SORU: Allah tüm olup bitenlerden haberdar olmasına rağmen neden İsrail'in Filistinlilere zulüm etmesine müsaade ediyor? Tüm dualarda mazlumların kurtuluşu için ayrı bir bölüm olduğu halde niçin tesiri olmuyor? Dualarımız gerçekleşmiyorsa amacına ulaşmamış mıdır? Dua ile kader ilişkisini açıklar mısınız?
CEVAP: "Tüm bu dualar olmasaydı da gene aynı şekilde mi sonuçlanırdı?” sorusunun cevabı insanlar tarafından kesin olarak bilinen bir şey değildir. Bunun nasıl olacağını kesin olarak bilmemize imkân yoktur. Buna göre denilebilir ki, Filistin hakkında yapılan bu dualar olmasaydı, belki bu sıkıntılar çok daha fazla olacaktı. Bu sonuç yapılan duaların makbul olmadığını göstermez. Çünkü “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer verir ki”(Furkan:77) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, dua bir kulluk nişanesidir, bir ibadettir, bir kulluktur. İbadetlerin asıl neticesi ahirete bakar. Dünyadaki faydalar da söz konusu ise bu ayrıca ilahi bir ikramdır. Dua etmek bir ibadet olduğuna göre, namaz gibi yaptığımız bir ibadetin kabul edilip edilmediğini bilmediğimiz gibi, duanın da kabul edilip edilmediğini bilemeyiz. Kaldı ki, ibadet ve duanın makbuliyeti -diğer bazı kabul şartlarıyla beraber- o ibadet ve dua edenin Allah katındaki makbul bir insan olup olmamasıyla orantılıdır. Bugünkü müslümanların fiili dua olan güç ve kuvvete, teknik ve teknolojiye sahip olmamaları, helalı haramla karıştırmaları, gece gündüz Allah’a karşı saygısızlık etmeleri, isyan etmeleri inkâr edilemeyen bir gerçektir. Bu isyankâr ağızlardan çıkan duaların makbul olmasını beklememek gerekir. Kabul edilirse bu Allah’ın bir lütfu ; kabul edilmezse ilahi adaletin bir tezahürü olur. “Bir musibet bin nasihatten evladır” düsturunda ifade edilen bu gerçek, musibetin devamına verilen kararın önemli bir hikmeti gibi görünüyor.
İLÂHÎ ADALETİN TECELLİSİ
Şüphesiz Allah her şeyden haberdardır. Fakat Allah, insanlar için açtığı imtihanı her şeyi kuşatan ezeli ilmine göre değil, insanların kendi özgür iradeleriyle yaptıkları işlerin durumuna göre değerlendirir. Çünkü böyle olması imtihanın âdil olmasının gereğidir.
Öyleyse, Allah imtihanı kazandıran işlerin yapılmasına izin verdiği gibi, kaybettiren işlere de izin verir. Eğer, Allah katilin elinden tutsa, hırsızın elinden tutsa; dedikodu yapan, gıybet eden, fitne fesadı teşvik eden insanların ağzına kilit vursa, bu takdirde açılan imtihanın kaybedeni olmaz ve imtihan imtihan olmaktan çıkar. O halde, güzel işler yapan kimselere fırsat verildiği gibi, kötü işler yapan kimselere de fırsat verilmesi adaletin gereğidir.
KAFİRLERLE DOST OLMAK DİNDEN ÇIKARIR MI?
SORU: ''Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin' ayetini nasıl anlamalıyız? Buradan yola çıkarak kafirlerle (Yahudi,Hristiyan,Ateist vs.) dost olursak dinden çıkar mıyız?
CEVAP: Kâfirlerle dost olmak iki şekilde olur. 1) Ehl-i kitap gibi kâfirlerin dinlerini veya ateistler gibi kâfirlerin dinsizliklerini sevdiği için onlara dost olan derhal dinden çıkar. Çünkü, yanlış bir dini veya dinsizliği seven ona taraftar olan -dolaylı olarak- İslam dinini doğru bulmuyor demektir. Çünkü, Kuran’da Hristiyan ve Yahudilerin dinlerinin artık geçerli olmadığı vurgulandığı gibi, dinsizliğin her türlüsü reddedilmiştir. Buna rağmen, bu düşüncede olan kimseleri o düşüncelerinden ötürü sevmek İslam dinini inkâr etmek anlamına gelir. 2) İkinci bir sevgi şekli ise, gerçekten sevdiği kâfirlerin kâfirce olan düşüncelerini değil, başka münasebetlerden dolayı onlara yakınlık göstermektir. Mesela: -Allah korusun- bir müslümanın çocuğu kâfir olsa, yine de ona yakınlık gösterebilir. Bu yakınlık onun dinsizliğinden ötürü değil, evladı olduğu içindir. Veya, bir kâfirle bir alış-veriş eden bir kimse elbette ona yakınlık gösterir. Bu yakınlık da onun kâfirliğine değil, ticaret ahlakı, dünya menfaati adınadır. Keza, İslam’a göre, bir müslüman Yahudi veya Hristiyan bir kadınla evlenebilir. Her insan gibi bu adam da bu gayr-ı müslim olan eşini sevmeyecek mi? Elbette sever ve onun bu sevgisi, eşinin gayr-ı müslim olduğu için değil, eşi olduğu içindir. Kur’an’da Ehl-i kitap olanlara karşı gösterilmesi yasaklanan dostluk, birinci şıktaki dostluğa yöneliktir.
BİR KİMSEYİ ALLAH’TAN ÇOK SEVMEK ŞİRK MİDİR?
SORU: Bir şeyi ya da insanı, Allah'tan daha çok sevmenin hükmü nedir? Bu bir şirk midir? Allah'tan daha çok sevmek, o insanı kaybetmemiz anlamına mı gelir? Yani Allah, onu bizden alır mı?
CEVAP: Evvela bir mümin iman şuuruyla Allah’ın her şeyden daha çok sever. Bu sevginin ölçüsü Allah’ın emir ve yasaklarına hakkıyla riayet etmektir. “Öyle insanlar vardır ki, Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi! “(Bakara, 2/165) mealindeki ayette , müminlerin Allah olan güçlü sevgilerine işaret edilmiştir. Ancak bu sevgi, insanların imanlarının gücüne ve Allah’ı tanımalarına paralel gelişecektir. Önemli olan Allah sevgisini esas yapmaktır. Bu takdirde Allah’ın sevgisine aykırı olmayan bütün sevgiler Allah adına olur. Allah’ın, fazla sevdiğimiz malımızı, eşyamızı, çocuklarımızı bizden alması diye bir kural yoktur. Ancak, Allah’ın çok sevdiği bazı kullarının başka sebeplere kapılıp da Allah’a olan irtibatlarını zayıflatmamaları için, onlar ile o sebepler arısını bir şekilde ayıracak bazı formülleri uygulamaya koyabilir. Fakat bu bir kural değildir, herkes için mutlaka olacak bir yargı değildir.