ÖZGÜRLÜK YILI
Yedi yılda bir kutlanan Şabat yıllarının yedi kez geçmesini bekleyin. Yedi kez geçecek Şabat yıllarının toplamı kırk dokuz yıldır. … Ellinci yılı kutsal sayacak, bütün ülke halkı için özgürlük ilan edeceksiniz. O yıl sizin için özgürlük yılı olacak. Herkes kendi toprağına, ailesine dönecek” (Levililer, 25:8).
Tevrat hiçbir borcun kalıcı olmamasını, elli yıllık aralıklarla iptal edilmesini ve borç kölelerinin salıverilmesini emreder. Nitekim günümüzde çoğu hükümet, büyük mükellefler için sık sık özel vergi afları ve kurtarma paketleri hazırlayarak “Jübile Yasası” olarak bilinen bu tanrısal buyruğu onurlandırmaktadır.
Borç konusu kutsal kitaplara kadar nüfuz edebilmişse durum ciddi olmalıdır. Ciddiyet derecesini kavrayabilmek için -antropolog David Graeber’in yolunu izleyerek- yaklaşık beş bin yıl öncesine, antik Mezopotamya’ya gitmemiz gerekir.
Devletli toplumların ilk kez ortaya çıktığı Mezopotamya’da, yerel kralların başlıca kaygısı, kaynakları yağma, haraç ve aynî vergiler yoluyla bir merkezde toplamaktı. Olabildiğince kalabalık bir nüfusun ülke toprağında tutulmasını gerektiren bu eğilim, kronik borçluluk halini özellikle çiftçiler için “normal” kılmaktaydı. Ur-III hanedanı dönemine (M.Ö. 2060-1960) ait çok sayıda belge, borçlanmanın erken Mezopotamya ekonomisindeki kritik rolüne işaret etmektedir.
Yüzde 50-60 arasında seyrettiği tahmin edilen bebek ölümleri ve ortalama 30 yılı geçmeyen yaşam beklentisi karşısında, başlıca sorun toprak değil onu işleyecek emek gücünün kıtlığı idi. Bu yüzdendir ki antik Mezopotamya kralları, geniş topraklardan ziyade insan bedenleri üzerinde hüküm sürmeye önem verdiler. Bu hâkimiyetin “ulvî” temelleri, merkezi yönetime tümüyle eklemlenmiş durumdaki ruhban tarafından atılmıştı.
Etkin sınır kontrollerinin yokluğunda, özgür insanları toprakta tutmanın en sağlam yolu, onları geri ödeyemeyecekleri bir borç yükü altına sokmaktır. Bireyin bedeninde güvenceye alınan borç, köleliğe yakın bir esaret hali yaratır ve onun “başkaları” için sürekli bir çalışma durumunda kalmasını sağlar. Antropolog Pierre Clastres’in tespitiyle, vahşiler yalnızca kendileri için üretirken devletli toplumlarda insanlar, başkalarını, yani “bize olan borcunu ödemek zorundasın” diyen efendilerini de beslemek zorundadırlar. Günümüzde bu zorunluluk “yurttaşlık ödevi” olarak kabul edilmektedir.
FAİZLİ BORÇ
Antik Mezopotamya’da faizli borçların ayırt edici özelliği, alacaklıların çoğunlukla saray, tapınak ve bu ikisi adına hareket eden tefeciler olmasıdır. Toprak sahibi ya da yarıcı konumundaki çiftçiler, hasattan sonra ödenmek üzere geçimlik ihtiyaçları için tefecilere arpa cinsinden borçlanırlardı. Tefeci, saraydan “dirlik” almış; arpa, gümüş ve çeki hayvanı türünden kaynaklara sahip; sarayla bağlantılı bir profesyonel girişimcidir.
Ur-III dönemindeki geleneksel borçlanma faizi, vadeye bakılmaksızın arpa borçlarında %33, gümüş borçlarında %20 idi. Bu oranlar, Eski Babil döneminde de (M.Ö. 1895-539) değişmeden kaldı ve Hammurabi yasalarında tekrarlandı.
Ur-III döneminde, geniş arazileri kontrol eden sarayın yetkilendirdiği tefeciler, vergi ya da icar bedeli olarak el konulacak tarımsal artığı (genellikle arpa) hasattan önce gümüş karşılığında satın alır; böylece saraya karşı gümüş cinsinden borçlanırken yarıcı ve toprak sahibi çiftçilere karşı arpa cinsinden alacaklı olurlardı.
