Türkiye son iki yılda iki büyük totaliter kalkışmayla sınandı. Bunların ilki, 14 Temmuz 2015’de PKK’nın Türkiye’ye karşı “Devrimci Halk Savaşı” ilan ederek saldırıya geçmesi, ikincisi de 15 Temmuz 2016’da FETÖ liderliğinde gerçekleştirilen darbe girişimiydi. Eğer bu girişimler başarılı olmuş olsaydı, bugün Türkiye’nin pek çok ilinde KCK’nın silahlı tek parti rejimi kurulmuş veya Türkiye’nin tamamında mesiyanik batıni bir dini kültün liderliğinde askeri bir diktatörlük tesis edilmiş olacaktı. Çok partili demokratik rejime ve Türkiye’nin bütünlüğüne yönelik böylesi varoluşsal tehditlerin yıldönümünü idrak ettiğimiz bugünlerde, PKK’nın neden 1990’lı yıllardan bu yana en büyük saldırısını Temmuz 2015’de başlattığı üzerine dile getirilen iddiaları topluca değerlendirmek faydalı olabilir. Dahası PKK’nın bir yıl boyunca süren ve tarihinde en çok sayıda intihar saldırısıyla şehirlerde sivilleri hedef alarak estirdiği terörün, aynı dönemde FETÖ’nün planlamakta olduğu askeri darbenin “koşullarını hazırlamak” için işlevselleştirildiğini düşünmek de mümkündür. Bu kısa yorum yazısının sınırları çerçevesinde, PKK’nın Temmuz 2015’de başlattığı saldırılarının uzun ve kısa vadeli sebeplerinin neler olabileceği üzerinde durulacaktır.
11-14 Temmuz 2015: PKK ateşkese son veriyor
11 Temmuz 2015’de KCK “askeri amaçlı baraj inşaatını” gerekçe göstererek Türkiye’ye karşı ateşkesi bitirdiğini açıkladı. 14 Temmuz 2015’de KCK eşbaşkanı Bese Hozat, Özgür Gündem’de yayımlanan yazısında bundan sonraki sürecin “Devrimci Halk Savaşı” olacağını ilan etti. 20 Temmuz 2015’de KCK eşbaşkanı Cemil Bayık’ın Suruç’taki IŞİD saldırısından ötürü Türkiye’yi suçlamasını müteakip, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından bugüne geçen son 18 yılın en kanlı terör saldırıları başladı. PKK’nın bu kararının kısa vadeli sebeplerine ilişkin olarak ikisi kamuoyunda da sıklıkla dile getirilen ve aşağıda kısaca değerlendirilecek olan dört farklı hipotezden bahsedilebilir. Fakat bu dört farklı hipotez PKK saldırısının neden tam da Temmuz 2015’de gerçekleştiğine ilişkin kısa vadeli sebeplere ilişkindir. Bu kısa vadeli hipotezlerin değerlendirmesine geçmeden önce PKK saldırısının muhtemel uzun vadeli ve yapısal sebebine değinmek gerekir.
Yapısal sebep: Kürt açılımı sonrasında PKK'nın varoluşsal krizi
PKK dahil silahlı şiddeti ve terörü araç olarak kullanan her yasadışı örgüt, belli bir toplumsal mağduriyeti sömürerek tabanını genişletir ve eleman devşirir. FETÖ’nün dindar muhafazakarların devlet aygıtından dışlanmasının getirdiği mağduriyetleri sömürerek büyüdüğü gibi, PKK da Kürt kimliğinin devlet nezdinde yok sayılması ve hatta dönemsel olarak yasaklanmasının getirdiği mağduriyeti sömürerek büyümüş bir örgüttür. PKK’nın en hızlı büyümesini yaşadığı dönemin, Kürt kimliği üzerindeki yasakların en katı olduğu 1980-83 askeri cuntası ve müteakip yıllar olması bu iddiayı doğrular niteliktedir. Oysa 1980 darbesi öncesindeki 30 yıllık çok partili demokrasi döneminde, Kürt seçmenlerin talepleri en başta Demokrat Parti (DP), Yeni Türkiye Partisi (YTP), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Milli Selamet Partisi (MSP) olmak üzere yasal partiler üzerinden barışçıl bir şekilde siyasete kanalize edilmiş ve somut kazanımlar elde edilmişti. Örneğin 1951’de DP milletvekillerinin talebiyle General Mustafa Muğlalı 33 Kürt vatandaşın öldürülmesi olayından dolayı yargılanmış, suçlu bulunmuş, hapis cezasına çevrilen idam cezasını çekerken vefat etmiştir. Daha küçük partiler olmakla birlikte, YTP, TİP ve MSP de Kürt seçmenlerinin taleplerini karşılamaya çalışmıştır.
