Orta Asya ülkeleri, bölgelerinde küresel ve bölgesel hegemonik güçlerin jeopolitik etkilerini ve rekabetlerini kırmaya çalışırken, ABD’deki 11 Eylül 2001 terör saldırısının hemen sonrasında kendilerini yeniden bölgesel politikanın ve hatta uluslararası ilişkiler politikasının merkezinde buldular. Bölgesel ve uluslararası düzeyde etkin güçler beklenmedik bir şekilde Orta Asya ülkelerine odaklandılar. ABD bu bölgeye olan ilgisini artırarak bu bölgeye 2001-04 yıllarında bu bölgeye yönelik ekonomik ve askeri yardımları kat kat artırmaya başladı. ABD, bu dönemde Afganistan’daki terör odaklarını temizlemek ve akabinde de Afganistan’ı işgal etme planı çerçevesinde, biri Özbekistan Khanabad’ta, diğeri Kırgızistan Manas’ta olmak üzere iki askeri üs kurdu. Bunun yanı sıra, Özbekistan’ın güney kenti Termez’i Kuzey Afganistan’a askeri malzeme ve teçhizat taşıma merkezi olarak kullanmaya başladı. Bu süreçte çok sayıda Amerikan askeri ve sivil personeli de bölgeye akın etti. Rusya da meydanı bütünüyle ABD ve müttefiklerine bırakmamak için Orta Asya ülkeleriyle özel olarak ilgilenmeye başladı.
Rusya’nın zaten biri Kırgızistan’da, diğeri de Tacikistan’da olmak üzere iki tane askeri üssü var. Çin de bölgede hem gelişen rekabetin dışında kalmamak hem de bölgede bir nevi denge unsuru olduğunu göstermek için Orta Asya ülkeleriyle yakından ilgilenip ekonomik ve güvenlik işbirliğîni geliştirdi. Orta Asya ülkeleri yeniden kendilerini bölgesel ve uluslararası güçlerin jeopolitik çıkarlarının çatıştığı ilgi alanının içerisinde buldular. Orta Asya ülkeleri bu durumdan hem rahatsızdılar hem de bir nevi memnundular aslında. Bölgesel ve uluslararası güçlerin bölgelerindeki bu jeopolitik ilgilerini ve çıkarlarını kendi lehlerine kullanarak maddi kaynak sağlamaya yöneldiler, fakat bu oyun kurucu rolleri kendileri için olumlu olduğu kadar, olumsuz sonuçlar da doğurma ihtimali taşıyordu. Nitekim, Kırgızistan rekabeti olduğundan çok kızıştırmaya yönelince bu Akayev’in görevinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı. Kazakistan bu jeopolitik oyunda bölgesel ve uluslararası güçler arasında daha dengeli bir siyasi tutum sergiledi. Özbekistan ise zaman zaman siyasi ortaklarını değiştirme politikası sergiledi ve 2005 Andican olayları dolayısı ile Özbekistan’ı eleştirmesinden sonra, ABD ile ilişkilerini sürdüremeyeceğini açıkladı ve Özbekistan’daki Amerikan askeri faaliyetlerini durdurduğunu açıklamasından sonra, 2009 yılında ABD’nin Özbekistan’daki askeri üssünü kapatı. Rusya’nın desteği ile 2014 yılında da Kırgızistan’daki Amerikan üssü kapatıldı; buna karşılık Rusya’nın askeri üssünün faaliyetlerine devam etmesi kararlaştırıldı, Rusya’nın Tacikistan’daki askeri üssünün faaliyetleri de 2042’ye kadar uzatıldı.
