ABDULLAH SAYIN
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, 26 Şubat Salı günü ani bir kararla istifasını açıkladı. İstifa ettiği günün İran’da “Hz. Fatma’nın doğum günü ve Anneler Günü” olarak kutlanması vesilesi ile önce Instagram hesabından İranlı kadınların gününü tebrik etti ve devamında, “Aziz ve yiğit İran milletine ve muhterem yetkililere, geride kalan 67 ay içindeki nezaketleri için çok teşekkür ediyorum. Görevime devam edemeyeceğim için görev süresi içerisindeki yetersizliklerim ve kusurlarımdan dolayı samimiyetle özür dilerim, esenlikle kalın” ifadeleri ile istifasını duyurdu. Bu olay Beşar Esad’ın Tahran’a gerçekleştirdiği ani ziyaretin ardından hem ülke hem de dünya gündeminde ikinci bir şok etkisi yarattı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Denver Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk ve Politika alanında Doktora eğitimi almış olan Zarif, Dışişleri kariyerine 1982 yılında İran’ın Birleşmiş Milletler(BM) delegasyonuna katılarak başlamıştır. 1988 yılında, İran-Irak Savaşı’nın bittiğini ilan eden 598 sayılı BM kararı müzakerelerinde, mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve bugün Devrim Rehberi Ali Hamaney’in baş danışmanlarından birisi olan Ali Ekber Velayeti ile birlikte masada bulunanlardan bir tanesiydi. 2002-2007 yılları arasında, İran’ın BM nezdindeki Büyükelçisi olarak görev yaptı. 2013 yılında Dışişleri Bakanlığı görevine başlayan Cevad Zarif, İran tarihine damgasını vuran ve 2015 yılında ABD ile imzalanan “Nükleer Anlaşma” konusunda da yine sürecin en önemli aktörlerinden birisi oldu. Bu başarısı sonrasında Cevad Zarif, 19. yüzyılda yaşamış olan İranlı reformist devlet adamı Emir Kebir’e benzetilirken, İslam Devrimi’nin ilk yıllarından bu yana icra ettiği önemli görevlerle de İran hariciyesinin en tecrübeli bakanlarından birisi olarak değerlendirilmektedir.
Cevad Zarif’in bu ani istifası tüm Dünya’da olduğu gibi İran’da da büyük tartışmalara yol açtı. İran kamuoyu, tecrübeli bir Dışişleri Bakanı olan Zarif’in fevri bir kararla bu adımı atmayacağı konusunda hemfikir. Birçok kişi tarafından, Zarif’in bu kararı almasının temel sebebinin, Beşar Esad’ın habersiz Tahran ziyareti olduğu yorumları yapılsa da Cevad Zarif’in, 2013 yılından bu yana gerçekleştirdiği Dışişleri Bakanlığı görevi süresince hem kişisel olarak hem de Ruhani hükümetindeki bakanlardan birisi olması hasebi ile muhafazakârlar tarafından ağır eleştirilere maruz kaldığı bilinen bir gerçek. Bu süreç içerisinde yaşanan birçok olayın yanı sıra Esad’ın Tahran’ı ziyareti ve bu ziyarette Dışişleri Bakanı unvanı ile Cevad Zarif’in bulunmamasının, Zarif için “bardağı taşıran son damla” olması kuvvetle muhtemel. Nitekim İran iç siyasetinde ve kamuoyunda da ekseren bu minvaldeki yorumlara yer verilmekte.
OLASI NEDENLER
İran’ın, ABD ile uzun soluklu görüşmelerin ardından masaya oturarak imzaladığı “Nükleer Anlaşma” konusunda büyük bir çaba sarf eden ve anlaşmanın mimarlarından birisi olarak kabul edilen Zarif, ülke içerisinde reformist kanat tarafından kahraman ilan edilirken muhafazakârlar tarafından ülke güvenliğini ABD’ye teslim etmekle suçlanmaktaydı. Bu süreçte muhafazakârlar tarafından yoğun eleştirilere maruz kalan Zarif, Trump’ın 2018 yılında anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesiyle birlikte bu eleştirilerin daha yoğun bir şekilde hedefi haline gelmeye başladı. O dönemde ülkenin bulunduğu ekonomik krizden çıkması ve İran’ın uluslararası arenada daha saygın bir devlet haline gelmesi için tüm ülkelerle diplomasi kanallarının açık kalmasını savunan Zarif, günümüzde de hâlâ devam eden bu hakaretamiz eleştirilere karşı tepki göstermektedir. Bu eleştirilerin hem muhafazakâr kanat tarafından hem de Devrim Muhafızları Ordusu(DMO) tarafından dile getirilmesi ve Nükleer Anlaşma sürecinin sürekli baltalanmaya çalışılması, Zarif tarafından alınan istifa kararının en önemli sebeplerinden bir tanesi olarak değerlendirilebilir.