Hasadı beklenen arpa, borcun tek teminatıdır. Dolayısıyla, tarımsal üretimin maruz bulunduğu kuraklık, sel, haşere vs. riskler nedeniyle borçlunun temerrüde düşmesi sık karşılaşılan bir durumdu. Temerrüt halinde, çiftçinin toprağı, yoksa kendisi ve hane halkı alacaklının mülkiyetine geçerdi. Nitekim kil tabletlerden, M.Ö. 2000 başlarından itibaren geçimlik arazilere tefeciler tarafından el konulduğunu, aynı hanedeki kadın, erkek ve çocukların köleleştirildiğini öğreniyoruz. Köleliğin ilk kaynağı, savaşlardan ziyade hane halkı borçlarıydı.
Özgür aileleri köleleştiren çoğu tefeci, geçimlik arpa tarımı yerine ticari getirisi yüksek hurmalık ya da zeytinlikler tesis ederek el koyduğu toprağın kullanımını değiştirme eğilimindeydi. Bu eğilimin en önemli sonucu, borçluların eski topraklarından çıkarılması oldu.
Nihayet M.Ö. 2. binyıl ortalarından itibaren borç kaynaklı bir dizi sosyal gerilim baş gösterdi. Kırsal kesim haydutlar ve başıboş gruplarla dolmuş; artan sayıda erkeğin borç kölesi durumuna düşmesi, ordularda paralı askerlerin oranını artırmıştı. Angarya ve mali yükümlülükler emeğin üretken kapasitesini zorladığında, insanlar -isyana kalkışmak yerine- kendilerine başka yaşam alanları bulabiliyorlardı. Tapınaklardan yükselen sabır ve şükür vaazlarının ulaşmadığı kırsal kesimde, çiftçilerin tarlaları terk edip haydut gruplarına katıldıklarına dair çok sayıda kanıt bulunmaktadır.
TEMİZ TABLET
Krallar duruma müdahale etmekte gecikmediler. “Ekonomist” olmasalar da iktidarlarına yönelik tehditlerin maddi arka planına dair sezgileri güçlüydü. Geride bıraktıkları çok sayıda “borç silme” kararnamesi bunu göstermektedir. Borçları affederek tebaasına yüceliğini gösterenlerden ilki, Lagaş kralı Entemena idi. Onun M.Ö. 2400 civarına tarihlenen kararnamesi, temerrüde düşen çiftçilerin arpa borçlarını iptal ediyor ve borç kölelerini serbest bırakıyordu. İptal işlemi, borçların kayıtlı olduğu kil tabletler imha edilmek suretiyle gerçekleştirilmekteydi. Entemena’yı, Urugakina (M.Ö. 2350) ve Gudea (M.Ö. 2150) kararnameleri izledi.
“Temiz Tablet” (hubullam masā’um) olarak ünlenen uygulama zamanla rutin hale geldi. Nerdeyse her kral, tahta çıkışının ikinci takvim yılı başında “mīšarūm” (doğruluk, hakkaniyet) adı verilen bir kararname yayımlıyordu. Antik Yakındoğu tarihçisi Marc van de Mieroop’un tespitiyle, “borç affı, dönemin adil ve cömert kral imajının bir parçası idi.” Nitekim kil tablet çözümlerinden, sadece Hammurabi’nin 42 yıllık saltanatı (M.Ö. 1792-1749) sırasında dört kez genel borç iptaline gidildiğini öğreniyoruz.
M.Ö. 1646’da tahta çıkan Hammurabi hanedanının son kralı Ammi-saduqa’nın kararnamesi, silinen borç türlerinin en ayrıntılı listesini vermektedir: Ammi-saduqa, selefi Ammi-ditana’nın saltanatının 21. yılından kararnamenin yayım tarihine kadar olan borçları sildi. Kararname, (1) saraydan belirli toprakların vergisini satın alan tefecilerin temerrüde düşen çiftçilerden dolayı saraya borçlandıkları tutarları, (2) saray arazilerini işleyen yarıcıların borçlarını ve (3) saraya ait sürüleri (šusikku) güden çobanlardan sorumlu gözetmenlerin saraya borçlarını affediyordu.
Ayrıntılar bir tarafa, tahsilat işini üstlenen, bunun için belirlenen arpa ya da gümüşü saraya borçlanan tefecilerin ve yerel görevlilerin borcu siliniyor; eğer yarıcıdan bir şey almadıklarına yemin ederlerse yarıcıdan olan alacakları da siliniyordu. Ancak borç nedeniyle haczedilen arazilerin eski sahiplerine iadesi söz konusu değildi. Onlar artık aynı topraklarda yarıcı olarak çalışacaklardı. Kararname bu yönüyle, sarayla bağımlılık ya da himaye ilişkisi içinde olanlar için hazırlanmış bir tür özel kurtarma paketiydi.