ABD’nin bölgeden askeri olarak çekilmesinden sonra Orta Asya bir kez daha bölgesel ve uluslararası güçlerin jeopolitik ilgi ve rekabet alanı olmaktan çıkmış görünüyor. Bu durum ne kadar sürer kestirmek güç, çünkü Orta Asya zengin enerji kaynaklarının bulunduğu ve stratejik öneme sahip bir bölge. Bölgenin ekonomik istikrarı ve güvenliği Batı ve bölgedeki güçler açısında hâlâ önem arz eden bir bölge. Çünkü Orta Asya ülkelerinin uluslararası ilişkileri bölgeleri dışındaki ulusların bir çoğunun çıkarlarını etkilediği için bu ülkelerdeki gelişmeler hem bölgedeki ve hem de bölge dışındaki siyasi çevrelerin ve bilim adamlarının dikkatlerini hâlâ meşgul etmekte. Orta Asya ülkeleri ise bir ikilem içerisindeler. Bir taraftan bölgesel ve uluslararası güçlerin ilgi alanı olmak hoşlarına gıdiyor, diğer taraftandan da bölgelerinde her hangi bir jeopolitik rekabetin yada çıkar çatışmasının merkezi durumunda olmak istemiyorlar. Diğer bir deyimle, Orta Asya’yı, bölgesel ve uluslararası jeopolitik rekabetin ekseni dışında tutup bölgesel ve uluslararası güçlerin ilgi alanı içerisinde kalmayı nasıl dengeleyebilecekleri sınavı ile karşı karşıyalar. Orta Asya ülkeleri bölgesel ve uluslararası güçlerin Orta Asya bölgesi üzerindeki ilgilerinden memnun, fakat bu uluslararası ilginin bölgenin uluslararası güçlerin jeopolitik rekabetin bir parçası haline gelmesini istemiyorlar. Aslında bu durumda manevra alanları o kadar geniş değil, bu ülkelerin seçenekleri az. Çünkü günümüzde uluslararası alanda ekonomik ilişkiler son derece politize, ve siyasi ilişkilerde ekonomize olmuş durumda. Her siyasi ilişki bir ekonomik çıkar, her ekonomik ilişki de bir siyasi çıkar amaçlıyor. Bu durumda Orta Asya ülkelerinin uluslararası ilişkilerde daha etkin olmaları, seslerini duyurmaları, kâle alınmaları ve bekledikleri uluslararası ilginin merkezinde kalmalarının yolu Orta Asya birliğinden geçer.
Bireysel hareket ettikleri sürece bekledikleri ve istedikleri uluslararası ilginin öznesi değil, sadece nesnesi olarak kalırlar. Ulusal devletlerin Orta Asya’da güçlü istikrar kazanmaları bölgesel bütünleşme yoluyla mümkün olabilir. Ekonomik sorunlarını başkalarından yardım bekleyerek çözme yerine Orta Asya birliğini canlandırarak birlikte ulusal ve bölgesel güçlerini kullanarak çözüm yollarını aramaları daha sağlıklı olacak. Dışarıdan gelecek her yardım belli bir amaç taşıyacaktır. Orta Asya birliği bölgedeki siyasi ve etnik istikrarı garanti altına alacak, istikrarlı ekonomik ilişkiler kurarak bölgesel ekonomiyi güçlendirecek ve daha fazla yabancı sermaye ve yatırımları çekmeyi sağlayacak. Böylece iyileştirilmiş iktisadi durum ve insanların yükselecek refah düzeyleri bölgede sağlayacağı güvenlik ve istikrarı bireysel devletler dâhilinde artıracaktır. Orta Asya dünyanın kurak veya yarı kurak bir coğrafyasında bulunduğu için, su paylaşımı konusunda çatışma olasılığı çok yüksek olan bir bölge. Bu bölgede su paylaşımı konusu bir ya da iki ülkenin sorunu değil, tam aksine bölgesel bir sorundur ve bu daha geniş bağlamda görülmelidir. Çünkü ana su kaynakları sınır ötesi su kaynakları olduğundan su paylaşımında kaynaklanacak muhtemel herhangi bir anlaşmazlığı da dostça en iyi çözülebilecek bölgesel temelli bir birliktelik içinde mümkündür. Uluslararası ilişkilerde de zaten gelişmenin çağdaş eğilimleri bölgesel düzeyde işbirliğini desteklemektedir.
