Kim Milyoner Olmak İster bilgi yarışmasında 7 Şubat akşamı bir soru çıktı. Bu soru herkesi merak ettirdi. Hangi yazar karısını taciz eden ve sonra da baldızıyla evlenen Georges d'Anthes'i düelloya davet etmiş ve bu düelloda ölmüştür? Sorusu herkesi Georges d'Anthes kimdir sorusunu sormaya ve bu kişinin öldürdüğü kişiyi bulmaya yöneltti. Cevap Aleksandr Puşkin olunca bu sefer de Aleksandr Puşkin kimdir soruları da gündeme gelmeye başladı. Herkesin merak ettiği yazar olan Aleksandr Puşkin kimdir? Georges d'Anthes kimdir? Detaylar haberimizde yer allıyor.
Düellonun tarihinde ölenler yalnızca sıradan ya da adı duyulmamış insanlar değildi. Örneğin modern Rusçanın babası sayılan şair Aleksandr Puşkin düelloyu yalnızca eserlerinde dile getirmekle kalmadı, gerçek hayatta da uyguladı; yaptığı son şey olsa da! Karısıyla yasak aşk yaşadığını düşündüğü bacanağı Georges-Charles de Heeckeren d’Anthes ile bu yüzden fütursuzca kapıştı. Rus takvimiyle 27 Ocak 1837’de midesine yediği kurşun kendisini iki gün sonra öldürürken, Çar tarafından bağışlandıktan sonra sınırdışı edilen muzaffer bacanak ise bundan sonra Fransa’da parlak bir kariyer yaptı.
Düelloların hınzırca bir estetiği olduğu, bunun da adrenalin seviyesini kabartarak en dingin ya da aklı başında insanları bile iğfal ettiği inkar edilemez. Yaman bir düello ustası olan Giacomo Casanova’nın aktardığına göre, hayatını yurtdışında kazanan Schmitt adlı İsviçreli bir subay davranış özürlü bir Fransız’a hem ilk atış hakkını, hem de ıskaladıktan sonra tekrar ateş etme hakkını vermiş. Bundan sonra elindeki tabancaların birincisini havaya sıkmış, ikincisi ile de rakibini alnının çatından vurarak öbür dünyaya göndermiş. Özellikle Rokoko devrinde, yalnızca böylesine bir haz duyabilmek için düello edecek çok insan vardı. Bazen ne kadar kaçarsanız kaçın düello gelir sizi bulurdu. Tıpkı Alman sosyal demokrasisinin gerçek babası Ferdinand Lassalle’a olduğu gibi. Lassalle’in başı, sivri dili yüzünden çok belaya girmişti; ama bir “burjuva önyargısı” diye tanımladığı düelloya asla yanaşmamıştı. Ama kader onu evlenmek istediği 17 yaşındaki Helene von Dönniges’in, ateşli olduğu kadar aklı bir karış havada olan nişanlısıyla karşı karşıya getirdi.
28 Ağustos 1864’te Cenevre yakınlarında bir köyde yapılan düelloda, tabanca kullanmaya alışık olan Lassalle, hiç deneyimi olmayan Janko von Racowitza tarafından düelloda tam bacak arasından vuruldu. Tam isabet dedikleri olaya herhalde bundan daha iyi bir örnek olamazdı. Otele kaldırılsa da üç gün sonra 39 yaşında yaşamını yitirdi. Lassalle’in ölümü Marx için dönüm noktası oldu. Lasalle sahneden kaybolunca Avrupa’da ünlü sosyalist tek başına kaldı. Avrupa’da düelloya davet etme ayrıcalığı, yalnız silah taşıma hakkına sahip gruplara, yani soylular, subaylar ve yüksekokul öğrencilerine özgüydü. Ekonomik gücün ellerinde yoğunlaştığı 19. yüzyılda, burjuvaların şerefi de savunulmaya layık bir değer olarak kabul edilmeye başladı. Bundan en çok yararlananlar, kültür burjuvazisinin vitrininde oturan gazeteciler oldu.
Seçkinci zihniyet burada kendini tam anlamıyla göstermekteydi. Düellodan kaçmanın cezası, çevreden dışlanmaktı. Bu kural Alman ve Avusturya-Macaristan ordularında “gerçek şeref duygusuna sahip olmadıklarından görevlerini savsaklayan” nice subayın kariyerini noktaladı. Oysa aynı ülkelerin sivil ceza yasalarına göre düelloya herhangi bir şekilde bulaşmanın cezası ağırdı; ama mahkemeler bu çelişki karşısında müsamaha gösteriyordu. Şaşırtıcı olsa da düello Almanya’da ancak 1969 ceza yasası reformundan sonra cinayet olarak kabul edildi ve “tahrik” nedeniyle ceza indirimi kaldırıldı. Basılıp da yayımlanan ilk düello nizamnamesi Rönesans İtalya’sındadır. Hemen ardından bunun bir de Fransız sürümü ortaya çıkmıştır.
