Birçoğumuzun çocukluğuna ve gençliğine dair en nostaljik anılarımızdan biri de, ailecek televizyon karşısına geçerek izlenen Siyaset Meydanı, 32. Gün gibi tartışma programlarıydı. Bu programların ortak özelliği karşılıklı saygı, fikir alışverişi, ortak zemin arayışı, hararetli tartışmalara rağmen birbirinin sözünü dinleme geleneğiydi.
Birçoğumuz o özgür, katılımcı günleri özlüyoruz, geri gelmelerini istiyoruz. Son günlerde Twitter, Facebook ve İnstagram’daki etkileşimleri tahtından edebilecek Clubhouse programı da bizi adeta çok eski zamanlara ışınladı.
Platon’un meşhur mağara metaforunda olduğu gibi sağına soluna dönemeyen, sadece karşılarındaki duvarı görebilecek şekilde oturan insanların yegane gerçekliği duvarda gördükleri imgeler iken, zincirlerini gevşetenler mekana geniş açıdan baktıklarında gerçekliğin farklı bir boyutunu görürler ve daha önce yegane gerçeklik olarak gördükleri nesnelerin bir yansıma olduğunu fark ederler.
Mağara dışına çıktıklarında ise güneşin parlaklığı onları geçici olarak körleştirir. Ve bu durum Türkiye’ye özgü de değil. Belki şu anda Clubhouse’u kutuplaşma ekseninde okuduğumuzda birçok kullanıcı, bu uygulamayla birlikte bu geçici körlük halini, şaşkınlığı yaşıyorlar. Ama uygulama toplumdaki kutuplaşma izlerini giderdikçe, kutuplaştırıcı zincirlerden insanlar kurtuldukça daha farklı bir ülke imgesiyle karşı karşıya kalacağız.
KUTUPLAŞMAYA KARŞI DİJİTAL SÖZLEŞME
Clubhouse, şu an için yalnızca iOS yazılımına sahip iPhone’larda kullanılabilen, “davet usulü” ile girilebilen, sesli söyleşi odaları üzerinden bir mesajlaşma uygulaması. Geçtiğimiz sene Amerikan bir yazılım şirketi tarafından geliştirilmiş ve sesli etkileşim olanağı sunan bir sosyal ağ platformu olan Clubhouse, video ve fotoğraf paylaşımı yerine kullanıcıların ilgilerini çeken ve gündemde yer alan konulara dahil olup oda yöneticisinden izin aldıklarında tartışmalara katılmalarını veya sadece dinleyici olarak durmalarını önceliklendiriyor.
Peki, gazetecilerin, izleyicilerin ve/veya dinleyicilerin siyasetçilere, kanaat önderlerine, uzmanlara her soruyu sorabildikleri bir program mı var karşımızda, yoksa zaten toplumun kronikleşen sorunu haline gelmiş yankı odaları ve bunlarla beslenen kutuplaşmanın yeni bir dijital sosyal ağ modeli ile tezahürünü mü deneyimliyoruz?
Tartışma konularımız, “ortak dertlerimiz” sadece mecra mı değiştirdi, gündelik hayatımızda olduğu gibi “istenmeyen sesler” kapı dışarı mı edildi, yoksa tüm “cızırtılar” bir araya gelerek ortak bir “ses” mi çıkarma telaşında? İşte önümüzdeki dönemde yanıt vermemiz gereken ve bu uygulamanın kullanımında dikkate almamız gereken ayrım bu. Bu uygulamaların kullanıcıları aslında dolaylı olarak ülkedeki kutuplaşma iklimine katkı yapıp yapmayacaklarına dair de zımni bir “dijital sözleşmeye” imza atmış oluyorlar.
