Çekya’nın başkenti Prag’da yapılan Dünya Uygur Kongresi 7. Genel Kurulu’na katılan, Doğu Türkistan’daki kamplarda 3 yıl tutulan Gülbahar Hatiwaji ile kampta öğretmenlik yapmaya zorlanan Kalbinur Sıddık, orada yaşadıkları günleri Cevlan Şirmehmet'in tercümanlığında ANKA'ya anlattı.
1966 yılında Doğu Türkistan doğan Gülbahar Hatiwaji, 2014 yılında bazı emeklilik evrakları için Fransa’dan Çin’e gidişi ile kabus günlerinin başladığını belirterek, “Ülkeye giriş yaptıktan kısa bir süre sonra gözaltına alındım. Gözaltı nedeni olarak, kızım Gülhumar’ın, Fransa’dayken elinde Çin hükümetinin yasaklamış olduğu Doğu Türkistan bayrağıyla gülümseyen fotoğrafı gösterildi" dedi.
Kampta kaldığı süre boyunca ailesinin ve akrabalarının kendisinden hiçbir haber alamadığını kaydeden Hatiwaji, kampa konulduktan sonra yaşadıkları şu sözlerle anlattı:
POLİSLER PASAPORTUMU ALIKOYDULAR
“2016 Kasım ayında, daha önce çalıştığım kurum, beni Fransa'dan Doğu Türkistan'a emekli işlemlerimi yapmam için çağırdı. Ben de onlara uyarak, Doğu Türkistan’a döndüm. İlk başta polisler benim pasaportumu alıkoydular. Ondan sonra nereye gideceksem onlara bildirerek gidebileceğimi söylediler. Ben de o şekilde, adli kontrol dediğimiz şekilde nereye gitsem polislere bildiriyordum.
AYAĞIMI, ELİMİ ZİNCİRLEYEREK BENİ DİREKT KOĞUŞA GÖTÜRDÜLER
2017 Ocak ayında, benim daha önce memur olarak çalıştığım Karamay ilinde polis beni çağırdı, Karamay’a gelmemi istedi, ben de Karamay’a gittim. Ben gittiğimde polisler parmak izimi aldı; yüzümü, gözümü kayda aldı. Ondan sonra o gün, polisler yine beni karakoldan şehirdeki hastaneye götürdü. Orada kan alındı, idrar kontrolü yapıldı. Her çeşit MR çekimleri, bir sürü kontrollerden geçirdiler beni. Sonra polis beni oradaki emniyet müdürlüğüne götürdü. Emniyet müdürlüğüne götürdükten sonra ayağımı, elimi zincirleyerek beni direkt koğuşa götürdüler.
BİZE SOĞUKTA İŞKENCE YAPIYORLARDI
Girdiğim o koğuşta bir sürü kadın vardı. Ama kadınların hepsinin eli, kolu, ayağı zincirliydi. Bize, Çinlilerin küçük bir ekmeği var, sadece yemek olarak onu veriyorlardı. Bizi uyutmuyorlardı. Uyusak bile nöbetleşerek uyuyorduk. Bizi uyandırmaya geldiklerinde, idam edilme zamanımın geldiğini düşünüyordum. Kadınlar koğuşu çok kalabalık olduğu için birimiz uyuyorsak diğerimiz nöbet tutuyordu. Ve eksi 28 derece soğukta bizi dışarı çıkartıyorlardı. O soğukta bizi gezdirerek işkence yapıyorlardı.
BAŞIMIZA SİYAH TORBA GEÇİREREK İFADE VERMEYE GÖTÜRÜYORLARDI
9 kişinin yatabileceği yataklarda, biz 30-40 kişi sıkışarak yatmak zorundaydık. Her seferinde, bizi ifadeye götürdüklerinde ellerimizi arkadan bağlıyorlar, başımıza siyah torba geçiriyorlardı. İki tane polis arkamızdan, omuzumuzdan iterek ifade alma odasına götürüyordu. Ama ellerimiz, kolumuz zincirli, ona rağmen ifade alırken bile, böyle demir sandalye var, o demir sandalyeye oturtup, elimizde, kolumuzda, ayağımızda zincir olmasına rağmen yine aynı şekilde oraya da tekrar yine zincirliyorlardı, kelepçe takarlardı.