ABD’de doğu kıyısının uygar düellocuları, 1777 İrlanda nizamnamesinden esinlenirken, güneyin pamuk aristokrasisi New Orleans’tan gelen Fransız etkisine açıktı. Vahşi Batı’nın düello kralları ise nevi şahsına münhasırdı. Örneğin Avrupa’da tabanca düellosunda 10 adım aranın altında ateş etmek cinayet sayılırken, Western dünyasında asgari bir atış mesafesi belirlenmemişti.
ALEKSANDR PUŞKİN KİMDİR?
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, 1799’da Moskova’da doğmuştur. Babası Sergey Lvoviç, soylu bir ailenin ilk çocuğudur. Annesi Nadejda Osipovna Hannibal’in dedesi Etiyopya'lı Hannibal’in Rus Çarı I. Petro’nun vaftiz çocuğudur. Puşkin soylu bir ailenin üyesidir. Annesi ve babası eğitimli insanlardır. Puşkin, ilk bilgilerini yabancı eğitmenlerden edinmiştir. Henüz sekiz yaşındayken Fransızca Rusça bilmektedir. On bir yaşına geldiğinde ise özgürlükçü ve alaycı yazarlarını beğendiği Fransız Edebiyatı’ndan etkilenerek Fransızca şiirler ve komediler yazmaya başlamıştır.
Döneminin tanınmış şair ve yazarları, Puşkin’in evine gelip gidenler arasındadır. Ancak hiçbiri onu kendisine Rus masallarını anlatan, eski Rus türkülerini söyleyen dadısı kadar etkilememiştir. Yaşlı dadısı Arina’nın anlattıkları, Puşkin’in çocukluk ruhunda önemli izler bıraktığı düşünülmektedir.
Puşkin, on iki yaşına geldiğinde, Rus Çarı I. Aleksandr’ın Tsarskoye Selo’da (Çar’ın yazlık köyü) açtırdığı okula yazdırılmıştır ve buradaki altı öğrenim yılı boyunca tıpkı okulun diğer öğrencileri gibi, Petersburg’a gitme izni verilmeden dış dünyadan kopuk bir şekilde eğitim görmüştür.
Puşkin’in lise yıllarında yazdığı şiirlerinde gerçekçilik eğilimi açıkça göze çarpmaktadır. O dönem şiirinde kullanılmayan kaba ve gündelik sözcükleri kullandığı şiirleriyle Derjavin’in dikkatini çekmeyi başarmıştır.
Artık ünlü bir şair sayılmaya başlayan Puşkin, okul yıllarından sonra Petersburg’a gitmiştir. Yazdığı ve birçoğu yasaklanan özgürlükçü şiirleri ve taşlamaları bu sıralarda toplum arasında yayılmıştır. Rus edebiyatı tarihinde şiir, ilk kez olarak, herkes üzerinde hayranlık uyandırmıştır. Yeni doğan ve adeta üzerine titrenen bir çocuk gibi coşku ile büyümeye başlamıştır.
Rus Çarı I. Aleksandr tarafından Kafkasya’ya atanmış ve burada ünlü “Kafkas Esiri” ve “Bahçesaray” adlı destanlarını yazmıştır. Onun edebiyatında ne klâsik şiirin kuralcılığı ne Romantizmin etkileri yer almaktadır. Puşkin, gerçeği olduğu gibi anlatmayı istemektedir.
Kafkasya’dan dönen Puşkin’in Rusya’daki askeri yönetime karşı oluşundan dolayı dört yıl süreyle başkente girmesi yasaklandı ve ailenin sahip olduğu Mihaylovskoye köyünde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Hükümet tarafından oğlunu gözetim altında tutmakla görevlendirilen babası da görevini yerine getirmiştir.
Yirmi dört yaşındaki Puşkin, bu sürgün döneminde yedi yıl sonra tamamlayacağı Yevgeniy Onegin adlı romanını yazmaya başlamıştır. Çingeneler, Peygamber ve Boris Godunov adlı önemli eserlerini de yine bu sürgün yıllarında yazmıştır.
