Ordu geçen ay başında (1 Şubat 2021) yönetime el koydu ve Kasım’daki seçimlerden zaferle çıkan Ulusal Demokrasi Birliği (NLD) partisiyle, ömrü sadece 5 yıl süren sivil yönetimin lideri Aung San Suu Kyi’yi hükümetin diğer üyeleriyle beraber hapse tıktı.
O günden beri halk büyük bir cesaret ve dayanışma içinde muazzam bir sivil itaatsizlik gösterisiyle darbecilere direniyor; hemen her kentte gösteri yasağını hiçe sayan binlerce kişi her gün protesto için sokağa çıkmaya devam ediyor; hemen her iş kolunda grevler ve iş bırakma eylemleri ve istifalar var.
Genelkurmay Başkanı Min Aung Hlaing’in başkanlığındaki askerî cunta yönetimi, büyüyen direnişi kırmak için Şubat sonunda halkın üzerine ateş açılması emrini verdi güvenlik güçlerine. Şu ana kadar -yarısından fazlası 25 yaşın altında- 100’e yakın sivil öldürüldü. 2 binden fazla kişi gözaltında. Hapishanelerden işkence sırasında ölenlerin haberleri geliyor.
Myanmar ordusunun insanlığa karşı suç işlemekten çekinmediğini -ülkede yaşayan (Arakanlı) Müslüman Rohingyalara yönelik zulümleri 2017’de tehcir ve soykırım kampanyasına dönüşerek belgelendiği için- artık bilmeyen kalmadı.
Ömrünün15 yılını ev hapsinde geçirdikten sonra, şimdi 76 yaşında bir defa daha özgürlüğünden alıkonan Aung San Suu Kyi’yi de tanıyor herkes. Myanmar’ın demokratik bir yönetime geçmesi için askerî diktatörlüğe karşı verdiği barışçı mücadelesiyle 1991’de Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş, nihayet 2015’te -25 yıl sonra yapılan ilk serbest seçimlerde- demokratikleşme vaadiyle NLD’yi (Ulusal Demokrasi Birliği) iktidara taşımıştı. Ama Suu Kyi, Rohingyalara yönelik tecavüz ve katliamlara sessiz kalınca ve Uluslararası Adalet Divanı’nda orduyu savununca, dünya genelinde itibarını kaybetti.
Ülkesinde ise Budist çoğunluk tarafından hâlâ çok seviliyor Suu Kyi. Nitekim darbe ertesinde sokaklara dökülen halk onun resimlerini taşıyor, sloganlarında adını söylüyor ve serbest bırakılmasını istiyor. Ancak 1.5 ay sonra bugün artık topyekun bir halk ayaklanmasına dönüşmekte olan darbe karşıtı direnişin ön saflarında; aslında Suu Kyi’nin icraatını eleştiren, Myanmar’daki ırkçı ve ayrımcı toplumsal ve siyasal yapıyı sorgulayan, yeni, genç bir kuşak var.
Ei Thinzar Maung onlardan biri. 26 yaşında. Yeni Toplumun Demokratik Partisi (DPNS) üyesi. Kasım 2020 seçimlerinde yarışan en genç milletvekili adaylarındandı. Kampanya sırasında verdiği bir mülakatta, azınlıkların sesi olmak için siyasete girdiğini söylüyordu: “Azınlıklar öteden beri siyasi karar alma süreçlerinden dışlanıyorlar. NLD iktidara geldikten sonra ise reform sürecinde olduğumuz, azınlıklarla ilgili meseleleri demokratikleşme süreci tamamlanana kadar ertelememiz gerektiği söylenmeye başlandı. Oysa gerçek değişim ve gerçek demokrasi için asıl bu meseleden başlamamız gerek”.
Bugün Myanmar olarak bildiğimiz ülke, 17. yüzyıldan itibaren Britanya İmparatorluğu’nun savaşlarla kontrol altına almaya çalıştığı bölgede. 1885’te Britanya’nın çizdiği sınırlar içinde sömürgeleştirilip yine İngiliz sömürgesi Hindistan’a eyalet yapılmıştı. Bugün Maung gibi genç Myanmarlıların sorguladığı ırksal hiyerarşiye dayalı yönetim modelinin temelleri, işte bu sömürge döneminde atıldı.
Myanmar 1948’de bağımsızlığına kavuştu ve çok geçmeden, 1962’de, azınlık gruplarının özerklik taleplerini bahane eden General Ne Win’in darbesiyle askerî diktatörlük kuruldu. Ne Win, demir yumruğu ile halkı zapt-ı rapt altına aldığı gibi, milliyetçiliğe yaslanarak “yeni bir ulus yaratmak” için sömürge dönemindeki hiyerarşiyi tersine çevirdi; bugünkü Myanmar toplumunu bölen temel ayrımları belirledi: Biz ve onlar, yani yerliler (taingyinthar) ve “saf kan olmayanlar” (thwehnaw). Çoğunluk ve azınlık. Yani Bamarlar ve diğer etnisiteler. Budistler ve diğer dinî gruplar. Hatta açık tenliler ve koyu tenliler. Yeni düzende en üste çıkan Budist Bamarlar, alttaki Müslüman Rohingyalar’ı değil vatandaştan saymak, insandan saymamaya vardırdılar işi.
İnsan hakları aktivisti ve eğitimci Maung Zarni, 2015’te büyük umutlarla iktidara gelen Aung Suu Kyi’nin yönetiminde, ülkesinin “çoğunlukçu” demokrasiden öteye gidemediğini söylüyor. Gerçi ülkenin anayasası ve parlamentoda anayasa değişikliğini imkansız kılan %25’lik asker kotasının buna engel olduğunu da teslim etmiyor değil.
