GÖKTUĞ SÖNMEZ
2014 ortalarında DAEŞ’in Irak’ta sahada önemli kazanımlar elde etmesi ve kontrol ettiği toprakları genişletmesini takiben DAEŞ’le askeri mücadele üzerindeki tartışmalar da artan biçimde gündem teşkil etmiştir. Ekim ayında başlatılan Musul operasyonu bu çerçevede son günlerin ana meselelerinden olmuştur. Musul operasyonu kapsamında harekata katılacak taraflar, bunların ne oranda ve hangi noktaya kadar operasyonda yer alacağı ve operasyon sonrası nasıl bir Musul idaresinin oluşacağı öne çıkan tartışma başlıklarıdır.
Bu bağlamda dile getirilen en önemli endişelerden biri de Şii milis çatı yapılanması Haşdi Şaabi’nin operasyonda ne denli rol alacağı olmuş, Sünni yerleşim yerlerinde daha önce yaptıklarıyla acı hatıralar bırakmış olan yapılanmanın Musul’a girişinin sebep olacağı endişeler ve Bağdat hükümetinin Sünni çoğunluklu Musul vilayetinde daha önceki Şii kontrolü odaklı idari yapıyı geri getirme planının ters tepebileceği ifade edilmiştir. Bu çerçevede Haşdi Şaabi’nin operasyonda en azından şehir içine girmeyeceği, hem örgütün hem de Irak yönetiminin Sünni nüfusun hassasiyetlerini dikkate alacağına dair açıklamalar yapılmıştır. Buna karşın henüz bu endişelerin tamamen giderildiğini söylemek mümkün değildir. Hem operasyon sırasında hem de sonrasında bu konuda oluşabilecek sıkıntıların DAEŞ’in güç kazanma sürecinde olduğu gibi insan kazanma kabiliyetini artırabileceği gözden kaçırılmamalıdır. Zira pek çok gözlemci DAEŞ’i bu noktaya getiren temel sebeplerden birinin Irak Savaşı sonrasında kademeli biçimde Sünni nüfusun siyasi ve askeri mekanizmalardan dışlanması olduğu üzerinde hemfikirdir.
Türkiye açısından önemle takip edilmesi gereken gelişmelerden biri de DAEŞ’in Kerkük saldırısından sonra PKK teröristlerinin şehirde etkinlik artırma çabalarıdır.
Operasyon sonrasında gündeme gelecek olan Telafer harekatı açısından da bu endişelerin giderilmesi büyük önem arz etmektedir. Operasyonda şu ana kadar Musul çevresinde ilerleme kaydedilmiş, henüz merkeze ulaşılmamıştır. Dolayısıyla operasyonun sıkıntı teşkil etmesi mümkün esas safhasına geçilmediği söylenebilir. Koalisyon güçleri ve Irak hükümeti operasyonun aylar alacağını ifade etmiştir. DAEŞ’in 2 yıldır elinde tuttuğu Musul’da muhtemel bir şehir savaşında şehrin yalnız yer üzerindeki yapılarını değil kanalizasyonlar ve kendi kazdığı tünellerle yer altını dahi araçsal olarak kullanabileceği ve bunun operasyondaki can kaybını ve operasyonun süresini uzatacağı öngörülmektedir. Şehirdeki 1,5 milyona yakın nüfus, bunların canlı kalkan olarak kullanılma ihtimali, oluşacak yerinden edilmiş insan kitlesi gibi sıkıntılar ise meselenin siviller açısından risklerini gösteren başlıklardan sadece birkaçıdır.
DAEŞ’in Kerkük saldırısı
Dünya, Musul operasyonuna odaklanmışken DAEŞ’in Kerkük’e gerçekleştirdiği beklenmedik saldırı bir anda dikkatleri Türkiye için zaten oldukça önemli olan bu vilayete çevirmiştir. 21 Ekim günü sabaha karşı DAEŞ, şehirdeki uyuyan hücreleri ve Havice’den geçiş yaptığı düşünülen toplamda yaklaşık yüz militan ile şehirde bombalı saldırılar, keskin nişancı saldırıları ve intihar eylemleri gerçekleştirmiştir. Yaklaşık 36 saat süren mücadele şehirdeki güvenlik sıkıntısını da göstermiştir. Hem KYB’ye bağlı peşmerge güçlerinin etkinliğinin sınırları hem de Havice operasyonu yapılmadan Musul operasyonuna geçilmesinin oluşturabileceği sıkıntılar görülmüştür. Havice operasyonu yapılmadan hem Kerkük’ün hem de DAEŞ’in buradan yapabileceği hamleler dolayısıyla Irak’ın genel güvenliği adına duyulan endişelerin ne denli yerinde olduğu görülmüştür. Aslında Kerkük’te böylesi bir saldırıya dair bir süredir beklenti olduğu ifade edilmektedir. Şehirdeki uyuyan hücrelerin tespiti çalışmaları ve Havice’ye DAEŞ’i bu ilçeden temizleme maksatlı operasyon yapılması da bu bağlamda görüşülmüşse de zamanlamanın beklenmedik olduğu söylenebilir. DAEŞ saldırısının zamanlamasını anlamlandıran iki gelişme vardır. Birincisi, Musul operasyonu; ikincisi ise daha saldırıdan bir hafta öncesinde Kerkük Valisi Necmeddin Kerim ile Irak Başbakanı Abadi arasında Havice operasyonuna dair yapılan görüşmelerdir. Bu bağlamda DAEŞ, yaptığı sürpriz saldırı ile bir yandan dikkatleri ve Musul operasyonunda kullanılacak enerjiyi buraya çekmek istemiş, öte yandan ise Havice operasyonu öncesi peşmergeye darbe vurmayı ve bu operasyonun kolay olmayacağını göstermeyi amaçlamıştır. Örgüt böylelikle kendi prestij kaybını da belli oranda hafifletmeyi amaçlamıştır.