Bu uzun sürgün döneminden sonra Rus Çarı I. Nikolay tarafından Moskova’ya çağırılan genç şairin kaleminden çıkan her şey artık çarın sansüründen geçecektir. Polis baskınları ve aşk serüvenleri ise Puşkin’in yaşamının ayrılmaz parçaları olmuştur.
Puşkin, bir baloda eski yüksek rütbeli bir memurun kızı olan Natalya Gonçarova ile karşılaştı ve bu genç kıza aşık olmuştur. Puşkin Natalya’ya evlenme teklif etmiştir; Natalya ise, şairin evlenme teklifini belirsiz bir tarihte cevaplanmak üzere ertemiştir. Puşkin, bu durum karşısında umutsuzluğa kapılmıştır ve Moskova’dan uzaklaşmak istemiştir. Bu nedenle de, 1829’da, bir gözlemci olarak Rus ordusuna katılmıştır ve Osmanlı topraklarına gelmiştir. Sonradan yazdığı Erzurum Yolculuğu adlı eserinde yol izlenimlerini anlatmış olan Puşkin’in, daha başka birçok eserinde de Erzurum’dan aldığı esinler yer bulmaktadır.
Moskova’ya dönmüş olan Puşkin, Natalya’ya evlenme teklifini yinelemiştir. Uzun çekişmelerden sonra Natalya’nın ailesini de ikna etmeyi başarmıştır ve sonunda nişanlanmıştır. Natalya ise, bu duruma karşı kayıtsız kalır ve sadece izlemekle yetinmiştir. Natalya’nın bu tutumu da sonuna kadar böyle devam ettirmiştir. Bitmek bilmeyen soruşturmalar ve yasaklamalar yüzünden rahatsız olsa da yazmaya devam etmiştir. Yevgeniy Onegin, Don Juan, Veba Sırasında Ziyafet gibi manzum trajedyalarını ve Dubrovski, Maça Kızı gibi önemli eserlerini bu dönemde yazmıştır. Gogol ile olan arkadaşlığı da bu döneme rastlamaktadır. Öyle ki, Gogol’a ünlü Ölü Canlar romanını yazma fikrini Puşkin verdiği söylenmektedir.
YAZARIN ÖLÜMÜ
Bu dönemde hayatına George Charles d'Anthès adında biri girmiştir. Puşkin, o sıralarda yazdığı birkaç imzasız mektup aracılığıyla, d'Anthès adındaki bu Fransız delikanlısının karısı Natalya Puşkin’e kur yaptığını öğrenmiştir. 1837’de d'Anthès’i düelloya çağırmıştır. 27 Ocak 1837'de St.Petersburg yakınında Kara Dere'nin bir köşesinde düellonun yapılmasına karar verilmiştir. Puşkin'in şahidi arkadaşı Danzas'tır. Düello'da kullanacağı silahı almak için gümüşlerini sattığı iddia edilmektedir.
Düelloda Puşkin tarafından omzundan yaralanan d'Anthès, Puşkin’i karnından yaralamayı başarmıştır. Büyük bir soğukkanlılıkla iki gün boyunca can çekişen Puşkin, Şubat ayında bir öğleden sonrası hayata gözlerini yummuştur.
Şairin öldüğünü duyunca evinin kapısının önünde toplanan ve Yevgeniy Onegin’in son baskısını tüketen halk, şairin ölümü üzerine neredeyse hükümete karşı bir ayaklanma noktasına gelmiştir. Bu gerekçe ile olayların çıkmasından çekinen polis, bir gece yarısı, şairin tabutunu gizlice kiliseden alır ve Mihaylovskoye köyüne götürerek toprağa vermiştir.
Gogol, “Puşkin, olağanüstü bir olaydır.” dermektedir; Dostoyevski daha mistik bir tavırla “Puşkin, bize gelecekten haber veren bir peygamberimizdir.” demişir. Puşkin, modern Rus Edebiyatı’nın oluşmasına büyük katkılarda bulunan yazın ve düşün adamıdır. Puşkin, klasik Batı edebiyatını ve Rus halk ruhunu sentezleyerek, Rus Edebiyatı’nda “gerçekçilik akımı”nı başlatan liderlerden biri olmuştur.
Aleksandr Puşkin'in düello günü uğradığı son yer; Peterburg Nevski Prospekt'de Wolf's şekercisidir (şimdiki Cafe Litteraturnia). Bu cafede Puşkin'in balmumundan bir heykeli bulunmaktadır.