Cevad Zarif’in istifasında etkili olan diğer önemli bir husus ise ABD ambargolarının yoğunlaşması sonrasında, Avrupa Birliği ülkeleri ile işbirliği amaçlı yapılan müzakerelerde “FATF” Yasası çerçevesinde “Kara Para Aklama ve Terör Finansmanının Önlenmesi” sürecine uyumu öngören yasanın, İran Meclisi tarafından onaylanması gerekliliğine karşın, muhafazakârların yoğun eleştirileri oldu. Bu yasa ile ABD’ye ülkenin içişlerine karışma hakkının verildiğini savunan muhafazakârlar, bu konuda hem mecliste hem de sokaklarda yoğun gösteriler gerçekleştirdi. FATF konusu son dönemlerde ülke gündemini o kadar yoğun bir şekilde meşgul etti ki Tahran Cuma İmamı Ayetullah Ahmet Hatemi, bu konuya Cuma Namazı hutbesinde değinmek durumunda kaldı. Bu konuda hem Ruhani hem de Zarif “ABD’nin eline koz verilmemesi ve ülkenin müzakerelerdeki prestijinin azaltılmaması” gerektiğini savunarak bu yasanın onaylanması gerektiğine değindi ancak İran Meclisi’nden geçen yasa, bazı Devrim Muhafızları komutanları tarafından da ağır eleştirilere maruz kaldı. FATF konusuna dair muhafazakârların ve DMO’nun ağır eleştirileri ve süreci sabote etmek istemeleri, bu durumu siyasi iradeye açık bir müdahale olarak gören Zarif’in istifa sebeplerinden bir diğeri olarak değerlendirilebilir. İran İslam Cumhuriyeti’nin Ortadoğu ülkelerine dair dış politika çerçevesinin, genel olarak DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani tarafından belirlendiği, uzmanlar ve kamuoyu tarafından yaygın bir şekilde kabul gören bir düşüncedir.
İran, DMO’nun bölge ülkelerindeki operasyonları ve kontrolündeki Şii milisler aracılığı ile bölgede aktif bir hareket ve nüfuz alanı kazanmaktadır. İran’ın özellikle Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta ve Lübnan’daki etkisi DMO’nun Kudüs Gücü eli ile sağlanmaktadır. Bu yüzden ülkenin izlemesi gereken dış politika adımları konusunda DMO ve Cevad Zarif birçok kez ters düşmüş ve Zarif, bu müdahalelerin ülkenin ve köklü bir geleneğe sahip olan Dışişleri Bakanlığı’nın prestijine zarar verdiğini dile getirmiştir. DMO’nu özellikle Suriye’deki siyaseti, ülkedeki reformistler tarafından yoğun bir şekilde eleştirilirken, bu eleştiri son bir yıl içerisinde ülkenin muhtelif bölgelerinde ortaya çıkan ekonomik temelli gösteriler aracılığı ile toplumsal alanda da kendisine yer bulmaktadır. Bu doğrultuda DMO’nun İran’ın iç ve dış siyasetinde giderek artan bu etkisi hem Ruhani hem de Cevad Zarif tarafından eleştirilirken, bu baskılar Zarif için artık kabul edilemeyen bir durumu ortaya çıkarmıştır. Bu durum ise Zarif’in istifa sebeplerinden bir diğeri olarak görülebilir.
