[Karar]
ÜRÜN DİRİER
Diyabetten astıma, kireçlenmeden kolite pek çok rahatsızlık için tercih edilen alternatif tedavi yöntemlerinden biri de ozon. Ozon tedavisi, İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in de düzenli olarak kullandığı bir yöntem olduğu için ‘Tedavilerin Kraliçesi’ adıyla anılıyor.
ÖNCE KENDİSİ DENEDİ
Bu yöntemle 1999 yılında tanıştığını belirten Medikal Ozon Oksijen Derneği Başkanı ve göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Lale Yeprem, ozonu ilk kendi üzerinde denemiş: “Bağışıklık sistemim çöktüğü için sürek li hastalanıyordum ve devamlı yorgundum. Bir hocamın tavsiyesi üzerine ozon tedavisi gördüm. 15 gün içinde toparlandım, enerjik bir insana dönüştüm. Mucize gibiydi benim için. Sonra ben de hastalarıma bu uygulamayı yapmak istedim. Londra’dan düzenlenen dünya ozon kongresine gittim. Döndükten sonra da hemen işe giriştim.
O zamanlar Türkiye’de nereseyse hiç bilinmiyordu. 16 yıldır kendime uyguluyorum ve neredeyse hiç hastalanmıyorum.”
Yeprem’in anlattığına göre ozon tedavisi, diyabet, romatizma, eklem aşınmaları, kireçlenme, kolit, chron, hepatit, kronik yorgunluk, fibromiyalji, ağrı, fıtık, alerji, migren ve akne gibi onlarca hastalık ve rahatsızlıkta kullanılıyor. Tedavinin yan etkisi ise anti aging yani gençleştirme özelliği. Çünkü ozon vücuttaki onarım mekanizmalarını hızlandırıyor.
Ozon tedavinin uygulaması ise çok basit. Hastadan bir miktar kan alınarak, üç atomlu oksijenden ibaret olan ozonla zenginleştiriliyor. Zenginleştirilen kan hastaya geri enjekte ediliyor. Böylece dokulara daha fazla oksijen bırakılması sağlanarak, doku tamiratı hızlandırılıyor. Bağışıklık sistemini dengeleyen ozon, lökositlere oksidasyon yaparak vücudun doğal antioksadan kalkanlarını aktive ediyor.
HIZLI İYİLEŞTİRİYOR
Kronik hastalıklarda görülen mikropsuz iltihapları (enflamasyon) kontol altına alarak, metabolizmanın kendi iyileşme sürecini harekete geçiriyor. Kırmızı kan hücrelerinin içindeki şeker ve kolesterol metabolizmasını da düzenliyor. Kanserde ise destek tedavi olarak kullanılabiliyor. Bağışıklık sistemini uyandırdığı için, kemoterapi ve radyoterapinin yan etkilerini zayıflatıyor. Böylece hasta sosyal hayattan kopmayarak işine devam edebiliyor.
ŞİFALI SÜNNET: HACAMAT
Sünnet olarak yüzlerce yıldır şifa amacıyla kullanılan hacamat, geleneksel tıpta en popüler tedavi yöntemlerinden. Hacamat özetle deri altında birikmiş, vücutta hastalıklara neden olan toksik kanın vakumlanarak dışarı atılması işlemi olarak tanımlanabilir. Vücüdun dışarıya atamadığı ağır metaller, toksinler, serbest radikaller, kullanılan ilaçların ve hormonlu gıdaların vücutta bıraktığı kalıntılar, akupunktur noktalarına atılan kesiklerden alınan kan ile çıkıyor.
Günümüzde İslam ülkeleri dışında Avrupa ülkelerinde uygulanan hacamatın, bağışıklık sistemine bağlı tüm kronik hastalıklara karşı etkili olduğu düşünülüyor. Özellikle migren, bel-boyun fıtıkları, eklem ağrıları, karaciğer sorunları, kalp hastalıkları, psikolojik hastalıklar, unutkanlık, göz problemleri, kronik yorgunluk, tansiyon gibi bağışıklık sistemine bağlı tüm kronik hastalıklarda uygulanıyor. Genelde sırt bölgesinde uygulansa da kişinin hastalığına, şikayetine göre baş bölgesi ve vücudun diğer akupunktur noktalarına da uygulanabiliyor. Kalp yetmezliği, hemofili, kansızlık ve hipertansiyon hastalarında uygulanmıyor.