TOPLAMA KAMPINDA HER YER KAMERALARLA DOLUYDU, HATTA TUVALET BİLE
2017 Nisan ayında, polisler silahla girdi bizim kaldığımız koğuşa. Hepimizi yatağa kelepçelediler. 5 Haziran 2017’de, polisler benimle birlikte koğuştaki tüm kadınları toplama kampına götürdü. Orada, o toplama kampında her yer kameralarla doluydu. Hatta tuvalet ve banyo bile…Girdiğimiz her yer, yatakhane, koğuşlar kameralıydı. Bizi yemeği götürdüklerinde olsun gerek sınıf dediği yere götürdüklerinde, bizler sıralı şekilde, aynen robotlar gibi böyle dizilmiş bir şekilde yürüyorduk. Ne sağa sola bakmamıza izin veriliyordu, ne de yanımızdaki kişiye. Veya diğer koğuşların oradan geçerken bile bakmamıza hiçbir türlü izin verilmez, yanımızdaki kişiyle de konuşmamıza izin verilmezdi.
BİLMEDİĞİMİZ İĞNELER YAPIYOLARDI
Sıkıştığımızda tuvalete gitmek istesek bile istediğimiz zaman tuvalete gidemiyorduk. Sadece onların belirttiği saatte gidebiliyorduk. Birkaç sefer, bazı insanlar, izin verilmediği için o kadar sıkışıp altına ettiğini biliyoruz. Bu kaldığım süreçte, toplama kampında her sene iki kere yaz ve sonbahar aylarında bizlere bilmediğimiz iğneler kullanarak aşı gibi bir şey yapıyorlardı. O iğneler sonucunda bir sürü genç kızımızın adeti durmuştu.
TOPLAMA KAMPINDA 17 YAŞINDAN 80 YAŞINA KADAR KADIN VARDI
Benim kaldığım toplama kampında 270 kişi vardı. 17 yaşından 80 yaşına kadar hepsi kadındı. Sonra buraya daha fazla kişi alamayacakları için 2018 Ekim ayında daha geniş, daha büyük olan yeni bir toplama kampına transfer ettiler bizi. Bu yeni toplama kampına bizi transfer ettikten sonra, yani 5 Kasım 2018'de, 4 kişiyi mahkemeye sevk ettiler. 4 kişi için kendi düzenledikleri bir duruşma yaptılar. 23 Kasım da benim sıramdı. Duruşma günümde, direkt önüme Fransa’da olan kızımın Doğu Türkistan bayrağına sarılı bir fotoğrafını önüme koydular. Sonra eşimin orada ilticacı olarak müracaat ettiği gerekçesiyle Kasım 2018’de, tutuklanmamdan iki yıl sonraki dokuz dakikalık duruşmanın ardından 7 yıl hapis cezasına çarptırıldım. Duruşma var ama o kararı veren kişi polis. Hakim, savcı değil. Polis iddianameyi okuyor. Polis bana kararnameyi okuyor, ben şaşırdım. Bu davayı bana mı açtı, eşime mi açtı ya da kızıma mı açtı, anlamadım.
YURT DIŞINA SEYAHAT EDEN HERKESİ HAPİSHANELERE TRANSFER ETMİŞLER
23 Aralık 2018 yılında elime, ayağıma, daha öncesinden daha büyük, daha ağır olan zincirlerle kelepçeleyerek beni toplama kampından hapse transfer ettiler. İlk başta beni neden o hapse gönderdiğini, toplama kampından neden oraya transfer ettiğini anlayamadım. İki, üç ay geçince anladım ki yurt dışında yaşamış olan, yurt dışında akrabası olan veya yurt dışında seyahat eden herkesi o şekilde hapishanelere transfer etmişler. Ben, 23 Aralık’tan 12 Mart 2019’a kadar bu hapishanede o şekilde tutsak edildim. Ağustos 2019’da, yerel mahkeme hâkimi masum olduğum gerekçesiyle salıverilmemi istedi.