Toplumsal mağduriyetler ve yasadışı örgütlerin büyümesi arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi göz önüne alınacak olursa, PKK’nın Kürtlerin kimlik temelli mağduriyetlerini giderecek reformlara karşı çıkması beklenebilir. Nitekim AK Parti’nin 2004-2013 yılları arasında Kürtlerin kimlik temelli mağduriyetlerini gidermeye yönelik reformları karşısında PKK’nın ve onunla ilişkili yapıların tavrı genel olarak olumsuzdur. 2002-2004 yılındaki demokratikleşme hamleleri, 2004 yılı Haziran ayında TRT 3’de Kürtçe ve Zazaca yayının başlamasıyla devam etmiş, aynı ayda PKK 1999’da başlattığı ateşkese son verdiğini ilan etmiştir. Ocak 2009’da TRT 6 (sonraki ismiyle TRT Kürdi) her gün ve sadece Kürtçe yayına başlamış, PKK’yla ilişkili medya organları bu Kürtçe kanalda yer alan Kürt sanatçıları tahkir ve tezyif etmiştir. 2008’de Kürt kadınların da çoğunluğunu etkileyen başörtüsü yasağı AK Parti ve MHP’nin teklifiyle ve 411 milletvekilinin oyuyla kaldırılırken, PKK’ya yakın DTP milletvekillerinin çoğunluğu oylamaya katılmamıştır. 2012-2013 akademik yılında Kürtçe ve Zazaca başta olmak üzere beş dil ve lehçe ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak müfredata girmiş, 2013’de ise on yıllardır her sabah ilkokullarda okutulması zorunlu olan “Andımız” kaldırılmıştır.
2004-2013 dönemi, Kürtlerin kimlik temelli mağduriyetlerinin giderilmesi, Kürt kimliği ve Kürt dilinin kamu kaynaklarıyla desteklenmesi yolunda en büyük yasal ve kurumsal adımların atıldığı dönemdi. Bu mağduriyetlerin giderilmesi, PKK gibi varlığını bu mağduriyetlere dayandıran yasadışı bir örgüt için varoluşsal bir tehlike arz eder. Üstelik İslami bir söylemle desteklenen bu çokkültürcü reformlar, PKK’nın sosyalist vizyonuyla çelişmektedir. PKK’nın uzun vadede (er ya da geç) saldırıya geçmesini açıklayan en muhtemel yapısal çelişki bu şekilde özetlenebilir. Bununla birlikte, PKK saldırısının zamanlamasını açıklayabilecek kısa vadeli sebepleri de değerlendirmek gerekiyor.
PKK-HDP rekabeti mi?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dahil bazılarının iddiasına göre “PKK, HDP’yi baraj altında bırakmak istiyor” (Habertürk, 25.09.2015) olduğu için, yani PKK, HDP’yi kendine rakip gördüğü için saldırıya geçmiştir. Bu hipotezin son 18 yılın en yoğun terör saldırılarını ikna edici bir şekilde açıklayabilmesi için PKK ve HDP arasında olduğu iddia edilen rekabetin delili sayılabilecek çok büyük somut anlaşmazlık ve çekişmelerin gözlenmesi gerekir. Oysa Haziran-Kasım 2015 seçimleri arasındaki dönemde HDP kurumsal olarak PKK saldırılarını ve ateşkesi sonlandırmasını kınamamıştır. Dahası 80 HDP milletvekilinden hiçbiri bu sessizliğe tepki olarak HDP’den istifa etmemiş veya partiden ihraç edilmeyi göze alıp bireysel olarak da PKK saldırılarını kınamamıştır. Üstelik Türkiye siyasi tarihinde böylesi derin anlaşmazlıklar sonucu milletvekillerinin partilerinden istifa etmesi veya ihraç edilmesi, hatta bazılarının yeni parti kurması yaygın bir pratiktir. Varsayılan PKK-HDP rekabetinin somut olarak gözlenebilir emareleri olmadığı halde, ateşkesin sona ermesi gibi tarihsel bir dönüm noktasının başlıca sebebinin böylesi bir rekabet olduğunu iddia etmek ikna edici değildir.
HDP'nin seçim başarısından yararlanmak mı?
İkinci hipotez, HDP’nin 7 Haziran 2015’deki tarihi seçim başarısını sağlayan yaklaşık 6 milyon kişilik seçmen desteğinin PKK tarafından silahlı kalkışma ve terör saldırıları için bir fırsat olarak yorumlanmış olması ihtimalidir. Bu hipotez geçmiş seçim dönemleriyle kısmen uyumlu sayılabilir. 2011 seçim dönemiyle birlikte PKK saldırılarında büyük bir artış olmuştur. Hatta 2007 seçim döneminde de PKK saldırılarında sınırlı bir artış olmuştur. Dolayısıyla ilk bakışta HDP’nin seçim başarısı ve genel olarak seçim dönemleriyle ateşkesin sonlandırılması arasındaki korelasyon bu hipotezi destekler mahiyettedir. Fakat 2015 seçim dönemindeki saldırılar gerek niceliksel gerekse niteliksel olarak en azından son 18 yılda görülmemiş ölçektedir. Daha da önemlisi bu hipoteze içkin varsayıma aykırı olarak, tarihsel evrimi içinde Kürtçü sosyalist partiler arasında kendini PKK’dan ayrıştırmak için en yoğun çabayı gösterenin Haziran 2015 seçim kampanyaları sürecinde HDP olduğu söylenebilir. Hatta HDP’nin açıkça “PKK’ye silah bıraktıracak olan biziz AKP değil” vaadiyle (IMC, 01.03.2015) seçime girdiğini hatırlamak faydalı olacaktır. HDP’nin seçim dönemindeki “Türkiyelileşme” söylemi de bu doğrultuda bir çabadır. Sonuç olarak, bu hipotez geçmiş seçim dönemleriyle kısmen uyumlu görünse de HDP’nin PKK’yı silahsızlandırma vaadine rağmen HDP tabanının genişlemesinin PKK tarafından kendi tabanının genişlemesi olarak algılanması ve buna dayanarak ateşkesin sonlandırılmış olması ihtimali nispeten düşüktür.
