SORU: Allah neden indinde hak din olarak İslamiyet’i bizlere empoze edip bununla yaşamamızı ısrarla istemektedir? Kur’an’da namazı kılıp ibadetlerimizi ısrarla yerine getirmemiz isteniyor. Allah, namazlarımıza ibadetlerimize ihtiyacı yokken neden ısrarla bunu istiyor?
CEVAP: Allah, kullarını sonsuz rahmetine mazhar kılmak mistediği için hak din olan İslam’a göre yaşamalarını ister. Ayrıca, İslam dini, fitrat dinidir. Allah, -en mükerrem olarak yarattığı insanların-Hakîm isminin bir tezahürü olarak yarattığı kâinattaki fıtrat kanunlarına aykırı hareket etmelerini, evrenin gösterdiği kulluk âhengini bozmasını istemediği için İslam dinine uymalarını emretmiştir.
Bununla beraber, Allah rahmetinin gereği olarak hak ve hakikati göstermekte ısrar etmesine mukabil, insanların özgür iradelerine mudahale sayılacak bir ısrarda da bulunmamıştır. “Dinde zorlama yoktur”(Bakara, 2/256), “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin..”(Kehf, 18/29) mealindeki ayet ve benzerilerinde bu gerçeğin altı çizilmiştir.
İkinci olarak, Namaz kulluğun fihristesidir. Bütün ibadet şekillerini ihtiva etmektedir. Bu sebepledir ki, imandan sonra ikinci derecede önemli bir vecibedir.
Allah’ın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Fakat insanların her yönden Allah’a ihtiyacı vardır. Yokluktan varlığa çıkmamaktan tutun da yiyecek ve içeceklerin ithalat ve ihracatına kadar herşeyde Allah’a muhtaçtır. Bir fincan acı kahvenin insan olan insan için kırk yıl hatırı varsa, bu sayılamayacak kadar çok olan bu tatlı ve şirin nimetlerin hatırı sayılmaz mı? İşte unutkanlığıyla bilinen insana Allah’a karşı sürekli şükranlarını arzetmesini hatırlatmak için günde beş defa namaz kılmaya davet edilmiştir.
Bediüzzaman hazretlerinin şu ifadesi de konumuza ışık tutmaktadır: “Evet Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın, manen hastasın. İbadet ise, manevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde isbat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi’ ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: ‘Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?’ Ne kadar manasız olduğunu anlarsın.”
Manasını bilmediğimiz ayetleri dinlerken ağlamak doğru mu?
SORU: Kurân-ı Kerim okunurken bazıları duygulanıyor ve ağlıyor. Oysa Arapça bilmiyorlar. Gözyaşı döktükleri ayetin manasını anlamıyorlar. Ağladıkları ayet belki mirastan, belki hayız ve nifastan bahsediyor. Bu durumda Kur’an dinlerken ağlamanın hükmü nedir, caiz midir?
CEVAP: Kur’an’ın manasını bilmeyenlerin Kur’an’ı dinlerken ağlamalarının arakasındaki sebep, okunan ayetlerin manası değildir. Çünkü, manasını bilmiyorlar. O halde bu ağlamanın nedenini bulmak gerekir. Bizim kesin kanaatimize göre, bu gibi insanların ağlama sebepleri, spesifik, belli bir konuyu düşünmeleridir. Bunun sebebi, okunan kitabın Allah’ın kitabı olmasıdır. Allah’ın kitabını dinlemekte olan bir müslümanın kendini manevî bir atmosferde hissetmesi kadar tabii bir şey olamaz. Böyle manevi bir atmosferde kendini hisseden kişinin ilk aklına gelen şeyin kendi kusurları olduğunu söyleyebiliriz. İşte Allah’ın kelamını dinlerken kendini Allah’ın huzurunda hisseden bir kimsenin bu ağlaması kadar değerli bir düşünce olabilir mi? Ayet neden bahsederse etsin, onun duyguları ve göz yaşları rahmeti sonsuz olan Allah’ın nezdinde büyük bir değer ifade ettiğine şüphe yoktur.
Kur’an’ı dinleyenlerden manasını bilmeyen nice insanların gözyaşı dökmeleri, manasını bilenden de nicelerinin duygulanmamasının sırrı budur. “Haziretu’l-kuds” denilen ilahî huzurun kudsi atmosferinde olduğunu hissedenlerin ağlaması, hissetmeyenlerin ağlamaması, işin tabiatının gereğidir.
Bununla beraber, okuyan kimsenin sesinin ve kıraatinin güzelliği de göz yaşlarının sel olup akmasına önemli katkı sağlayacaktır. Zira, ses ile ruh arasında çok önemli bir bağ vardır. Güzel seslerden ruhun hoşlandığı gerçeği izaha ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Güzel sesin etkisiyle okunan Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğu fikri çok daha kısa zamanda billurlaşacak ve -Allah katında çok da makbul olan-göz pınarlarından inci gibi yaşaların dökülmesine vesile olacaktır.
Burada şu hususu da hatırlamakta fayda var; Gönül ateşinin yanması ile göz yaşları arasında her zaman güçlü bir alış-veriş olmayabilir. Herkesin gözyaşı dökmesi-biyolojik olarak da- aynı oranda değildir. Nice bağrı yanıklar var ki, gönülleri cayır cayır yandığı halde, göz yaşları buna eşlik etmez. Nice kimseler de var ki hafif bir kıvılcımdan ötürü göz yaşları pınar olup akar. Kalbin teessürleri bir ateş gibi ise, göz yaşları da bir duman gibidir. Dumanın olduğu her yerde ateş var, ama ateşin bulunduğu her yerde duman çıkmayabilir...