Türkiye Orta Asya ülkelerinin güvenlik ve istikrarını gözeterek bu ülkelerle önce güçlü tarihi, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi ikili ilişkilerini geliştirmeye devam etmeli, sonra da bölge bazında etkili bir siyaset geliştirmeli. Bunu yaparken de ülkeler üzerinde ve bölge güçleri nazarında yürüteceği siyaseti ile herhangi bir şüpheye sebebiyet verecek ya da onları ürkütecek hareketlerden kaçınmalı. Orta Asya ülkeleri ile bölge güçlerinin çıkarlarına ters düşmemeye gayret göstermeli. Orta Asya’ya özgü siyasetini kimsenin etkisinden kalmadan kendisi üretmelidir. Çünkü bu beş ülke bir bölge oluşturmalarına rağmen hiçbir şekilde tek bir siyasi ya da ekonomik blok olarak işlev görmüyorlar; üstelik bunlar başka ülkelerden gelecek her şeyi olduğu gibi kabul eden pasif alıcılar değil, hem gerektiğinde bölgesel kuralları işleterek bölgelerinde etkili olabiliyorlar hem de örümcek ağı gibi bağlar kurarak ulusal ve ulus-ötesi işleyen, dinamiklere sahipler. Bölge ülkeleri hem geleneği hem de çağdaş koşulları göz önüne alan devlet mekanizmalarını tercih etmekedirler. Türkiye bu ülkelerle güçlü ikili ilişkiler ile birlikte bireysel devletlerin yanı sıra daha geniş bir coğrafyada güvenlik ve istikrarın daha iyi şekilde korunması için Orta Asya’nın tüm ülkeleri arasındaki toplumsal, ekonomik ve siyasi işbirliğinin derinleştirilerek devam etmesini teşvik etmeli, bölgede iş yapan Türk özel sektör temsilcilerine ikili ilişkilerin genişletilmesi amacıyla desteğini artırmalıdır. TİKA vasıtası ile verdiği yardımların da doğru amaç doğrultusunda kullanıldığına özen göstermeli.
Bugün Türkiye siyasi, ekonomik ve sosyal bakımdan dünden daha güçlüdür; kuşkusuz Türkiye’nin artan gücü Orta Asya ülkeleriyle olan ilişkilerini olumlu yönde etkileyecektir. Türkiye Orta Asya’ya yönelik temkinli politikasını genişleterek sürdürürken şu hassasiyetlere de dikkat etmelidir: Rusya, bazen zayıf güçlerle pazarlık yapmak zorunda kalan bölgesel bir hegemon olarak bölgedeki gaz ve petrol piyasalarını manipüle edebilir, ticaret yollarını açıp kapatabilir, yumuşak ve sert güç kullanabilir ve istediği Orta Asya ülkesinde istikrarı bozabilir. Çin, Özbekistan’da (2000’li yılların ilk dönemlerinde olduğu gibi) liberalleşme konusunda endişe duymuyor ve Kırgızistan’ın istikrarına demokrasiden çok daha fazla önem veriyor. Pekin, Washington’un yapmaya kalkıştığı gibi, yardım ya da ticareti insan hakları alanında ilerleme konusuna bağlamamaktadır. Rusya ile bu konulardaki görüşlerin çoğunu da paylaşıyor. Orta Asya’da demokrasinin veya insan haklarının geliştirilmesi hususunda ABD’nin gayretkeş olduğunu da düşünmemek gerekir; olsa bile, bu yoldaki çabalarının istediği sonucu vereceği sanılmamalıdır. Rusya ve Çin, Orta Asya ülkeleri üzerinde, coğrafyanın doğal bir fonksiyonu olarak ABD’ye kıyasla daha fazla etkiye sahiptirler. Yani, “aynı mahallede yaşıyorlar” diyebiliriz.