Doç. Dr. Armağan Gözkaman yazdı: Trump’ın gölgesinde AB-ABD ittifakı

Trump ABD’si ile Avrupa Birliği, iki ayrı ‘Batı’ olma yolunda mı ilerliyor? Beykent Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. Armağan Gözkaman kaleme aldı.

DOÇ. DR. ARMAĞAN GÖZKAMAN

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın Avrupa kıtasına ilişkin çeşitli yorumları iki kıta arasındaki ilişkilerde ciddi bir belirsizlik yaratmış durumda ve bu durumun kısa sürede düzelmesini beklemek için somut nedenler bulunmuyor. Avrupa Birliği’nin (AB) Amerikan çıkarlarına aykırı olduğunu net bir şekilde savunan Trump, Almanya’da sığınmacılara uygulanan politikaların “feci bir hata” olduğunu ifade etmekten de çekinmedi. Yeni Başkan, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılacak olması ile ilgili olarak “harika bir şey” yorumunda bulundu. AB için olumsuz olan bir diğer gelişme, Barack Obama döneminde yoğun çabalarla olgunlaştırılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı sürecinin uzunca bir süre için dondurulmuş olması. Bu tercih, Washington yönetiminin AB’yi bir bütün olarak muhatap almak yerine üye devletlerle ikili anlaşmalar yapma yönündeki eğilimiyle paralellik gösteriyor. 

AB’nin Amerikan çıkarlarına aykırı olduğunu net bir şekilde savunan Trump, İngiltere’nin Birlikten ayrılacak olmasını ‘harika’ buldu. 

Trump’ın 1949 yılından beri kıtaya Amerikan güvenlik şemsiyesini garanti eden Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) geleceğiyle ilgili söylemleri de Avrupalıları endişelendirir nitelikte. Amerikan Başkanı, “demode” olarak betimlediği bu örgütün mali kaynaklarının oluşumunda “aslan payının” kendi ülkesine ait olmasından duyduğu rahatsızlığı defalarca dile getirdi. Ancak örgüte yönelik bu iki “suçlama” dikkatli bir şekilde değerlendirilmeli. İlk olarak, NATO’nun Soğuk Savaş sonrasında stratejilerini güncelleyerek kendisini yeni uluslararası ortama uyarlama başarısını gösterdiğini belirtelim. Örgüt böylelikle hem Amerika Birleşik Devletleri’nin hem de Avrupalı müttefiklerin güvenlik ihtiyaçlarını karşılama konusunda sahip olduğu önemli yeri korumaya devam edebildi. İkinci olarak da üye devletlerin NATO bütçesine katkısının üzerinde anlaşılmış bir GSYH oranı üzerinden gerçekleştiği vurgulanmalı. Bu bağlamda ABD’nin katkı oranının yüzde 22 ile ilk sırada gelmesi çok da garipsenecek bir durum değil. Ancak bu tür bir eleştirinin ilk defa yapılmadığına da dikkat çekmekte fayda var. Örneğin, hem George W. Bush hem de Barack Obama yönetimlerinde savunma bakanlığı görevini yürütmüş olan Robert Gates, NATO’nun geleceğinin karanlık olduğuna dair bir öngörüde bulunmuştu. Çünkü R. Gates’e göre örgütte hem gerekli tüm yükümlülükleri üstlenen üyeler hem de risk almadan ve “bedel ödemeden” örgütün tüm “nimetlerinden” faydalanmak isteyen üyeler bir arada bulunuyor. Bu noktada, Trump’ın aslında yeni olmayan bir tartışmayı yeterince özen gösterilmeden hazırlanmış bir konuşma metniyle gündeme getirdiği söylenebilir. 

ABD’nin yeni başkanının Avrupa Birliği nezdindeki Amerikan Büyükelçisi olarak atamayı planladığı Ted Malloch’un da Atlantik Okyanusu’nun doğusundaki başkentlerde huzursuzluk yaratmaya elverişli ifadeler kullandığı görülmekte. Avrupa Birliği’nin dağılacağına inandığını söyleyen Malloch, İngiltere’nin 23 Haziran 2016’ta gerçekleştirdiği referandumdan “ayrılık” kararının çıkması ile bu sürecin ilk etabının yaşandığına dair bir tahminde bulundu. “Geçmişte Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına yardımcı olduğum bir diplomatik görevim olmuştu. Belki de biraz ehlileştirilmesi gereken bir başka birlik daha vardır” şeklindeki cümleleri de son derece talihsiz bir beyan olarak göze çarpıyor. Benzer şekilde, bir Yunan televizyon kanalında -Trump’ın eski bir Twitter paylaşımı üzerinden- Yunanistan’ın dört yıl önce Avrupa ortak para biriminden vazgeçip drahmiye dönmemiş olmasının bir hata olduğu yönündeki değerlendirmesi de hatırlatılabilir.

