Dünya ekonomisi, 2008 yılında baş gösteren krizin etkilerini hala tam anlamıyla üstünden silememişken, önümüzdeki birkaç yıl boyunca yine zor süreçlerden geçmeye hazırlanıyor. Küresel ekonominin doğu-batı eksenindeki iki ağırlık noktası Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) gelişmeler, yaşanabilecek olan kötü senaryoların sinyallerini veriyor.
Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olarak ABD ile yarışan Çin’de, 2014 yılının genelinde ekonomi yüzde 7,4’lük bir büyüme görüldü. Bu rakamla, ülke, son 24 yılın en düşük büyüme oranını görmüş oldu. 2015 yılına da istediği gibi başlayamayan Çin ilk çeyrekte ve ikinci çeyrekte yüzde 7 büyüyerek, gidişatın daha da kötüye gideceğine işaret etti.
“Küresel ekonomiyi doğrudan etkiler”
Bununla birlikte, Uluslararası Para Fonu (IMF), 2015 yılında Çin’deki büyümenin yüzde 7’nin altına inerek yüzde 6,8 olarak gerçekleşeceğini, 2016 yılında ise yüzde 6,3’e düşeceğini açıkladı. Uzmanlar, ülke ekonomisindeki bu sert inişlerin, dünya için ciddi bir risk olduğunu ve emtia fiyatlarını da zayıflatacağını belirtirken, Çin’de yaşanabilecek herhangi bir krizin küresel ekonominin üzerinde doğrudan etkili olacağını da birçok kere vurguladılar.
Konuyla ilgili olarak Dünya Bankası, Çin’in ekonomisindeki büyümenin yüzde 1 zayıflaması halinde, küresel ekonomik büyümede yüzde 0,5 oranında bir azalma görüleceğini; gelişmekte olan ülkeler için ise bu oranın yüzde 0,6’yı bulabileceğini kaydetti.
Çin Borsası hazirandan bu yana düşüş trendinde
Çin’de 1 Temmuz tarihinde açıklanan veriler, Haziran ayında resmi imalat sanayi Satınalma Yöneticileri Endeksi’nin (PMI) 50,2 ile piyasa beklentilerinin hafif altında kaldığını gösterdi. Aynı döneme ilişkin HSBC tarafından açıklanan endeks ise, 49,9’la sektördeki yavaşlamanın sürdüğüne işaret etti.
Geçen yılın Temmuz ayından itibaren yükselen ve art arda 11 ay boyunca kazanç elde eden Çin borsası, Haziran ayından bu yana düşüş trendine girdi. Bu yılın Haziran ayında 5.166,35 puanı gören Çin Borsasında, Şanghay bileşik endeksi 3.421,53 puana kadar indi. Bu sonuçla endeks, 18 işlem gününde 33,7 değer kaybetti ve şirketlerin piyasa değerindeki gerileme 3 trilyon dolara yaklaştı.
Zhuang: Çöküşün nedenlerinden biri halka arz dalgası
Borsadaki düşüşlere ilişkin olarak Nordea Markets Kıdemli Ekonomisti Amy Yuan Zhuang,borsa çöküşünün arkasında birden fazla nedenin bulunduğu konusunda piyasa takipçilerinin hemfikir olduğunu dile getirerek, "Çin'de pay piyasası her zaman değer odaklı değil, likidite odaklı olmuştur. Dolayısıyla, Çin borsasındaki düşüşün ülke büyümesine ilişkin endişelerden ziyade likidite değişikliğinden dolayı olması muhtemel" diye konuştu.
Borsadaki çöküşün nedenlerinden birinin bu yılın başındaki halka arz dalgası olduğuna dikkati çeken Zhuang, konuşmasına şu sözlerle devam etti:
"Bu yılın ilk 4 ayında toplamda 98 halka arz onaylandı. Çin'de halka arzlar genelde ikincil piyasayı soğutmaya yardımcı oldu. Yatırımcı iştahının bu yeni halka arz olmuş hisselere doğru kaymasıyla, kısa sürede yüksek tutarda para mevcuttaki hisselerden buraya kaydı. Borsadaki düşüşü, ilk halka arz dalgası ve kurumsal yatırımcıların geri çekilmesi harekete geçirirken, kaldıraç ve marj söylentileri şiddetlendirdi. Çin borsasındaki bu çöküş, kredi balonunun patlamasını tetiklemezse, Çin ve global ekonomiye etkisi muhtemelen sınırlı olacak."
En önemli gerekçe marj dengesi
Zhuang, borsadaki düşüşte kurumsal yatırımcıların kademeli bir şekilde geri çekilmesinin de etkili olduğuna işaret ederek, nisan ayında kurumsal yatırımcıların artan hisse senedi balonu endişeleri nedeniyle ellerinde tuttuğu Çin hisse senetlerini azaltmaya başladığını dile getirdi.
