahşap bir ev yaptı. Yerlilerin dilinde çalı anlamına gelen Kitkitdizze adını verdiği bu ahşap minimalist yapının dış görünüşü ile içi arasında tam bir uyum vardı. Çok sade, havalandırılması kolay, doğal ışığı yeterince alabiliyordu.
***
Snyder’ın denemelerinde sıklıkla kullandığı iki kavram vardır: yeniden yerleşme (reinhabitation) ve yeniden yerleşilebilir (reinhabitory). Birbiriyle bağlantılı bu iki kavram insan eliyle tahrip edilmiş doğayı ıslah etmek, yeniden canlanmasını sağlamak, kesilmiş ağaçların yerine yeni fidanlar dikmek, maden arayıcılarının bozdukları bitki örtüsünü eski haline döndürmek, doğayı yeniden kazanmak ve oraya yerleşerek çevreyle uyumlu bir ilişki içinde yaşamak anlamına geliyor.
***
Snyder için doğada çalışma ve şiir yazma aynı ritme dayalı. 1959’da ilk baskısı yapılan Riprap’deki şiirler doğanın ve çalışmanın ortak ritmiyle yazılmıştı. O dönemde Kaliforniya’daki sıradağlarda, Sierra Nevada’da yangın gözetleme kulesinde gözcülük yaparken yazmıştı. Taş yontarak ormandaki yola döşeyen işçilere de katılmıştı. Kitabın adı da oradan alınma.. Riprap taş döşemek, dolgu yapmak anlamına geliyor. Snyder doğada ancak çok dikkatle kulak verenin, doğayla bütünleşen kişinin duyabileceği bir ritim olduğunu fark etmişti, işçiler bu ritme uyumlu olarak çalışıyorlardı. Onun bu söyledikleri Fransız ressam Jean- François Millet’nin resimlerindeki köylüleri, kır çalışanlarını hatırlatıyor. Barbizon Okulu kurucusunun resimlerinde köylüler kırlarda, fabrikada makinenin boyunduruğu altındaki işçilerden farklı olarak doğayla ahenk içinde çalışırlar. Sierra Nevada’da toprak yola taş döşeyen orman işçileriyle Millet’nin başak toplayan kadınlarının doğanın ritmiyle uyum içinde olmaları ortak noktalarıydı
Kaynaklar:
Dean, Tim, Gary Snyder and the American Unconscious, MacMillan Press, 1991
Filipova, Lenka, Ecocriticism and the Sense of Place, Routledge, 2022