BEN ÖZGÜRLÜĞÜME KAVUŞTUM AMA DOĞU TÜRKİSTAN’DA ZULÜM DAHA BİTMEDİ
Sonra polisler benim pasaportumu bana geri verdi. Hatta bana pasaportumu geri verirken bana burada gördüklerimi, yaşadıklarımı, o toplama kamplarının içinde yaşananları yurt dışına çıkınca hiç kimseye bahsetmemem için beni tehdit etti ve hatta Doğu Türkistan’da kalmış olan akrabalarım üzerinden bana şantaj yaptılar. 21 Ağustos’ta Fransa’ya döndüm. Fransa’ya geldikten sonra öğrendim ki özgürlüğüme kavuşmam için Fransa hükümeti ve ailem çok çabalar göstermiş ve onların çabası neticesinde ben özgürlüğüme kavuştum. Gerçi ben özgürlüğüme kavuştum ama Doğu Türkistan’da zulüm daha bitmedi. Doğu Türkistan’da soykırım hala devam ediyor. Oradaki insanlarımız hala o işkenceleri çekiyor. Bu yüzden tüm dünyanın biz Uygurlulara destek vermesini ve Çin’e baskı yaparak toplama kamplarının kapatılması için, oradaki insanlarımızın özgürce yaşaması için elinden gelen tüm çabaları göstermesini istiyorum.”
'YAŞADIĞIM HİÇBİR ŞEYİ UNUTAMIYORUM'
Doğu Türkistan'ın Urumçi şehrinde doğup büyüyen, şu an Hollanda'da yaşayan kamp tanığı öğretmen Kalbinur Sıddık ise “Onlar sadece işkence görmedi, tecavüze de uğradılar. Bazen toplu tecavüze uğradılar. Şahit olduğum ve yaşadığım hiçbir şeyi unutamıyorum” dedi.
Sıddık, şöyle konuştu:
‘BİR GRUP CAHİL İNSANLARI TOPLADIK, SİZ BU İNSANLARA ÇİNCE ÖĞRETECEKSİNİZ’
“Çalıştığım okuldaki toplantıda çok açık ve net bir şekilde 'Biz size bir grup cahil insanları topladık, siz bu insanlara Çince öğreteceksiniz’ denildi. Ve kendilerinin hazırladığı üç çeşit kitabı bize sundular. O kitaplardaki Çinceyi o kamplardaki insanlara, o kitaplardan öğretecekmişiz.
'ORADA GÖRDÜKLERİNİZİ, BİLDİKLERİNİZİ HİÇ KİMSEYE ANLATMAYACAKSINIZ' DEDİLER
Bize çok açık şekilde beyan ettiler; 'Orada gördüklerinizi, bildiklerinizi hiç kimseye anlatmayacaksınız. Aile yakınlarınız dahil, hiç kimseye anlatmayacaksınız' diye. Açık şekilde şantaj yaptılar. Hatta bana özellikle dediler ki -benim kızım Hollanda’da yaşıyordu- 'Senin kızın Hollanda’da okuyor değil mi? Bak Çinliler ve Hollanda arasında çok iyi bir dostluk ilişkisi var. Kızını evine getirmeyelim' diye bana açık şantaj yapıldı kızım üzerinden.
AĞIR SİLAHLANMIŞ POLİSLER HAZIR DURUMDA BEKLİYORLAR
1 Mart’ta polisi aradım. Polis geldi, beni öğretmenlik yapacağım yere götürdü ve oradaki manzaraları görüp şaşırdım. Burası konum olarak, Sanfangu dediğimiz bir dağın üzerinde bir yer. 4 katlı bir bina. O binanın çevresi tamamıyla yüksek duvarlar ve o duvarların üzerinde elektrik telleri var. Üç katlı kapıdan geçiyoruz. İçine girip, avlusuna girdiğimizde, avlusunda komple ağır silahlanmış polisler, sanki hemen savaşa çıkacakmış gibi böyle hazır durumda olan polisler var. Binanın içinde koridorlarda da polis ve askerler var. Avluda da aynı şekilde ağır silahlanmış polis, askerler var. Ondan sonra kapıdan içeri girdim. Beni oraya götüren polis, oradakilere dedi ki 'İşte bu Çince ders veren öğretmen'.