Yadanabon Üniversitesi’ndeki öğrenci birliğinin ilk kadın başkanlığını yapmış olan ve 2015’te Suu Kyi hükümetinin akademik özgürlükleri kısıtlayan bir yasa tasarısını protesto ederken tutuklanıp cezaevinde kalan Ei Thinzar Maung ise, yönetim anlayışına dair bir soruna işaret ediyor: “Eğer demokrasiyi savunan bir hükümet iseniz, eleştiriye maruz kalacak, eleştiriye açık olacaksınız. Sadece destekçilerinizden gelen sesleri dinleyemezsiniz. Politikalarınızdan hoşlanmayanları da dinlemelisiniz. Bunu yapmadılar. Ne askerî diktatörlük istiyoruz ne de lider kültünün gölgesi altında kalmak”.
Yazının başında belirtildiği gibi, Myanmar’da Rohingyalar da dahil bütün azınlık gruplarının kendi milis gücü var. Bunların birçoğu 2016’da başlayan ama pek de bir yere varmayan barış sürecine kadar devletle savaş halindeydi. Yani ülkede 1948’den beri bitmeyen bir içsavaş durumu var. Darbeci General Min Aung Hlaing, şu ana kadar barışçıl eylemlerle devam eden halk direnişine bu milis gruplarının da destek vermesinden endişe etmiş olmalı ki, “en kısa sürede çok partili, katılımcı demokrasi” vaad etmekte gecikmedi.
General Hlaing, azınlık gruplarından Karenler ile Rohingyaların birer temsilcisini de (Saw Daniel ve Aye Nu Sein) başkanlık ettiği 16 üyeli yeni yönetim konseyine dahil etti. Ayrıca, aralarında 20 yıl hapis cezasına çarptırılmış Arakan Ulusal Partisi (ANP) kurucusu Aye Maung da dahil 20 binden fazla tutukluya af çıkarıldı.
Gelişmeler, Arakan’da kuşak çatışmasına yol açmış gibi. ANP’de milletvekilliği de yapmış 60’lı yaşlardaki Oo Hla Saw, “Partimizin iktidar konseyine katılımı halkımız için sorun değil. Çok acı çektik, daha fazla çekmek istemiyoruz” açıklaması yaparken, genç kuşaktan aktivistler dehşete düşmüştü. Tüm Arakan Öğrencileri Genel Sekreteri Ting Oo, “Myanmar ordusu, iktidarı (çoğunluktaki) Bamar halkından aldı. Üniter diktatörlük olarak Arakan halkına verebilecekleri birşey yok” diye konuştu.
Ei Thinzar Maung gibi darbeye karşı göğsünü siper eden genç Myanmarlılar, ordunun bu “böl ve yönet” tuzağına düşmeyeceklerini söylüyorlar. The Straits Times gazetesi muhabirine demeç veren ve “Bayan Nang” olarak anılmak isteyen Shan eyaleti merkezli bir gençlik liderinin şu sözlerini dikkate almakta fayda var: “Artık rengimiz yok, siyasi partimiz yok. Darbeye ve orduya karşı olduğumuz sürece, biz biriz”.
TARİHÇİ THANT MYINT-U ANLATIYOR: MYANMAR'DA EKONOMİ POLİTİK
Myanmar dünyanın gelir dağılımı açısından en adaletsiz ülkelerinden biri, Güneydoğu Asya ülkeleri içinde de en yoksul olanı. Hükümetin bir yıllık bütçesi 2019’da yaklaşık 16 milyar dolar idi. Myanmar’da Çin sınırı boyunca çeşitli merkezlerde amfetamin üretimi yaptırıp satan Çin asıllı Kanada vatandaşı “baron” Tse Chi Lop’un yasadışı uyuşturucu ticaretinden bir yılda elde ettiği gelirden (17,7 milyar dolar) az. Myanmar 1962’den 1989’a kadar dünyadan tecrit edilmiş, kendine özgü sosyalizm uygulayan (Komünistler muhalefetteydi) bir ülkeydi. Kanlı bastırılan öğrenci ayaklanması ertesinde, yönetimi devralan yeni kuşak askeri cunta, Berlin Duvarı’nın yıkılması ile neredeyse eş zamanlı olarak, 1989’da, sosyalizmi yasakladı ve ülkeyi serbest piyasa ekonomisine açtığını duyurdu. Tecrit döneminde gelişen karaborsa ekonomisinin ağababaları, artık yeni girişimciler olarak takdis ediliyordu. Daha önce muhalif Komünist Parti adına sınır boyunca devlete karşı savaşan milis grupları da ateşkes ilan ederek, “iş dünyasına” girdiler. Aynı yıl pazar ekonomisine doğru ilk adımını atan Çin de Myanmar sınırını açınca işler “canlandı”. Karaborsadan, uyuşturucu ticaretinden ve para aklayarak servet kazananlar, yasal işlere, yeşim ticaretine ve inşaat sektörüne girdiler. Ülkenin son 25 yılına böyle bir “business class” hükmediyor.
Batının uyguladığı ambargoların etkili olmamasının bir sebebi de bu durum. Ordu 2012’den beri artık ülke ekonomisinin başat aktörü değil, pek çok “yasal” sektörden çekildi. Ama yasadışı ticaret, toplumsal hiyerarşinin her kesiminden insanların birbiriyle iş yaptığı müthiş bir parallel ekonomi yaratmış durumda.