Doç. Dr. Niyazi Beki yazdı: 'Allah'ı bulmak' ne demektir?

Marifetullah’ın sahası sınırsız olduğu gibi, bu vadide atılan adımlar da hadsizdir. En basit bir müminden en büyük bir peygambere kadar varan dereceleri vardır.

SORU: 'Allah'ı aramak' deyince ne anlamılıyız. Tam ve hâlis bir imana sahip olan için "Allah'ı buldu" denilebilir mi?

CEVAP: Allah’ı aramak: Allah’ın bütün sıfatlarını bilmek, onlarını tecellilerini görmek için hem aklını, hem de kalbini çalıştırmak manasına gelir. Bunun yolu, iman ve amel-i salihten geçer. Bunun da yolu tahkiki iman ve hakiki takvayı dersini veren eserleri okumaktır. Allah’ı bulmak, her yerde, her işte her hal-u kârda Allah’ın sonsuz ilim, kudret, hikmet ve rahmetin izlerini müşahede etmek manasına gelir. Bunun diğer bir adı “marifetullah”tır. Marifetullah’ın sahası sınırsız olduğu gibi, bu vadide atılan adımlar da hadsizdir. En basit bir müminden en büyük bir peygambere kadar varan dereceleri vardır. Bu sebeple, Allah’ı bulma yolunda yapılan yolculuk, hiçbir zaman bitmeyecek. “Buldum !” diyen yarı yolda kalır. Önemli, bir nokta da şudur: Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini ilmen bilmek “marifetullah”daki terakki için yeterli değildir. Onun bütün hissiyatına duyurması, bütün latifelerine sirayet ettirmesi, şuurlu vicdanına özümsetmesi, iliklerine kadar hazmedip sindirmesi gerekir.

ESKİLERLE BİZİM GÜNAHLARIMIZ AYNI DERECEDE Mİ?

SORU: Eskiden bir insan günah işlemek isteseydi bunu yapması daha zordu. Çünkü şimdiki gibi televizyon, internet gibi kötü işleri kolaylaştıran, teşvik eden ve yaygınlaştıran araçlar yoktu. Bu durumda bizim işlediğimiz günahların derecesi, onlarınkine oranla daha mı az olur yoksa aynı mı?

CEVAP: Bizim daha az günah işlediğimizi söylemek için gerçekleri hasıraltı etmek gerekir. Bu asırdan daha günahkâr bir çağ geçmemiştir. Ahirzaman fitnesinin tam içinde bulunduğumuz bir çağı yaşıyoruz. Ancak bu asrın bu fitnesi, bizim gibi günahkâr insanları ümitsizlikten kurtaran hakikatler barındırır. Peygamberimiz, bu konuda ümmetini unutmamış, yaklaşık 14-15 asır önce bize de teselli veren gerçekleri seslendirmiştir:  “Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki sizden biriniz emrolunduğu şeylerin onda birini terk etse helâk olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki kim emrolunduğu şeylerin onda birini yapsa kurtulur. (Tirmizi, Fiten,79) Bu hadis, bu günahlar içinde yüzen insanların az bir amelle çok sevap kazanacaklarını göstermektedir. Bediüzzaman hazretlerinin şu tespiti de önem arz etmektedir:

“Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.  Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir.”(Kastamonu Lahikası, 148 )

PEYGAMBER NEDEN HALİFE TAYİN ETMEDİ?

SORU: Peygamber Efendimiz vefatından önce Veda Hutbesi ile müslümanlar öğütler vererek onlara yol göstermiştir. Peki vefatından sonra meydana gelebilecek karışıklıkları önlemek amacıyla neden halifeyi tayin etmemiştir?

CEVAP: Peygamber efendimizin bir halifeyi tayin, tavsiye etmemesinin şüphesiz hikmetleri vardır. Bunlardan bazıları şular  olabilir:  a) Hz. Peygamber ümmeti için her yönden bir rehberdir. Şayet kendisi bir halife tayin etseydi, kendisinden sonra gelen halifelerin hepsi bu uygulamaya uyarak halife tayin edeceklerdi. Halbuki bir şahıs ne kadar iyi niyetli olarsa olsun, her zaman ehil olan kimseyi  tespit edip seçmesi zordur. Böyle bir yönteme yol açmamak için halife tayini yapılmamış olabilir. b) İslam’da cemaat, şura esastır. “Allah’ın eli cemaatle beraberdir” manasındaki hadis ve benzerlerinde bu konuya vurgu yapıldığı gibi bir çok ayette de bu hususa işaret edilmiştir. Eğer Hz. Peygamber bir halife tayin etseydi, ondan sonra tarih boyunca bu durum bir örnek teşkil edecek ve şuradan ziyade fertlerin görüşü esas alınmış olacaktı. c)İslam’a insanların özgür iradelerine büyük önem verilmiştir. En azılı kâfirlerin varlığına izin verilmesi bunun açık göstergesidir. Eğer Hz. Peygamber tarafından bir halife tayin edilseydi, ondan sonra genel olarak insanların özgür iradelerinden ziyade, halifenin tayin ettiği bir kişiyi zoraki kabul etmek durumunda kalacaklardı. Belki de Emeviler döneminde başlayan “babadan oğula geçen sistem” ta raşid halifeler döneminde başlamış olacaktı.
d) Hz. Peygamberin kimseyi tayin etmemesi, hatta ona işaret bile etmemesi, seçimle iş başına gelme konusunda 15 asır önce açılmış bir değer ölçüsüdür, Kıyamete kadar devam eden İslam dininin bu prensibi bugünkü uygar dünyaca da kabul edilmesi, Efendimizin bu “halifeyi tayin etmemesi”nin ne kadar hikmetli olduğunu göstermektedir. e) Eğer Hz. Peygamber bir kimseyi halife olarak tayin etseydi, bu zamanla değişebilen seçim/tayin usulünü ta baştan itibaren belli bir kurala tabı kılınmış olacaktı. Demek ki halifenin tayin edilmemesinde insanların zamanla ön görecekleri metotların serbestçe işlenebilmesine imkân verilmiştir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Doç. Dr. Niyazi Beki yazdı: Haram bir şeyi beğenmek dinden çıkarır mı?
Doç. Dr. Niyazi Beki yazdı: İlmiyle amel etmek nasıl olur?
Doç. Dr. Niyazi Beki yazdı: Bedduam neden tutmuyor?

Ramazan 2017 Haberleri