GÜNDE SADECE BİR KEZ TUVALETE GİTME ŞANSLARI VAR
Ben orada onlara Çince öğretirken koğuşları da görüyordum. Oradan geçerken bazen koğuşların kapıları açılıyordu ve ben içeriyi görebiliyordum. Böyle beton üzerinde kalıyorlar. Küçük ince battaniyeler var, işte orada yatıp kalkıyorlar, onun üzerinde. Yemekte ben zaten onlarla birlikteyim. Onların yediği yemek, Çin ekmeği. Bembeyaz, böyle unla yapılmış küçük bir ekmek. Böyle tandırda yapılmış değil, un ile haşlanmış tarzında. Sonra çorba var, pirinç ve su ile yapılmış. Onu yiyorlar üç vakit. Günde sadece bir kez tuvalete gitme şansları var ve 1 dakika içinde gidip gelmeleri gerekiyor.
4 ÇEŞİT MALZEME KULLANIYORLAR İŞKENCE YAPARKEN
Aynı binada olduğu için yaşanan her şeyi çok net duyabiliyorsun. Çığlıklar binanın her tarafından yankılanıyordu, bazen öğlen yemeğinde, bazen sınıftayken onları duyulabiliyordum. Çok acayip, vahim sesler çıkıyordu o binalarda. İşkence edildiği belliydi ancak bizim soru sorma hakkımız yoktu. Benim o kampta tanıdığım müdür vardı. Kampta tutsak olanlardan sorumlu olan kişiydi. Onunla biraz muhabbetim vardı. Konuşurken laf arasında çaktırmadan sorardım, 'Ne tür işkenceler yapıyorsunuz, nasıl şeyler yapıyorsunuz' diye. Bana anlattı nasıl işkence yapıldığını. Dört çeşit malzeme kullanıyorlar işkence yaparken, elektronik şapka, elektronik eldiven, elektronik sandalye ve elektronik sopa. Bu işkence malzemelerini kullanıyorlar.
ÇOK ACIMASIZ İŞKENCELERE ŞAHİT OLDUM
Kadınlara öğretmenlik yaptım ve orada da çok acımasız işkencelere şahit oldum. Kısırlaştırma yapılıyordu genel olarak. Adeti durdurma ilacı veriyordu ve ondan sonra farklı iğneler kullanılıyordu. Hatta ben kendi gözümle şahit oldum, 18-20 yaş civarındaki bir kızımızın iki ay boyunca kanaması oldu. Kansızlıktan orada vefat etti. Ben de buna gözümle şahit oldum. Burada elektronik sopayla kızlara işkence yapılıyor, onun dışında bireysel olarak ya da grup olarak tecavüzler ediyor Çinli polisler. Sadece toplama kamplarında tutsak olan kadınlar değil, toplama kampları dışındaki kadınlar da aynı şekilde işkencelere maruz kalıyor. Çünkü onlar açık hava hapishanesinde, orada da aynı şekilde bu kürtaj yapılıyor kadınlara. Kısırlaştırma yapılıyor. Kadınların hamile kalmaması için oradaki muhtarlık veya belediyeler tarafından o iğneler zorla kullanılıyor.
AİLESİ TOPYEKUN TOPLAMA KAMPINA ALINMASIYLA TEHDİT EDİLİYOR
Onun dışında, belediyelerin yani hükümetin gösterdiği Çinli aileyle evlenmek zorunda bırakılıyorlar. Ailesini koruma amacıyla evliliği kabul edenler de çok. Çünkü aileleri toplama kampına alınmasıyla tehdit ediliyor. O yüzden de kabul ediyor, zorla evliliğe maruz bırakılıyor.
TÜRKİYE DEVLETİ VE TÜRK HALKINDAN BİZE YARDIM ELİ UZATMASINI, BİZE SAHİP ÇIKMASINI İSTİYORUM
Evet, şu anda dünyada, ABD başta olmak üzere 7 tane ülke Çinlilerin Uygurlara soykırım yaptığıyla ilgili kanaate vardı ve o kararı açıkladı. Ama ben, şahsen hiç Türkiye’ye gitmedim ama Türkiye’yi çok seviyorum, çünkü orası bizim de vatanımız. O yüzden ben, Türkiye devleti ve Türk halkından, Uygurlar yok olmadan önce, tamamıyla yok olmadan önce bize yardım eli uzatmasını, bize sahip çıkmasını istiyorum ve talep ediyorum.”