Bununla birlikte, Zhuang, Çin borsasındaki çöküşün gerekçeleri arasında en önemlisinin marj dengesi olduğunu ifade etti ve "Bireysel yatırımcılar, günlük işlem hacminin yüzde 80'ini oluşturuyor. Marj dengesi Shanghai borsasında, geçen yılın haziran ayındaki 40 milyar dolar seviyelerinden bu yılın haziran ayında 240 milyar dolara çıktı ve bu da toplam piyasadaki sermaye değerinin neredeyse yüzde 4'üne denk geliyor. Dolayısıyla halka arz dalgası ve kurumsal yatırımcıların geri çekilmesi piyasadaki düşüşü başlatmış olabilir ama esas düşüş kaldıraç kullanılmasıyla şiddetlendi” diye konuştu.
S&P: Hisse senedinde volatilite önemli bir sorun
Çin’in durumunu değerlendiren S&P Başanalisti Paul Gruenwald ise, Çin’deki yavaşlamanın finansal piyasalarda gündemin üst sıralarında kalmayı sürdürdüğünü belirtti. Ülkede büyümenin yüzde 7,5’lik hedefin altında seyrettiğini hatırlatan Gruenwald, ekonomide olası bir sert iniş yaşanmasının mali riskleri açığa çıkarabileceği uyarısında bulundu. Böyle bir durumda Çin’in kredi notunu düşürebileceklerini belirten Gruenwald, “Eğer politika yapıcılar ekonomik şokları hafifletmek için hızlı kredi büyümesine başvururlarsa da notta indirim yapabiliriz. Çünkü bu gibi senaryolar finansal sektörde istikrar riskini artırabilir ve ekonomide keskin bir düzeltmeye yol açabilir" dedi.
Bazı uzmanlar da Çin ekonomisinde “servet etkisi”ni ele aldı. Bu kapsamda, uzmanlar, Çin borsasında yapılan işlemlerin yüzde 80'ine yakınının ülke vatandaşları tarafından gerçekleştirildiğini belirterek, hisse senedi piyasasındaki volatilitenin servet etkisi kanalıyla yurt içi harcama ve tüketim seviyesini etkileyeceğini dile getirdi. Bu noktadan hareketle, hisse senedi piyasasındaki volatilitenin büyümeye yönelik endişelerin devam ettiği ülke için önemli bir sorun teşkil ettiği ifade edildi.
Hisse piyasası yüzde 8’in üstünde değer kaybetti
Dün, Çin hisse senedi piyasası 2007 yılından bu yana en sert düşüşünü yaşayarak yüzde 8’in üzerinde değer kaybetti. Bu değer kaybına sebep olarak ekonominin sağlığı ve Pekin’in gevşek para politikasını sonlandıracağı endişeleri gösterilirken, Shanghai ve Shenzhen’deki en büyük şirketlerin listelendiği CSI 300 Endeksi yüzde 8,6 gerilerken, Shanghai Bileşik Endeksi de yüzde 8.5 düştü ve 3,725.56 puandan kapandı.
Öte yandan, dünyadaki finans çevreleri, Çin’deki ekonomik yavaşlamanın yanında, Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) faizleri artırmasının da küresel ekonominin kaderini belirleyecek faktörlerden biri olduğuna dikkat çekiyor.
Yellen: Ilımlı büyümenin süreceğinden emin olmalıyız
Fed Başkanı Janet Yellen, 18 Haziran’da, Federal Açık Piyasa Komitesi’nin (FOMC) iki gün süren toplantısının ardından düzenlediği basın toplantısında Fed’in ilk faiz artışına ne zaman başlayacağına dair karar almadığını dile getirdi. Konuyla ilgili olarak Yellen, "Ben ve meslektaşlarım, ilk çeyrekte hayal kırıklığı yaratan ekonomik performansın büyük oranda geçici olduğunu düşünsek de faiz artışına başlamadan önce ılımlı büyümenin süreceğine yönelik kesin veriler görmek istiyoruz" dedi.
Piyasaların faiz kararlarına nasıl tepki göstereceği konusunda tahminde bulunmanın zor olduğunu belirten Yellen, Fed’in dalgalanmayı en aza indirmek konusunda elinden geleni yaptığını dile getirdi ve ekledi: "Bu noktada, tek söyleyebileceğim piyasalardaki belirsizliğin olağandışı yüksek seviyelerde görünmediği. Biz sadece dalgalanmayı en aza indirmek için kontrolümüzde olanı yapabiliriz ki bu politika kararlarımız konusunda en açık şekilde iletişim kurmaya çalışmak. Ancak, piyasalarda dalgalanma olmayacağını garanti edemeyiz.”
