Disiplinlerarası ve çözüm odaklı olarak siyasi partilerin seçmen ve lider davranışlarını, grup dinamiği, kitle psikolojisi gibi konuları merkeze alarak iç savaş, soykırım, toplumsal travmalar, terör, baskı grupları, göçmenlik, entegrasyon, kriminal psikoloji ve sinir bilim gibi alanlarda çalışmalar yürüten mikro düşünce kuruluşu Politik Psikoloji Günlüğü’nde yayınlanan Feyza Kübra Özalper imzalı bir analiz, suç ve güvenlik algısına dair ezberleri bozacak nitelikte sorular soruyor. Kriminal raporlara yansımış gerçek bir hayat hikayesi...
Charles Whitman 25 yaşında, 138 IQ sahibi bir mimarlık öğrencisiydi. İçindeki karşı konulmaz şiddet isteği sonucu 1966 yılında Teksas Üniversitesi gözlem kulesine çıkarak yaptığı katliamda kendisiyle birlikte 16 ölü ve 33 yaralı vardı. Polis, kuledeki dehşetli saldırısından sonra ölü ele geçirilen Whitman’ın evine gitti ve tablonun görünenden çok daha ağır olduğunu gördü. Whitman annesini ve uykusunda bıçaklamak suretiyle karısını katliamdan önceki gece öldürmüştü.
Polis evde Whitman’ın birkaç notunu buldu:
“Kendimi şu günlerde tam olarak anlayamıyorum. Aklı başında ve zeki bir genç olarak tanınmaktayım. Ama son zamanlarda (ne zaman başladığını hatırlayamıyorum) birçok sıra dışı ve mantıksız düşüncenin kurbanı olmuş durumdayım.”
“Karım Kathy’yi bu gece öldürmeye, ancak üzerinde çok uzun süre düşündükten sonra karar verdim. Onu çok seviyorum, ayrıca her erkeğin düşlediği türden, çok iyi bir eş de oldu bana. Bunu yapmama neden olacak mantıklı hiçbir neden gelmiyor aklıma.”
“Bir keresinde bir doktorla iki saat kadar konuşup, ona çok güçlü biçimde hissettiğim şiddet duygusunun altında ezildiğimi anlatmaya çalıştım. O seanstan sonra Doktor’u bir daha görmedim. O zamandan beri bu zihinsel çalkantıyla tek başıma mücadele etmekteyim ve görünen o ki, hiçbir yararı yok.”
Yapılan otopsi ise bilinmeyen bir gerçeği gözler önüne serdi. Whitman’ın beyninde bir tümör vardı! Gliyoblastam tümör, talamus denilen yapının alt kısmından çıkıp hipotalamusa uzanıyor ve amigdala olarak bilinen üçüncü bir yapıyı sıkıştırıyordu. Amigdala, özellikle de korku ve saldırganlık, merkezinde olmak üzere, duygu mekanizmasının düzenlenmesinden sorumludur. 1800’lerin sonlarına gelindiğinde, araştırmacılar amigdalanın hasar görmesiyle duygusal ve toplumsal rahatsızlıklar yaşandığını keşfetmişlerdi. 1930’lu yıllarda ise Heinrich Klüver ve Paul Bucy adlı biyologlar, amigdalası zarar gören maymunlarda korkusuzluk, duygusal körelme ve aşırı tepki gibi bir dizi belirti ortaya çıktığını gösterdiler. Amigdalası hasarlı dişi maymunların annelik davranışları bile bozuluyor, bu maymunlar sıklıkla yavrularını ihmal ediyor ya da onlara fiziksel tacizde bulunuyorlardı. Sağlıklı insanlarda ise amigdalanın etkinliği, özellikle ürkütücü yüzler gördüklerinde, korkulu anlar ya da toplumsal fobiler yaşadıklarında artar.
Sonuçta Whitman’ın kendisiyle ilgili sezgileri; -beynindeki bir şeylerin davranışlarını değiştirdiği gerçekten de son derece isabetliydi.
Whitman’daki değişimi fark eden başkaları da vardı. Yakın arkadaşı Elaine Fuess “Tümüyle normal göründüğünde bile, içindeki bir şeyleri denetlemeye çalıştığı izlenimini veriyordu” diye anlatmıştı. O “bir şeyler” tahminen Whitman’ın içindeki öfkeli, saldırgan zombi programlar topluluğuydu. Daha sakin ve akılcı olan taraflar, tepkisel, şiddete eğilimli taraflarla mücadeleyi sürdürse de tümörle gelen hasar dengeyi öyle bozmuştu ki, savaş artık adil olmaktan çıkmıştı.
Peki, Whitman’da beyin tümörü bulunmuş olması, onun acımasız cinayetleriyle ilgili duygularınızı değiştiriyor mu?
Kendisi o gün ölmemiş olsaydı, onun için normalde uygun göreceğiniz cezaya bir etkisi olur muydu?
Bu tümör, onu ne ölçüde “suçlu” bulduğunuzu etkiliyor mu?
Beyninde bir tümör geliştiği için davranışların kontrolden çıkan kadersiz kişi, belki de siz olamaz mıydınız?
Öte yandan, tümörlü kişilerin baştan suçsuz sayılması ya da işledikleri suçlardan aklanmaları gerektiği sonucuna varmak da tehlikeli olmaz mıydı?
Kuledeki beyin tümörlü adam, bizi aslında suçtan “sorumlu tutulabilirlik” sorununun tam kalbine götürmektedir.
Adli bir ifade kullanacak olursak, bu adam yaptıklarından sorumlu tutulabilir miydi? Kendisine hiç seçim hakkı tanımayan yollarla beyni hasar görmüş bir kişi, ne ölçüde kabahatlidir?
Ne de olsa, biyolojimizden bağımsız davranamıyoruz, öyle değil mi?