Komutanların erleri hasatta ve emek gerektiren diğer işlerde çalıştırmasını yasaklayan Ammi-saduqa kararnamesi, kapsadığı dönemde borç yüzünden köle durumuna düşenleri serbest bırakıyor; bununla birlikte borç köleliği kurumunu kaldırmıyordu.
Kararnamelerde kullanılan terimlerin filolojik analizi, Mezopotamya halklarının borç affı konusunu nasıl algıladıklarına dair bir ipuçları vermektedir. Akadca kittum ve mīšarūm terimlerinin “düz, doğru” sözcüğü ile ilişkisine bakılırsa onlar için önemli olan, sosyal eşitlik ve adil düzen fikriydi. Özgür bırakılan borç köleleri için kullanılan andurārum sözcüğü ise “akan su gibi serbestçe hareket etmek” anlamına gelmektedir. Keza, Sümerce “anneye dönüş” anlamındaki amargi sözcüğü, borç ve yükümlülüklerin iptali anlamında kullanılmıştır. Terimlerin hepsinde de borçluluk ve üretim ilişkileri bağlamında bir “aslına döndürme” iradesi belirgindir. Graeber’in yorumuyla, onlar için özgürlük “borcun etkilerinden kurtulmak” demekti.
Yine de kararnameler yeni borçların doğuşunu engellemedi. Çünkü saray, borçlarını sildiği yarıcılara arazi kiralamaya ve tefecilerle çalışmaya devam etti. Toplumun en büyük alacaklısı olarak saray, askeri, sosyal ve ekonomik konumunu af kararnameleri üzerinden sağlama aldı. Mevcut ekonomi-politik düzeni restore eden kararnamelerin, bu anlamda yıkıcı değil uyumlaştırıcı bir etkisi vardı.
Süregelen borçluluk koşullarında kararnameler kısa sürede işlevsiz hale geldi. Ur-III dönemi borç belgelerinin çoğunun bulunduğu Nippur’daki sağlam tabletler, borçların önemli bir yüzdesinin geri ödenmediğini düşündürmektedir. Keza, ekonomik kaynaklar üzerinde güçlü bir kontrol uygulayan Ur-III hanedanının aksine, Eski Babil saray sisteminin pek çok idari işlevi tefecilere ve diğer özel girişimcilere aktarması da hane halkı borçlarında artışa yol açtı. M.Ö. 2000’den sonra sıklaşan borç silme kararnamelerinin Ur-III dönemine kıyasla daha fazla olmasının nedeni bu olmalıdır.
Temiz Tablet politikası, üretken nüfusu temerrütten önceki bağımlılık biçimlerine geri döndürmek dışında bir amacı bulunmasa da antik çağ ekonomilerinin daha fazla dengeden uzaklaşmasını önlemiş görünmektedir. Mezopotamya krallarını özgün kılan, bir taraftan ekonomiyi genişletmek için borçlanmayı dayatırlarken diğer taraftan onun üretken faaliyetleri sınırlamasını engellemenin yollarını da tasarlamalarıydı.
SONUÇ
Merkez Bankasının Finansal Hesaplar Raporu’nda (2022-II), “hane halkı borcunun harcanabilir gelire oranı” %46 olarak görülmektedir. AB ülkeleri ve ABD’de gözlenen daha yüksek oranlar, bireyin emek ve becerisini, onu -ödeyemeyeceği şekilde- borçlandırarak rehin almak şeklindeki antik uygulamanın günümüzde de devam ettiğini gösteriyor. Bu istikrarlı durum, “iktidar ilişkisinin merkezinde borç ilişkisi vardır” diyen Clastres’i doğrulamaktadır.
Öte yandan, genel ya da kısmi bir borç affı, krizle karşı karşıya olan bir ekonomik sistem için emniyet supabı işlevi görse de af ilanlarının sıklaşması, uygulamanın artık etkisini kaybettiğini ve yapısal tedbirler alınması gerektiğini ima eder. Bu bakımdan, icra takibine değmeyecek minik meblağlardan ya da birikmiş borçların faizinden ziyade üretken nüfus üzerindeki zahmetli ve baskıcı mali yükümlülükler kaldırılmalıdır.