15 üye bu yıl faiz artırımı istedi
Fed’in faiz artışını kademeli bir şekilde yapacağını tekrar tekrar dile getiren Yellen’in konuşmasının ardından analistler, Fed üyelerinin yıl sonuna ilişkin faiz oranı beklentilerini değiştirmemesinin yıl sonuna kadar 0,25 puanlık iki faiz artışına işaret ettiğini belirtti. Bununla birlikte 17 Fed yetkilisinden 15’i faiz artışına bu yıl başlanması yönünde görüş bildirdi.
ABD Merkez Bankası'nın (Fed) San Francisco Şubesi Başkanı John Williams, 20 Haziran tarihinde yaptığı açıklamada, Fed'in faiz artışına enflasyon hedefine yaklaşılmadan başlamaması gerektiğini belirterek, "Faizleri artırmaya yönelik bekle ve gör yaklaşımımı, enflasyonun yüzde 2 hedefine yaklaştığından emin olana kadar sürdüreceğim” diye konuştu.
Faiz artırımının Eylül ayında başlaması beklentisi
Öte yandan, ABD’de 8 Temmuz tarihinde açıklanan Fed tutanakları, Fed üyelerinin erken faiz artırımına gitmekten endişe duyduklarını gösterdi. Yunanistan ve kreditörler arasındaki görüşmeler ile özellikle Çin ve diğer gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızına yönelik şüphelerin ifade edildiği toplantıda, üyeler, ekonomik şartların normalleşmeye başlamak için gerekli seviyeye yaklaştığını ve enflasyonun dengelenen petrol fiyatları ve döviz kuruyla birlikte kademeli olarak hedefe yaklaşacağını kaydetti. Bu açıklamalar, iki yıldan uzun süredir gündemde tutulan faiz artırımının bu yıl Eylül ayında başlayacağına ilişkin beklentileri güçlendirdi.
Öte yandan, Wall Street Journal tarafından yapılan bir ankete göre, ekonomistlerin yüzde 72’si Fed’in faiz artırımına bu yıl eylülde; yüzde 5’i ekimde; yüzde 9’u aralıkta; yüzde 8’i ise 2016 yılında başlayacağını öngördü.
Yellen: İlk adımı bu yıl içinde atmak uygun olacak
Fed Başkanı Yellen, 10 Temmuz’da Cleveland Şehir Kulübü’nde yaptığı konuşmada, son dönemdeki ekonomik gelişmeler ile bunların Fed'in para politikasını nasıl etkileyeceğini değerlendirdi.
Beklentilere paralel açıklamalarda bulunan Yellen, konuyla ilgili olarak, ”Faiz artışı için ilk adımı bu yıl içinde atmanın ve böylece para politikasını normalleştirmeye başlamanın uygun olacağını düşünüyorum. Ancak, ekonominin gidişatı ve enflasyona ilişkin belirsizliklerin yüksek seviyede olduğunu ve beklenmeyen gelişmelerin ilk artışı geciktirebileceğini ya da hızlandırabileceğini vurgulamak istiyorum. İş gücü piyasasında iyileşmenin sürüp sürmediğini dikkatle izleyeceğiz. Ayrıca, enflasyonun gelecek birkaç yıl içinde yüzde 2'ye yaklaşacağından makul derecede emin olmalıyız” dedi.
Fitch: Faiz artışı gelişmekte olan ülkeleri baskılayabilir
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, 20 Temmuz’da yaptığı açıklamada, ABD Merkez Bankası Fed’in olası faiz artışının gelişmekte olan ülkelerin kredi temelleri üzerindeki baskıyı artırabileceğini belirtti.
ABD’nin olası faiz artışının geçici bile olsa “piyasaları karıştırma” ihtimali olduğunu dile getiren Fitch Ratings, “Diğer merkez bankaları aşırı genişlemeci tutumlarını devam ettiriyor. Merkez bankaları arasındaki bu politika ayrışması, sermaye ABD’ye dönerken, gelişmekte olan piyasaların borçlanıcıları için zorluk oluşturabilir. Gelişmekte olan ekonomiler halihazırda düşük emtia fiyatları ve küresel ticarette devam eden zayıflamayla karşı karşıya kalmış durumda” açıklamasında bulundu.
Şimşek, en kötü senaryoyu açıkladı
Gelişmekte olan ülkelerin kırılganlaşabilecek durumuyla ilgili bir açıklama da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten geldi. Şimşek, 23 Temmuz tarihinde Twitter’daki paylaşımında doların değer kazanması ve emtia fiyatlarının düşüş göstermesinin gelişmekte olan ülkeler için en kötü senaryoya işaret ettiğini belirtti.
Bütün bu söylenenlerden hareketle, dünya ekonomisinin önümüzdeki günlerde doğu-batı eksenindeki gelişmelere bağlı olduğunu, hatta bu eksendeki gelişmelerin küresel ekonominin kaderini belirleyeceğini söylemek tamamen mümkün gözüküyor…