Sosyal medya, son kertede eşitleyici bir görev görüyor ve bu platforma angaje olmak isteyen herkese bir ses ve varlık kazandırıyor. Bu açıdan saydamlık ve katılımcılık, sosyal medyanın ortaya attığı en sarsıcı ve en geniş kapsamlı inovasyon olarak ortaya çıkıyor. Öncelikle, davet usulüyle kullanılması ve sadece iOS sistemine açık olması, mevcut süreçte Clubhouse’u demokratik temel olarak Twitter gibi diğer fikir paylaşım mecralarından ayrıştırıyor ve etkileşim alanının sınırlarını daraltıyor.
Öte yandan, Clubhouse’un rekabetçi ve henüz dar çerçevedeki ekosistemindeki saha araştırmam bana şunu gösterdi ki, insanlar sosyal medyadaki ayak izleriyle birlikte bir görünürlük mücadelesi veriyor. Bu mücadeleyi verirken de bir kullanıcı türü, kendi görüşüne yakın olan isimlerin bulunduğu söyleşi odalarını tercih ederken, TV’deki tartışma programlarında konuştuklarında zaman zaman odayı terk ettiği insanların Clubhouse’taki konuşmalarına kulak tıkıyor.
Başka bir kullanıcı türü ise, kendisine anaakım medyada dayatılan tek-taraflı bir siyaset tarzına karşı çıkarak, Clubhouse’u kutuplaşma kavrayışının ötesine taşımaya çabalıyor.
“Kutupsuzluk Özlemi” şeklindeki konuşma odalarının kurulması da aslında toplumda karşılığı olan bir özlemin dışavurumu. Örneğin dahil olduğu tartışma odasına, kategorik olarak reddettiği bir gazeteci konuşmacı olarak dahil olduğunda o odayı terk etmeyip sonuna kadar ne söyleyeceğini dinliyor, karşı argümanlarını geliştiriyor veya kendi içinde bir muhakemeye gidip, “öteki mahallenin” mantık yürütme tarzını anlamaya çalışıyor.
Odaların geçici olması ve konuşmalar sona erdiğinde kapatılması ise, sosyal medyada yankı odalarının kurulmasını engelleyecek potansiyele sahip; zira her yeni odada farklı türden kişilerle bir araya geliyorsunuz. Bu, eşsiz bir deneyim ve son dönemde birçok toplumsal sürtüşmemizin de özünde yatan eksikliğin giderilmesi için bir araç özünde...
KENDİ MAHALLELERİMİZİ AŞAR MIYIZ
Türkiye’de uzun zamandır kemikleşmiş bir hal alan ve sadece siyasi alanda değil toplumsal düzeyde de yerleşmiş kutuplaşma ortamında, sosyal medyanın algoritmik yönlendirmeleri ve özünde de bizim takip ettiklerimizin neticesinde çoğumuz “yankı odalarında” mutlu mesut yaşıyoruz. Mağaradaki tek gerçekliğin bu olduğunu, sadece kendi sesimizin yankısının duyulduğu konfor alanlarının yeterli geldiğini düşünüyoruz.
Ama özünde bu kocaman bir yanılsama. Bu konuda uzun yıllardır araştırmalar yürüten Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Emre Erdoğan’ın da isabetli tespitinde söylediği gibi, “Yankı odası, bizim seçici maruz kalma mekanizmasıyla etrafımızı rahatsız edici, aykırı fikirlerden temizleyerek, rafine bir ortam yaratmamız”.
Clubhouse’ta iPhone’u olanlarla “takılmak”, takip ettiğimiz kişiler üzerinden gelen takip tavsiyelerine göre seçici bir tercih yapmak da bu sürecin dinamiklerinden biri... Ama örneğin iktidar partisine oy veren bir seçmenin “karşı mahalleden” kullanıcıları takip etmesi veya tam tersi örneğin HDP seçmeninin MHP nezdinde “kanaat önderi” kabul edilen bir gazeteciyi takip listesine dahil etmesi, bu yankı odasından çıkış için bir strateji olabilir.
Çünkü esas mesele, farklı fikirlerle karşılaşmaktan ne kadar rahatsızlık duyduğumuz. Öte yandan, karşınıza çıkan oda önerileri üzerinden aslında daha önce ilgi duymadığınız, kendi “mahallenizin” önceliği arasına girmeyen konu başlıkları hakkında bilgi sahibi olma imkanı doğuyor.