Haşdi Şaabi’nin rolü mühim
DAEŞ’in uyuyan hücreleri ve kontrol ettiği vilayet ve/veya ilçelerden militan kaydırarak Musul operasyonu süresince benzer hamleler yapmaya çalışması beklenebilir. Zaten örgütün son günlerde “yeraltına çekilebileceğine” dair yaptığı açıklamalar da benzer taktiklerin artan biçimde kullanılacağına ve örgütün bir devlet gibi hareket eden istisnai bir terör örgütü özelliğini değiştirerek yöntem itibarıyla sıradanlaşacağına işaret etmekteydi. Böylece örgüt, kendi yapılanması ve taktiksel şeması açısından yeni bir döneme de girmiş görünmektedir. Bu bağlamda örgütle mücadelede de kullanılacak yöntemlerin gözden geçirilmesi gerekecektir. Buna ilaveten DAEŞ’in girdiği camilerde Sünni vatandaşlara yapılan saldırıya katılma çağrısıyla bir Sünni-Şii karmaşası çıkarmayı hedeflediği ve böylece hem Sünnileri yanına çekmeyi hem de karşısındaki cepheyi bölmeyi amaçladığı düşünülebilir. Saldırının bastırılmasıyla bu amaç her ne kadar gerçekleştirilememişse de Irak’ta her daim bu fay hattının kullanılması ve böylece DAEŞ’in Musul operasyonunda karşısındaki cephede çatlaklar oluşturması olasıdır. Bu fay hatlarının daha gergin hale gelmemesini sağlamak açısından Irak hükümetinin Sünni yoğunluklu vilayetlere yaklaşımı ve operasyonlarda Haşdi Şaabi’ye vereceği rol önem arz edecektir. Türkiye açısından önemle takip edilmesi gereken gelişmelerden biri de saldırı sonrasında PKK teröristlerinin şehirde etkinlik artırma çabalarıdır. Zira böylesi bir durumun hâlihazırda pek çok hukuksuz uygulamaya ve insan hakları ihlaline maruz kalan Türkmenlerin durumunu daha da kötüleştirmesi ve etnik gerginliği tırmandırması kuvvetle muhtemeldir.
Değişen güvenlik stratejisi
Musul ve Kerkük bağlamına ilaveten ağustos ayında başlatılan Fırat Kalkanı Operasyonu, son günlerdeki Misak-ı Milli tartışmaları ve Sayın Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın ekim ayında bölgedeki teröre dair ifadeleri bütüncül olarak okunduğunda Türkiye’nin güvenlik stratejisinde önemli bir değişikliğe gitmekte olduğu söylenebilir. Türkiye, tehlikeyi sınırına gelmeden önlemeyi amaçlayan yeni doktrin neticesinde hem Suriye’de hem Irak’ta önemli adımlar atmıştır ve önümüzdeki dönemde de bu politikanın sahaya yansımaları devam edecektir. Suriye’de Fırat Kalkanı, ÖSO’ya verilen destek ve direkt müdahale yoluyla DAEŞ ve YPG ile mücadele verilmiş ve fiili güvenli bölge oluşturulmuştur. Irak boyutunda ise Musul operasyonuna Hava Kuvvetleri’nin katılım sağlayacağı belirtilmiş, buna ilaveten Türkiye’nin eğittiği 2 bin 500 kişilik Haşd-i Vatani ya da yeni adıyla Ninova Muhafızlarının operasyona katılacağı ifade edilmiş, operasyonun Başika’daki cephesinde de Türk topçuları top ve havan atışlarıyla destek sağlamıştır. Yeni sınır ötesinde aktif güvenlik sağlama odaklı çizgi kapsamında Kerkük’te DAEŞ saldırılarını müteakip artan PKK hareketliliği üzerinde de durulacağı öngörülmektedir.
Üzerinde durulması gereken en önemli nokta, askeri hamleleri takiben DAEŞ sonrası Musul ile Irak’ın sosyo-ekonomik ve siyasi olarak nasıl dizayn edileceğidir.
DAEŞ terör örgütü ile mücadelesinde Türkiye bütüncül bir yaklaşım çerçevesinde ülke içerisinde DAEŞ’e karşı gerekli söylemin geliştirilmesi ve yayılması için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da etkin katılımıyla mücadele vermekte, yabancı terörist savaşçı hareketliliğini engelleyici tedbirleri sıkılaştırmakta ve meselenin askeri hamle boyutunu yalnız DAEŞ’e değil YPG’ye karşı da aktif biçimde kullanmaktadır. Uluslararası camia, Irak hükümeti ve diğer bölgesel güçlerin de böylesi bütüncül bir yaklaşım takip ederek üzerinde durması gereken en önemli nokta askeri hamleleri takiben DAEŞ sonrası Musul ve DAEŞ sonrası Irak’ın sosyo-ekonomik ve siyasal olarak nasıl dizayn edileceğidir. Fay hatlarına dikkat etmeyen, demografik gerçekleri görmezden gelen, uzlaşı ve adil katılım imkânı sağlamayan, bölgenin önemli aktörlerini devre dışında bırakan ve bölgede genel istikrar sağlanmasını öncelemeyen –zira referansı ne olursa olsun terörizmin sınır aşan yapısı ve geçişkenliği Suriye ve Irak düzleminde oldukça açık biçimde görülmüştür- her strateji ancak kısa vadeli çözümler sunacak, DAEŞ ve/veya benzer örgütlerin yeniden güç kazanmasına imkan verecektir.