MELEK GEDİK / İSTANBUL
İstanbul Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Güven Gürkan Öztan ile gazeteci Serdar Korucu bir araya geldi ve İstanbul’un 50’li yıllarına ışık tuttu. Öztan ile Korucu eskiyle yeninin, yoksullukla zenginliğin, mütevazılıkla şatafatın buluştuğu kentteki ikilemleri ‘Tutku, Zarafet ve Değişim’ kitabında anlattı. Adadaki görkemli konaklardan gecekondu mahallelerine, plaj eğlencelerinden iş cinayetlerine, modaevlerinden batakhanelere kadar İstanbul’un aydınlık ve karanlık yüzü kitabın satır aralarına yerleşti. Demokrat Parti ve NATO üyeliğiyle değişim rüzgarlarının estiği 50’lere kapı aralayan kitapta, İstanbulluların günlük alışkanlıkları, yaşam algısı, tüketim kültürü, sevdiği tatlara dek her ayrıntı var. İşte o yılların İstanbul’unda öne çıkanlar...
HALK PLAJDA, VATANDAŞ KIYIDA
1950’li yıllarda sayfiye gitmek, İstanbulluların büyük bir kısmı için yeni yeni bir tatlı kaçamağa dönüşmeye başlar. Eskiden sadece bürokratların ya da varsıl ailelerin ayrıcalığı olan deniz tatili, 1950’liler boyunca daha geniş halk katmanlarının talebi haline gelir. Sayfiyeye gitme merakının ardında hem sosyo-psikolojik hem de altyapısal değişim yatar. Magazinin 40’ların sonlarından itibaren hızlı yükselişi, Amerikan yaşam tarzının bir parçası olarak tatilin popülerleşmesi, deniz ve kumla buluşmanın sağlığın yanı sıra bir asrilik ve zenginlik alametine dönüşmesi İstanbulluları sayfiye semtlerine yönlendiren unsurlarından birkaçı.
SES GETİREN OYUN: ANNE FRANK
O yılların İstanbul’unda en çok izlenen tiyatro oyunlarından biri de Anne Frank olur. Anne Frank, Holokost’ta hayatını kaybeden yaklaşık 1,5 milyon çocuktan biridir. Ailesiyle birlikte Nazilerden saklanırken tavan arasında günlük tutar küçük kız. Günlüğünün 25 Haziran 1947’de yayımlanması ve büyük ilgi görmesi sonrasında tiyatrodan sinemaya kadar uyarlama yapılır. Metin çok geçmeden Türkçeye de kazandırılır. Dönemin gazeteleri tarafından ‘Harp bittikten sonra yayımlanan küçük ve içli Yahudi kızının hatıra defteri’ olarak tanıtılan kitap, tiyatro oyununa dönüştüğünde hem Brodway’de sahne almaktadır hem de Türkiye’de. İlk oyun 1957’de Ankara’da oynansa da, en büyük etkiyi İstanbul temsili yaratır. Piyes, 26 Aralık 1957’de Karaca Tiyatrosu’nda oynanır.
KADINA HEMŞİRE OLMAK YAKIŞIR!
1950’ler Türkiye’sinde hastane ve doktor açığı gibi hemşire alanında da büyük eksiklik vardır. Türkiye’de 3 bin hemşire bulunmaktadır, ihtiyaçsa bunun en az 10 katıdır. Bunun için gazetelere ilan verilir. Maksat kadınları hemşireliğe teşviktir. O günlerde bir ilaç şirketi hemşireliği şöyle tanımlamaktadır: “Kadının yüksek meziyetlerinden faydalanan bu mesleğe girmekle rakipsiz ve mizacınıza en uygun bir işe atılmış olursunuz.” İlanın hemen altında “Hemşire doktorun sağ koludur” denilmektedir.
GECEKONDU GÜZELLEŞTİRME DERNEKLERİ
50’li yıllarda çok sayıda yeni gecekondu güzelleştirme derneği kurulur. 8 Haziran 1952’de ise Taksim’de bir miting organize ederler fakat miting iki kez ertelenir.
KAHVENİN YERİNİ ÇAY ALIYOR
O yıllarda çay içen İstanbullu sayısı fazla değildir. Çayın lezzetli bir içecek olduğuna inanan da azdır. Rize’de dar bir alanda yapılan çay ekimi 1950’lerde kıyı boyunca genişlemeye başlar. Kahve kıtlığı yaşanınca ortaya çıkan boşluğu doldurmak için çay üretimine hız verilir ve yeni tesisler açılır. Çay içmeye teşvik edilen halk olumlu tepki verir, Rize çayını benimser. 1955-1960 yılları arasında İstanbul başta olmak üzere birçok kent de çaya talep gösterir.
ZEKİ MÜREN MAĞAZASI BEYOĞLU’NDA
Tesadüf bu ya o güne kadar daha çok gayrimüslimlerin yoğun olarak yaptığı bijuteri işine merak salmıştır Müren. ‘Zeki Müren Mağazası’ heyecanla açılsa da işler beklendiği gibi gitmez. İlk başarısızlığı böyle tadar Zeki Müren. 1955 yılının son ayında “Branş değişikliği dolayısıyla sermayesine yapılan satışlardan istifa ediniz” denilir reklamlarında... Ve 1956’nın ilk günlerinde verilen son tasfiye ilanlarının ardından eser bile kalmaz mağazadan.