İBN-İ SİNA’NIN TEDAVİSİ AVRUPA’DA ÇOK YAYGIN
Antik çağlardan bu yana kullanılan, İbn-i Sina’nın kitaplarında da adı geçen sülükle tedaviye Avrupa’da çok rbaşvuruluyor. Almanya’da 300’ü aşkın Hirudoterapi Kliniği’nde sülük şifası veriliyor. 2004 yılında Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA) tarafından da akredite edilen sülük tedavisi, göz hastalıklarında, variste, damar sorunlarında, romatizmal hastalıklar, kireçlenme, migren, baş dönmesi, kulak çınlaması, fıtık, fibromiyalji, felç, deri hastalıkları, hepatit, karaciğer sorunlaru ve sinir sistemi hastalıklarında aktif olarak kullanılıyor. Ancak gebelerde, emziren annelerde, diyabeti veya kalp yetmezliği olanlarda uygulanmıyor. Sülüklerin şifa özelliği ise içerdikleri 100’ü aşkın biyoaktif maddeden kaynaklanıyor. Bu maddelerin bir kısmı kanın pıhtılaşmasını engellerken, bir kısmı oluşmuş pıhtıları eritiyor. Antidepresan, antibakteriyel, antioksidan etkisi de yapılan çalışmalarla ortaya konuldu.
BEYNİMİZ BİRDEN FAZLA İŞ YAPMAYA UYGUN DEĞİL
Telefonda mesajlaşırken aynı anda bilgisayardan mail atmak, bu arada televizyon seyretmek... Bunları bir arada yapıyorsanız sakın övünmeyin. Çünkü yapılan araştırmalara göre aynı anda birden fazla işle meşgul olmak çok zararlı; beyin kötü alışkanlıklar kazanıyor, IQ’yu da düşüyor.
Aynı anda birden çok iş yapmak, günümüzün iş hayatında pek çok insanın övündüğü özelliklerden biri. Ancak bilim insanları, aynısı düşünmüyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) nörolog Earl Miller “Beynimiz aynı anda birden çok iş yapmak için uygun değil. İnsanlar bunu yaptıklarını sandıkları zaman bir miktar bilişsel kayıp yaşıyor” diyor.
Ancak bu bilişsel kayıp anlık olarak kalmayabilir. Zira Sussez Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, birden çok aletle ilgilenerek çok zaman geçiren insanların beyninin empati ve duygu kontrolünden sorumlu olan bölümünün zayıfladığını gösteriyor.
KÖTÜ BİR ALIŞKANLIK
Odaklanılan işin sürekli değişmesi, beynin ‘kötü alışkanlıklar’ kazanmasına neden oluyor. Bir e-posta göndermek, bir mesaj atmak ya da sosyal medyadan paylaşım yapmak gibi küçük işler, beynin ödül mekanizmasını harekete geçirerek dopamin hormonu salgılatıyor. Böylece beyin, sürekli küçük işler yaparak anlık tatminler peşinde koşuyor. Bazı uzmanlar, insanların sürekli sosyal medya hesaplarını kontrol etme ihtiyacı duymasını buna bağlıyor.
IQ’YU DA DÜŞÜRÜYOR
Londra Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, insanların bilişsel aktivitelerde bulunurken aynı anda birden çok işle meşgul olmasının IQ düşüşüne ve düşüncelerin organize edilememesine neden olduğunu gösteriyor. İş hayatında zekayı düşüren en ciddi sorun e-posta iken günlük hayatta bunun yerini sosyal medya alıyor. Okunmamış bir e-posta ya da bir bildirimin farkında olmanın, o an odaklanılan işe harcanan IQ miktarında 15 puana kadar düşüşe neden olduğu belirtiliyor.