PKK'la yasal statü talebi mi?
Üçüncü hipotez, Mart 2013’deki Nevruz mesajı ve Şubat 2015’deki Dolmabahçe görüşmesi gibi uzlaşma arayışlarının başarısızlıkla sonuçlanmış olması, devletin PKK’ya herhangi bir yasal statü tanımayıp bu örgütle veya onun siyasi kanadıyla herhangi bir güç paylaşımına gitmemiş olmasının PKK’yı ateşkesi sonlandırmaya sevk etmiş olması ihtimalidir. Öncelikle bu hipotez kısa vadeli bir nedenselliğe karşılık gelmemektedir. Devletin PKK’ya yasal bir statü tanımaması ve herhangi bir güç paylaşımına gitmemesi son iki veya üç yılın değil en azından son 33 yılın resmi devlet politikasıdır. Dolayısıyla bu hipotez en iyi ihtimalle yazının başında ele alınan uzun vadeli sebepler bahsinde değerlendirilebilir. Kısa vadeli perspektiften bakıldığında, HDP’nin 80 milletvekiliyle koalisyon pazarlıklarında etkili olabilecek ölçekte siyasi güç elde ettiği Haziran 2015’te, güç paylaşımı veya yasal statü arayışının parlamenter sistemin yasal ve barışçıl kanalları üzerinden başarıya ulaşmasının en muhtemel olduğu bir fırsat penceresi açılmıştı. Eğer esas hedef siyasi güç paylaşımı ve yasal statü arayışı olsaydı, böylesi bir parlamenter demokratik fırsat penceresi açıldığı halde ateşkesi sonlandırıp saldırıya geçmek hiç de makul gözükmektedir.
Dördüncü hipotez, PKK saldırısının esas sebebinin kuzey Suriye’de fiilen kurulmakta olan PYD’nin silahlı tek parti rejimini konsolide etmek olduğudur. 2015 ilkbaharında Suriye iç savaşı muhalifler lehine ve Esed rejimi aleyhine gelişmekteydi. Hatta Esed rejiminin yıl sonuna kadar devrileceğine ilişkin öngörüler ağırlık kazanmaktaydı. Esed rejiminin kuzey Suriye’deki bazı bölgeleri neredeyse savaşmadan teslim ettiği PYD, rejimin örtük müttefiki olarak görülüyordu. Böylesi bir konjonktürde, rejimin kaybediyor ve Türkiye’nin desteklediği muhaliflerin kazanıyor olmasının PYD’nin beka kaygısını arttırması beklenir. PYD’nin İran ve Rusya’yla da temas halinde olduğu ve hatta o dönemde Rusya-İran-Esed rejimi ekseninin müttefiki olarak görüldüğü hatırlanmalıdır. Böyle bir dönemde Türkiye’nin pek çok defa dile getirdiği üzere, Suriye’ye müdahale ederek PYD’nin etnik ve ideolojik tehcir yoluyla ele geçirdiği, bazıları Tel Abyad gibi savaş öncesinde Arap çoğunluğa sahip yöreleri kurtarması ihtimalinin PYD tarafından gerçekçi bir tehdit olarak görülmüş olması muhtemeldir. Dahası, eğer PYD 30 Eylül 2015’de Rusya’nın Suriye’ye müdahale ederek iç savaşın seyrini rejim lehine değiştireceğini önceden biliyor idiyse, Türkiye içinde yoğun saldırılar düzenleyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Rusya’nın müdahalesine kadar meşgul ederek hem bu üç aylık süre zarfında ve hem de Rusya’nın müdahalesi sonrasında PYD kontrolündeki bölgeyi genişleterek konsolide etmeyi hedeflemiş olabilir. Olayların seyri tam da bu şekilde gerçekleştiğinden dolayı bu hipotezin PKK saldırılarının esas sebebine işaret etme ihtimali yüksektir.
(Bu yazıda değindiğim hipotezler ve alıntıların haber kaynakları için aynı konuda Ekim 2016’da Project on Middle East Political Science sitesinde yayınlanan “Why did the PKK declare revolutionary people’s war in July 2015” başlıklı yazıma başvurulabilir: https://pomeps.org/2016/11/29/why-did-the-pkk-declare-revolutionary-peoples-war-in-july-2015/)