Sizin çok önemsediğiniz konularda az sayıda kişi konuşurken, “karşı mahallenin” öncelikleri aslında farklı siyasi spektrumdan kişileri bir araya getirebiliyor. Bu, başlı başına kişinin yankı odasının sınırlarını gösteren en çarpıcı örneklerden biri.
Öte yandan, söyleşi odasının moderatörünün de odaya katılanların ağırlıklı görüşünden farklı görüşteki kişilere söz vermesi, odanın siyasi eğilimini tamamen kontrol altında tutmaması da bu süreçte kritik rol oynuyor. Elisabeth Noelle-Neumann tarafından kavramsallaştırılan suskunluk sarmalı, kişinin içinde bulunduğu topluluğun genel eğilimi dışına çıkmasının zorluklarını gösteriyor.
Buna göre insanlar hassas konularda düşüncelerini yakın çevresinden bile gizleyince, farklı sesler ortadan kalkıyor. Bunun sonucunda, herkesin sizinle aynı fikirde olduğunu düşünüyorsunuz ve sizinle aynı düşüncede olmayanlar karşısında kendinizi ahlaki olarak daha üstün görüyorsunuz.
Genel görüşlerden ayrı düşünceleri olan kişiler de bu ortamlarda tepki çekmemek için suskunluk sarmalına giriyorlar. Clubhouse’ta da toplumun hassas sinir uçlarına dokunan konularda kullanıcıların suskunluk sarmalına girmesi muhtemel.
Kendi düşüncesinin azınlıkta olduğu bir odaya gittiğinde susan kişi, başkaları konuşmadığı, görüşlerini tepki çekeceği için paylaşmadığı için susmaya devam eder. Kişinin bu fanusu kırmasında kendi içsel mücadelesinin yanı sıra, odadaki moderasyonun da kolaylaştırıcı etkisi olacaktır.
Azınlıkta bile olsa bir kişinin düşüncesini dile getireceği ortamı yaratmak ise, Türkiye gibi sosyal medyada sıkı bir takip sisteminin yer aldığı ve insanların sosyal medya paylaşımları yüzünden hapse bile girebildikleri bir ortamda yasal engellerle karşılaşabilir.
Clubhouse’un Türkiye özelinde kutuplaşma ortamından geri adım atmada kolaylaştırıcı olup olmayacağını zaman içerisinde göreceğiz. Ama bu süreçte tüm suçu bir sosyal medya ağına yüklemek yerine hepimiz de bunu bir fırsat olarak görüp toplumdaki diğer mahallelerle temasa geçmenin, suskunluk sarmalının aşılmasının sorumluluğunu üstlenebiliriz.
Hak, hukuk, adalet, insan hakları temelinde ortak bir dil, söylem, yol bulmak için teknoloji en etkili araçlardan birini sunuyor bize bu kez. Ve hepimiz içimizde susmak bilmeyen bir ses olduğu için birbirimizle konuşup anlamaya susadık aslında.
MENEKŞE TOKYAY KİMDİR?
Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi’nde Avrupa Birliği alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirdi. Avrupa Birliği alanında danışmanlık firmalarında uzman olarak görev aldı. 2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapmaktadır.
Ayrıca, 2010 yılından bu yana Southeastern European Times, Al Arabiya English, Business New Europe, International Business Times, Deutsche Welle, Washington Post, Euronews Türkçe, Arab News gibi uluslararası haber ajanslarında Türkiye muhabiri olarak görev almıştır.
Halihazırda Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nde Çocuk Hakları alanında doktora çalışmasını yürütmekte ve bir yandan da uluslararası haber ajanslarına Türkiye’ye ilişkin gelişmelere dair analizler hazırlamaktadır. Mülteci hakları, çocuk hakları, kadın sorunları ve Orta Doğu’daki gelişmeler başlıca ilgi alanları arasında yer alıyor.