Eskici Kerem ‘bizim’ hikâyemizi anlatıyor

Murat Gülsoy ‘Öyle Güzel Bir Yer ki’de okuyucuyu hem modern insanın geçmişine hem de geleceğine götürüyor. Gülsoy, edebiyatın en önemli armağanının bakış açısı olduğunu belirterek “Farklı bakış açılarından olayları değerlendirmeye başladığınızda birden bire yaşadığınız gerçekliğin farklı katmanlarını, karmaşık ilişkiler ağını keşfediyorsunuz. Bu da hakikati anlamakta son derece önemli” diyor.

MELEK GEDİK / İSTANBUL

Son romanı ‘Öyle Güzel Bir Yer ki’yle edebiyatseverlerin karşısına çıktı Murat Gülsoy. Romanda eskici Kerem’in yıllar sonra karşılaştığı lise arkadaşlarıyla yaşadıkları uzun gece anlatılıyor. Olaylar fırtınalı bir İstanbul akşamında başlıyor; hikâyede sadece Kerem’in kişisel öyküsü değil modern insanın sorgulaması da yapılıyor.

* Kitapta Horace Walpole’un “Dünya düşünenler için bir komedi, hissedenler için bir trajedidir” sözlerine yer veriyorsunuz. Sizin için dünya nasıl bir yer?

Söz güzel tabii ama ben kendimi ne o kadar iyi bir düşünür ne de o kadar duygulu biri olarak görüyorum. Yani dünyayı komedi ya da trajedi olarak görmüyorum, göremiyorum. Dünyam ne o kadar geniş ne de o kadar küçük. Ama git gide sınırları daralan bir yer hissi ağır basıyor. Üstelik o daralan sınırların içindeki karmaşa da büyüyor. Hızlandırılmış bir tarihi film izler gibi… Mesele aslında şu: İnsanın kendini özgür bir kişi olarak hissedebilmesinin zaman içerisinde erozyona uğraması. ‘1984’ romanının içine düşmüş gibi hissediyorum kimi zaman. Bazen Kafka’nın ‘Dava’sının… Ama sonra bunlardan sıyrılıyorum. Daha farklı bakmaya çalışıyorum. Gündelik olanın sıkıştırıcı gücüne karşı bir direnç geliştirmek için belki de daha fazla edebiyata, bilime, sanata yöneliyorum.

* Romanda en dikkat çeken detaylar biri de Kerem’in babası ile kendi hayatını sürekli kıyaslaması. Hatta babasının gün geçtikçe hayatına nasıl sirayet ettiğini anlattığı bölümler var. Baba-oğul ilişkisi insanlığın doğduğu günden beri anlatılıyor. Bu ilişki, anlatı dünyasının neden vazgeçilmezi?

Çünkü ‘baba’ hiçbir zaman sadece baba değildir. Edebiyat kişinin kendisi olma sürecinin estetik bir araştırmasını sunar, orada da baba kavramı öne çıkar. Benim yazdıklarımda da çokça çıkar baba-oğullar. Ama bu romanda anne-kızlar da var. Bu evrensel bir tema ama bence bizde biraz daha önem kazanıyor. Aile bağları sıkı olduğu için çatışmalar ve çekişmeler de daha yoğun oluyor.

* ‘Yıkımda’ bölümünde Kerem’in eskici dükkanının bulunduğu apartman da bir gün kentsel dönüşüm kapsamına alınıyor. Apartman sanki Kerem’in hayatının üzerine yıkılıyor... Yaşadığımız yerler aslında toplumun bellek hafızalarıdır. Bu konu hakkında neler söylersiniz?

Doğru, yaşadığımız mekanlar bizim yaşamımızın kaydını tutuyor ister istemez. Romanımın kahramanı için de geçerli bu tabii. Ancak hızlı değişim birçok şeyi silip yok ediyor. Yaşanan yerler tarihlerini kaybediyor. İstanbul gibi kadim kentler için durum çok daha çetrefil. Tarihin katmanları üzerinde yaşıyoruz. Örneğin sıklıkla metro inşaatları arkeolojik kazı alanlarına dönüşüyor. Sürekli olarak mekânın dönüştürülmesi söz konusu. Bu dönüşümün içinde bizler de romanımın kahramanları gibi bir çıkış arıyoruz, oldukça kısa yaşam süremiz içinde bir şeyleri geleceğe taşımaya, yaşadığımız ana anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bu çok hüzünlü geliyor bana. Yıkım, ölümün kaçınılmazlığının ifadesi haline geliyor. Ama öte yanda arzularımız var, canlı olmak demek arzu etmek demek. Dolayısıyla içe dönük, pasif bir nostalji içine yuvarlanmayı doğru bulmuyorum kendi adıma.

