Middle East Eye Genel Yayın Yönetmeni David Hearst üzerinden iki yıl geçmesine rağmen Suudi Arabistan’ın İstanbul başkonsolosluğu’nda öldürülen Cemal Kaşıkçı’nın gölgesinin hala veliaht prens Muhammed Bin Selman’ın üzerinde olduğunu söyledi.
Cinayetin 2. Yıldönümünde perspektif.online sitesine konuşan İngiliz gazeteci Suudi muhaliflerin hala öldürülme riski taşıdığını savundu.
Dünya’da başka siyasi cinayetler olmasına rağmen Kaşıkçı’nın öldürülmesinin diğerlerine göre büyük etkide bulunduğunu belirten Hearst’e göre cinayetin bu kadar büyümesini bir sebebi şans.
“Kısmen şans eseri çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Yerli Türk personelin tamamını çıkarmak için büyük çaba harcadılar. Fakat iki Türk personel veya iki şahit aslında binada kalmıştı ama suçlarını gizlice işlemek için azami çaba gösterdiler. Neyse ki bu girişimleri başarısız oldu. İşledikleri suç tarihte en çok kayda geçenlerden biriydi."
"Saatlerce uzunlukta ses kayıtları vardı ve bunların 45 dakikası Türk yetkililerce açıklandı. Düpedüz saatlerce kayıt almışlardı ve Türk istihbaratına göre cinayet ekibi Riyad’ı defalarca aramıştı. Kimi aramışlardı? Türk yetkililer o aramalardan bazılarının içeriğinden haberdar. Çok şey biliniyor. Katillerin kimliğini biliyorlar: bu suç hakkında çok fazla ayrıntı biliniyor.”
Hearst’e göre cinayet emrini veren Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Muhammed Bin Selman cinayetin sonuçlarından kurtulamadı.
KRAL OLMA HAYALİNE GÖLGE DÜŞÜRDÜ
“Bence cinayet emrini veren Veliaht Prens Muhammed bin Selman (MbS) Washington’da da uluslararası arenada da bunun etkisinden hiç kurtulamadı. Bu da bir adamın, bir gazetecinin öldürülmesinin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Cemal’in kendisi de yarattığı ilgiden dolayı şaşırıp gururlanırdı diye düşünüyorum. Cinayet, Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan kralı olma ihtimaline çok ağır bir gölge düşürdü ki bu da gerçekten büyük bir etki."
"Mesela Kaşıkçı cinayetini Vladimir Putin döneminde sık sık yaşanan siyasi cinayetlerle karşılaştıracak olursam aklıma alışverişten dönerken dairesinin önünde bir suikastçı tarafından öldürülen arkadaşım Politkovskaya gelir. Birleşik Krallık-Rusya ilişkileri için devasa sonuçlar doğuran bu olayların hiçbirinin Kaşıkçı cinayeti kadar bir etkiye sahip olmadığını düşünüyorum. Demek istediğim Suudi muhaliflerin kaçırılması, kaçırılmaya çalışılması veya iade edilmesi yeni olgular değil. Hiç kuşkusuz bunlar Muhammed bin Selman’la başlamadı ama onunla yeni bir seviyeye taşındı. Ve Cemal’in gölgesi iki yıl sonra bile gerçek anlamda bin Selman’ın üzerinde dolaşıyor.”
SELMAN İLE TRUMP ARASINDAKİ BAĞA TEHDİTTİ
Washington Post’ta köşe yazarı olmasa idi cinayet bu kadar büyümezdi diyen Hearst’e göre Kaşıkçı kendisine dönük riski küçümsedi ve asla kendisini öldürülecek kadar önemli biri olarak görmedi.
Kendisine Amerika’da bir düzen kurmak istediğini hissedebiliyordunuz ve bu da Muhammed bin Selman için çok çok ciddi bir tehditti. Ben bunun Cemal açısından büyük bir hesap hatası olduğunu düşünüyorum. Cemal başka birçok konuda çok haklıydı ama Washington’da bir düşünce kurulma projesinin Suudi Arabistan’daki yeni rejim için oluşturduğu tehditin büyüklüğü konusunda yanılıyordu. Londra, Doha veya hatta İstanbul veya Ankara’ya yerleşmeyi kabul etseydi bugün hayatta olacağını düşünüyorum. Trump ile Muhammed bin Selman arasında kurulan göbek bağını gerçekten tehdit eden şey özellikle Washington’a yerleşme projesiydi.
Esasında arkadaşları konsolosluğa adım atmaması için onu sadece günler önce uyarsa da öldürülecek kadar önemli olduğunu düşünmüyordu. Ve kendi güvenliği noktasında kesinlikle temel bir hata yaptı. Bu Cemal’e yönelik bir eleştiri değil, aksine Suudi hanedanının oyunun kurallarını nasıl değiştirdiğini, bu yeni rejim altında ne kadar köklü bir değişimden geçtiğini gösteriyor.”
Yurtdışında yaşayan Suudi muhaliflerin hala öldürülme ihtimallerinin olduğunu düşünen David Hearst Kaşıkçı cinayeti sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basın özgürlüğü konusundaki kötü siciline rağmen doğru bir karar verdiğini söyledi.
“ Elimizde bağımsız gazeteciliği koruma konusunda pek de iyi bir itibarı olmayan bir hükümetin öne sürdüğü ve tamamen dışarıdan iki kurumun, CIA ve BM’nin de doğruladığı iddialar var. Birinci gerçek bu. İkincisi ise nasıl yönettikleri. Cinayetin başında yaşananlardan sonra Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye en tecrübeli prenslerini göndererek “Bakın, bir anlaşma yapalım” dedi. Erdoğan’a türlü türlü vaatlerde bulundular. Yine Türkiye’nin ekonomisi o dönemde doğru bir istikamete gitmiyordu. Şimdi de pek iyiye gitmiyor. Ama Suudi Arabistan çok fazla para teklif etti. Hakkını verelim, Erdoğan bunları reddetti.”
Röportajın tamamına perspektif.online adresinden ulaşılabilir.