Cevad Zarif’in istifasında “bardağı taşıran son damla” olarak değerlendirilen konu ise Zarif’in istifa ettiğini açıklamasının birkaç saat öncesinde, Tahran’da Beşar Esad ve Suriyeli yetkililer ile gerçekleştirilen görüşme oldu. Beşar Esad’ın daha önceden belli olmayan ve kimse ile paylaşılmayan bir program çerçevesinde İran’a getirilmesi, bu konuda önemli bir rol üstlenen DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin dış politikadaki etkisinin de önemli bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin bulundukları toplantıda, Dışişleri Bakanı sıfatı ile Cevad Zarif’in bulunmaması hem birçok dışişleri bürokratının hem reformist medyanın hem de reformist seçmenlerin yoğun eleştirilerine sebep oldu. Konuya dair yapılan birçok yorumun ardından Zarif, kişisel bir kırgınlığının olmadığını dile getirirken, “Dışişleri Bakanı olarak ulusal çıkarlar ve ülkenin iktidarı için Dışişleri Bakanlığı’nın konumuna riayet edilmemesine tepki göstermeliydim.” açıklamasında bulundu.
Cevad Zarif’in istifasına yönelik İranlı uzmanların ve İran kamuoyunun yaptığı bir diğer yorum ise “Hasan Ruhani’nin Cumhurbaşkanlığı görevinin son döneminde olması hasebi ile 2021 yılında yapılacak seçimlere önemli bir aday ile katılmak isteyen reformist kanadın, Cevad Zarif’in istifası ile hem rejimin hem de toplumun nabzını ölçmek istediği” şeklinde. 2017 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ılımlı-Reformist ittifakının kazanmasında, Nükleer Anlaşma sonrası ekonomik iyileşme beklentilerinin ve toplumsal mutabakata dair gerçekleştirileceği vaat edilen yapısal düzenlemelerin etkisi olduğu kadar; Ilımlı-Reformist ittifakının tek aday üzerinde birleşmesinin de çok önemli bir etkisi vardı. Seçimlerden önce verilen vaatlerin toplumsal alanda somut bir karşılığının alınamamasından ve ABD ambargoları ile artan ekonomik krizin etkilerinden dolayı, 2021 yılında gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir hayli çekişmeli geçebilir. Bunun farkında olan ılımlı-Reformist kanadın bu şekilde hem sistem hem de toplum içerisinde bir nabız ölçme maksadının olduğu yorumları da bu minvalde daha makul bir zemine oturmaktadır.
ESAD GÖRÜŞMESİNİN YANKILARI
Beşar Esad ile Tahran’da gerçekleştirilen görüşmeler, son dönemde bölge ülkeleri nezdinde yeniden imaj çalışması başlatan Beşar Esad için olduğu kadar İran için de büyük bir önem arz etmekte. İran’ın son dönemlerde, “Suriye’de Rusya karşısında azalan önemi, Suriye’nin geleceğinde ve ekonomik olarak yeniden yapılanmasında oynayacağı rol” tartışılırken, beklenmedik bir şekilde Tahran’a getirilen Esad ile verilen samimi pozlar ve bu görüşmenin İran medyası ile uluslararası medyadaki yansımaları, İran’ın “Biz her zaman Suriye halkının ve meşru yöneticisinin yanındayız.” söylemini İran açısından daha da perçinledi. Suriye’ye sekiz yıldır maddi, manevi ve askeri her türlü desteği sağlayan İran, Suriye’nin geleceğinde pay sahibi olma isteğini ve ekonomik olarak kendisinin de burada yer alacağını, DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin de toplantıdaki varlığı ile uluslararası alana yeniden deklare etti.
Hülasa olarak bu gelişmeler, İran’ın Ortadoğu politikalarında ilerleyen dönemlerde önemli bir değişimin yaşanmayacağını ve DMO’nun bölgeye yönelik politikaların belirlenmesi konudaki ağırlığının devam edeceği gerçeğini bir kez daha göstermiş oldu. Diğer bir yandan İran’ın ilerleyen dönemlerdeki Batı ile işbirlikteliği ve ABD ile olası bir yeni anlaşma süreci için, İran hariciyesinin “diplomasi alanındaki zeki bürokratı” olarak nitelendirilen Cevad Zarif’in görevde tutulmak istendiği de görülmektedir. Zarif’in istifasına izin verilmemesinin önemli sebeplerinden bir diğeri de “ABD ambargoları ile birlikte ekonomik buhran ile uğraşan ve siyasal alana güvenin giderek azaldığı bir dönemde, toplumsal alanda tepkinin birikmesine ve rejimin daha fazla yıpranmasına izin verilmek istenmemesi” olarak değerlendirilebilir.