* “Televizyon golü ağır çekimde tekrar tekrar, farklı farklı açılardan veriyordu. Hayatımızda da böyle olsaydı diye düşündüm odadan çıkarken. Bazı anları tekrar tekrar yaşasak, farklı açılardan görseydik...” Kerem, kitapta böyle söylüyor. Sizin için farklı açı ne ifade ediyor?

Bakış açısı bence bize edebiyatın armağan ettiği en önemli zihinsel işlevlerden biri. İnsan kendi bakış açısının tek doğru olmayabileceğini anladığında diğer insanlarla ve dünyayla ilişkisi değişiyor. Hem de olumlu yönde değişiyor. Farklı bakış açılarından olayları değerlendirmeye başladığınızda birden bire yaşadığınız gerçekliğin farklı katmanlarını, karmaşık ilişkiler ağını keşfediyorsunuz. Bu da hakikati anlamakta son derece önemli bir katkı sağlıyor insana.

* “Yazmak için yazıyorum ben. Edebiyat çok farklı. Resim ya da müzik gibi evrensel değil. Dile bağlı. Anadiline bağlı. Dil benim evim. Hapishanem...” Bu sözler kitaptaki en etkileyici cümlelerden. Yazmak ile dil arasındaki bağlantıyı nasıl özetlersiniz?

Edebiyat dille yapılan bir sanat olarak diğer sanatlara göre en yerel olanı. Öte yandan dil zihnimizin dünyayı kavrayışında en önemli unsurlardan biri o yüzden de edebiyat sanatını en derinden içselleştirmeye hizmet ediyor. Yerelleştikçe özel, hatta öznel hale geliyor. Edebiyat gücünü buradan alıyor. Tabii zayıflığını da aynı anda içinde taşıyor, evrensellik ciddi bir mesele haline geliyor. Yazmakla uğraştığınız zaman mutlaka bir an gelir, dilinizin sınırlarına çarparsınız. Bu kimi zaman kendi bilgimizin, kültürümüzün sınırıdır, kimi zaman da dilin varoluşuna dair bir sınırdır. Bir türlü istediğiniz ifadeyi bulamazsınız. Bu dille yaşadığınız sorundur. Yazarken sıklıkla başımıza gelir. Aslında bu sadece yazarken değil, yaşarken de başımıza gelir. Herkesin karşılaştığı ama dile dökemediği için bir süre sonra yok saydığı bir meseledir. Anlatılamayanı yaşamak, yaşanılanı anlatamamak sanırım en trajik durumlardan biridir insanın başına gelen. İşte edebiyat bize bu mesele karşısında yalnız ve çaresiz olmadığımızı gösterir. Heyecanı kaybetmek ölmekten kötüdür

 

HEYECANI KAYBETMEK ÖLMEKTEN KÖTÜDÜR 

* “Ne kadar korkutucu! Hiçbir şeye şaşırmak. Her şeyi olağan karşılamak. Belki de başarının sırrı buydu. Olan her şey olabildiği için sıradandı...” Bence de şaşırmamak çok korkutucu... Şaşırmayanlar yazabilir mi?

Ben o şaşkınlık halini çok değerli buluyorum. Şaşırmamak bir tür duygusuzluk durumudur. Apati. İnsan hiçbir şeye şaşırmıyorsa heyecanını, arzusunu ve hatta korkusunu kaybetmiş demektir. Dünyanın, hayatın, insan olmanın ne kadar şaşırtıcı, heyecan verici bir durum olduğu hissini kaybetmek ölmekten bile kötüdür. Ama yaşayan bir ölüye dönüşmek… Böyle bir ruh durumundaki insan yazabilir mi, yazdıkları neye benzer bilemiyorum.

Öyle Güzel Bir Yer ki Murat Gülsoy Can Yayınları 240 sayfa 19.50 TL

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Bay Bond artık size ihtiyaç yok
Ev alma zamanı ama nereden?
Microsoft’un yeni tarayıcısı: Edge

Kültür Sanat Haberleri