‘TAVSİYEYE İHTİYACIMIZ YOK’

Bu tabloyla ilgili olarak üst düzey bir Avrupa Birliği yetkilisinin yaptığı -ve uluslararası ilişkiler lisans programlarına kayıtlı öğrencilerin henüz birinci sınıftayken öğrendikleri- değerlendirmeye katılmamak mümkün değil: Bir diplomat, yapıcı ilişkiler kurmak için gönderilir. Taraflar arasındaki ilişkilerin kötüleşme sürecine gireceğine dair göstergeler mevcutken diplomatın kişisel birikim ve becerilerinin yanında görev yaptığı devlet veya örgüte yönelik düşünce ve yaklaşımları da özel önem kazanır. Malloch’un bu anlamda ne kadar doğru bir seçim olduğu ciddi bir tartışma konusu. Bununla birlikte, akıllara şöyle bir soru geliyor: Donald Trump’ın AB ile ilgili düşünceleri dikkate alındığında, ABD’yi temsil edeceğine kesin gözüyle bakılan kişinin şaşırtıcı bir tercih olduğu söylenebilir mi?

Trump’ın AB ile ilgili yorumları ve büyükelçi olarak Ted Malloch’u atayacak olması, doğal olarak, Avrupa cephesinde ciddi tepkilere neden oldu. Avrupa Birliği Zirvesi Başkanı Donald Tusk’ın Valetta Zirvesi öncesinde Birlik üyesi devlet ve hükümet başkanlarına gönderdiği mektuptaki, yeni Amerikan yönetiminin “son 70 yıllık Amerikan dış politikasını” sorgulamakta olduğuna ve AB için bir tehdit oluşturduğuna dair ifadeleri bu konuda verilebilecek önemli örneklerden birini oluşturuyor. Daha ılımlı açıklamalardan biri, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi F. Mogherini’den geldi: “Biz ABD siyasetine karışmıyoruz. (…) Avrupalılar da Amerika’nın Avrupa siyasetine karışmamasını bekliyorlar”. Fransa Cumhurbaşkanı’nın tepkisi de, diplomatik dozajı biraz daha düşük olmakla birlikte, aynı anlama geliyor: “Avrupa Birliği’nin dışarıdan gelecek tavsiyelere ihtiyacı yok”.

Trump’ın AB ile ilgili yorumları ve büyükelçi olarak Ted Malloch’u atayacak olması, Avrupa cephesinde ciddi tepkilere neden oldu.

Avrupalıların bu tepkilerinin haksız olduğunu ileri sürmek kolay değil. İsmini açıklamak istemeyen bir Avrupa Birliği yetkilisinin Les Echos gazetesinde yer alan “Göreve gelmeden önce kendimize kampanya esnasında olduğu kadar tehlikeli olur mu diye soruyorduk. Şimdi ise soru, bundan daha kötü olup olmayacağı” yorumunun bizlere hatırlattığı üzere, Trump seçimleri kazandığından beri birçok gözlemci AB ile ABD arasındaki ilişkilerin geleceğini sorgulamakta. ABD Başkanı’nın öngörülebilir bir yapıda olmaması ve sınırları net olarak çizilmiş dış politika anlayışının henüz yönetime yerleşmemiş olması nedeniyle bu sorgulamaların bir süre daha devam edeceğini ileri sürmek mümkün. Nitekim zaman zaman üst düzey yetkililerce yapılan açıklamalarda çelişkiler göze çarpıyor. Amerikan Savunma Bakanı James Mattis’in ilk defa katıldığı NATO toplantısında mevkidaşlarına Avrupa ile ABD arasındaki ilişkinin “istikrarsızlık ve şiddete karşı” en iyi engeli oluşturduğunu söyleyerek NATO’nun geleceğiyle ilgili olumlu bir mesaj vermiş olması bu bağlamda değerlendirilebilir.

‘ALTERNATİF’ GERÇEKLERE İLGİ

Tüm bu karamsar tabloya rağmen, ABD yönetiminin Avrupa Birliği’ne yönelik beyanlarının Birlik içerisinde kalmak isteyen (ve AB’nin mevcut tüm sorunlara rağmen daha güçlü olması için gayret gösterme niyetinde olan) Avrupalıların ABD’den vazgeçmesine neden olmadığı görülmekte. Bu fikri destekleyen gelişmelerden biri, F. Mogherini’nin kısa süre önce Washington’da çeşitli temaslar gerçekleştirmiş olması. Bu gezinin basit bir nezaket ziyareti olarak değerlendirilmemesi gerekir; çünkü bu gezi, AB karar alıcılarının küresel sorunlarla mücadelede ABD ile nitelikli işbirliği mekanizmaları içerisinde bulunmanın gerekliliğine olan inançlarını ispatlar nitelikte. Yönetim kadrosunda önemli konumlara sahip Amerikalıların “alternatif” gerçeklere ilgi duymaları ve bunları politik söylemlerinde kullanmaları giderek kanıksanan bir durum olsa da AB çevrelerinde somut gerçeklere önem verme eğiliminin azalmadığını savunmak mümkün.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Devleti yönetecek insan bulamıyor

Görüşler Haberleri