Bir ümidle bekledim, Perspektif editörleri ola ki, “bu kadar emek verdin, televizyonun küçük ekran ve akıllı değil; artık asâr- atika sayılması gereken bilgisayarınla (hâlâ Win 7 SE var işletim sistemi olarak) hem kupa hem de MasterChef’te Gamze Tosun’un yiğit mücadelesini izlemekten helâk oldun; bir karşılık olarak, seni Katar’a yolluyoruz, turnuvayı yerinde izle, ibadetlerini bihakkın yerine getir, o havayı tad” diyecekler idi. Ne var ki, bu ümid de bütün ümidlerim gibi boş çıktı. Gamze Tosun elendi; bilgisayarım tekledi, televizyonumda ses problemleri başladı. Mes’eleyi dile getirdiğimde de, “biz ciddi bir neşriyât vasıtasıyız; iklim değişikliği olur, Rusya-Ukrayna savaşı olur, gezegenimiz nereye gitmektedir, pandemi sonrası dünyanın ahvâli ne olacak toplantıları olur, gidebilirsin ama futbol mümkin değil, kusura bakma” dediler.
Turnuvada bu âna kadar “uyanıklık kültürü” (wokeism) temsilcilerine kulak asmadım, bu cümleden olmak üzere yukardaki ikâzlara da gülüp geçtim, sadece futbolla ilgilendim, bütün maçları aşağı yukarı seyrettim-eksiğim yok. Gol tekrarları az, dolayısıyla mutfağa çaya çorbaya git, tütün doldur derken bazılarını kaçırdım-sonradan baktım tabiatıyla.
MÜŞAHEDELER VE SAVLAR
1- Gruplardaki bir iki lüzumsuz maç dışında oynanan futbol oldukça tatmin ediciydi bence; “kalite” belki ağır bir ifade ama rahatsız olunacak maç sayısı azdı. Bunun mevsim ve iklim şartlarıyla doğrudan bir ilişkisi var. Adam gibi bir zamanda oynandığında topçular da ellerinden geleni yapıyor işte. Perspektifçilerin istediği kadar “derin” ve ünlü sosyolog Yasin Aktay kadar bilimsel olabilseydim, “VAR’ın Futbolsal Termodinamiği ve Oyunsal Ontolojisi” başlıklı bir yazı yazardım. Özellikle grup maçlarında hakemlerin oyunu sık sık durdurmaları ve genellikle de başka türlü de yorumlanabilecek kararlarla ekrandan dönmeleri “itici”. Oyun yavaşlıyor, bir; adalet duygusu saldırıya maruz kalıyor, iki. Fakat, özellikle golden sonra sevinen, aşırı sevinen, mutlu olan topçuların VAR müdahelesiyle alınan kararla, “bütün yaşadıklarımız yalanmış Müzeyyen” kalıbına dönmelerinde kötücül bir şey var. Engellenmiş, örselenmiş bir hayâl, bir rüyanın ortasında uyanmak, kavanozun dibinde şekerlemeyi bulamamak.
2- Neymar nefretimiz baki ancak belirtmeliyiz ki Brezilya (lütfen “Berezilya” okuyunuz) tahminlerden daha güçlü ve sert bir takım olmuş. Lakapları “Sambacı” fakat unutulmamalıdır ki, bu kadronun ekserisi futbol kültürünü Avrupa’da şekillendirdi. Vinicius’un Japonya’ya attığı ilk gol, 2 yıldır Real Madrid’deki gelişiminin bir sonucu. Oyunu karşıya taşıma, tempo ve bitiricilik Mpabbe’den sonra belki de en çok bu topçuda var.
3- Almanya ve Belçika’nın problemlerini belirtmiş idik. Pek değişen bir şey olmadı; her iki takımın, teknik direktör müdaheleleriyle olduklarından daha aşağıya çekildiği açık. Almanya yetenek bakımından daha iyisini yapamazdı. Belçika da yeteneğin koordine edilmeden bir işe yaramıyacağının göstergesi. Southgate’in Krallığa yakışan muhafazakârlığı sonuç verdi ama İngiltere çok da test edilmedi. Neredeyse ilk ciddi maçları Fransa’yla olacak. Bir kupa talihsizliği. Kore ve Polonya olduklarından bir tık aşağıdaydılar.
4- Aziz Senyörler ekibinden, tebrikler açık ara Luka Modriç’e. Messi’nin, Ronaldo’nun gölgesindeydi her zaman, yine öyle. Buna rağmen, Hırvatistan maçlarında açık ara, takımının en iyisi. Sağ ayağının dışını kullanma konusunda Beckenbauer ve Cantona kadar iyi, kesinlikle. Abubakar bu listeye eklenir. Keşke Lewandowski’yi buraya getirebilseydik. Suarez, Ochao, Atiba ve Bale: kaydedildiler.
Güzel insan ve birkaç yıl önce evlâdını kaybeden Luis Enrique’nin maçtan sonra Faslı topçuları içtenlikle tebrik ettiği manzaralar, oldukça etkileyiciydi. ABD ve Senegal’le birlikte Kupa’nın en genç takımlarından İspanya’nın hiç olmazsa kafa golü atacak Puyol veya Ramos gibi bir stoper bulması gerekiyor-santrafor bulmaları zor ve sanırım aramıyorlar da. Bu futbolun sonuca yönlendirilmesi ve gol odaklı olması gerekiyor. Aksi takdirde bütün emek, güzel oyun bir anlama varamıyor (burada “bilimsellik” sınırlarını zorlayıp, “şairane” denilebilecek bir düzeye sıçradı yazı. Okuyucular –eminim-farketmişlerdir.)
NE OLUR?
Arjantin’in başına gelebilecek en güzel şey, ilk maçta oldu. Arabistan’a yenildiler. Scaloni, neyin olmayacağını gördü ve sol bek pozisyonu (Tagliafico yerine Acuña) başta olmak üzere takımı biraz değiştirdi. Her maç biraz daha büyüyen ve neredeyse bütün yükü çeken De Paul’un gayreti ve Messi himmetiyle düzeldiler. Henüz “orada” değiller ama o “havadalar”. Gerçeği söylemek gerekirse, Arjantin maalesef çok güçlü bir takım değil. Bireysel yetenek bakımından Uruguay’ın bile gerisinde sayılırlar. Başarmaları için, birçok şeyin bir araya gelmesi gerekiyor demiştik; henüz her şey bir araya gelmedi ama Hollanda’yı geçmeleri durumunda her şeyin olabileceği bir imkânı yakaladılar.
Kupa’nın açık ara en iyi takımı Fransa ve –maalesef- Brezilya. Turnuva futbolunda iki şey önemli: Sertlik ve tempo. Her ikisi de istediklerinde sert ve hızlı oynayabiliyorlar. Bence onların futbol standardıyla değerlendirildiğinde, “başarılı” İngiltere aşağıda ve hiç zulüm görmediler turnuva boyunca. Hollanda, oyun disiplini vs. bakımından iyi ama artık, burada olmalarının başarı sayıldığı bir takım hâlindeler. Fas, İberik yarımadasını bir kez daha hüsrana uğratabilir mi? Neden olmasın, fakat bilelim ki Portekiz’i “ısırmak” daha zor.
AHMET ÇİĞDEM KİMDİR?
Ahmet Çiğdem, 1964 doğumlu. Sosyoloji, siyasal ve sosyal teori alanında muhtelif çalışmaları mevcut. Ağırlıkla modernlik, dinsellik ve geç dönem Türkiye siyaseti üzerine yazıyor. Yayınlanan son kitabı: Mucizenin Etik Uğrağı (Ankara: Felix, 2019).