Türkiye’nin ne kadar ihtiyacı varmış, konuşmaya, düşünmeye, paylaşmaya…
Son yıllarda yaşadığımız büyük savrulma, yıkıcı kutuplaşma, demokrasiden kopuş; öfke, nefret, kibir; korku, güvensizlik, endişe; güvensizlik, cemaatleşme, adaletsizlik…
Kimliklere bölünmüş, kimlik siyasetleri tarafından rehin alınmış, değerlerin yok edildiği, davaların öncelendiği bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Toplumsal, bireysel travmalar içinde nefes almakta zorlananların çoklaştığı bir Türkiye…
Ve bu tablonun altında yaşam, iş, aş, sevgi mücadelesi veren ülkemin güzel insanları…
Ve bu insanların hikayelerine odaklanmak, onların hikayeleri yoluyla bu tabloyu düşünmek, belki değişim için ilk adım olan, anlamak, muhasebe yapmak, eleştirel aklı harekete geçirmek çabasına girişmek…
“Bir Başkadır”, bunu yapmayı amaçlayan bir dizi. Ve, bir geldi pir geldi.
ANLAMAK, KONUŞMAK, DÜŞÜNMEK
Berkun Oya’nın yazıp/ yönettiği Bir Başkadır, çok seyredilenler arasında birinci sıraya hemen oturdu; hızla ilgi odağı haline geldi; sosyal medyadan gazetelere ve sitelere üzerine yazılanlar hızla arttı; tartışıldı, tartışılmaya da devam edilecek gözüküyor.
Her şeyden önce Bir Başkadır, Türkiye’nin kendisini konuşmaya, düşünmeye ne kadar ihtiyacı olduğunu bizlere hatırlattı.
Konuşmayan, yıkıcı kutuplaşma içinde nefret kamplarına savrulmuş, birbirinden nefret eden kimlikler, gruplar, insanlar arasında sağırlar diyaloğuna indirgenmiş ülkemize ilaç gibi geldi.
Bir Başkadır, bence eleştirilmeden önce kabul edilmesi gereken çok önemli bir işi yaptı: Konuşmayan, düşünmeyen Türkiye’yi konuşturdu, düşündürttü.
Kimliklere ve kimlikler arası uzaklığa ve temassızlığa indirgenmiş Türkiye üzerine çoğu insanı konuşmaya, yazmaya itti.
Unutulan “anlamak” çabasının önemini bizlere hatırlattı.
Berkun Oya farkının hissedildiği bir öykü; sahnelerinden cümlelerine akıl dolu anları yaşatan bir senaryo; çok başarılı bir oyunculuk, ve kendimi tekrarlayayım, son yıllarda konuşulamayanları konuşmayan bizlere seyrettiren ve bizleri düşünmeye davet eden bir anlatı: Bir Başkadır’ı en genelde böyle tanımlarım.
Eleştiriler tabi ki oldu. Bazıları da bence haklı. Benim de eksik ya da geliştirilmemiş bulduğum ya da ‘Buna gerek yoktu’ dediğim yanları olan da bir dizi.
Ama, çok başarılı, çok etkili ve seyretmeye doyulamayan oyuncular ve onların sergiledikleri müthiş oyunculuğu seyrettiğimiz bir dizi de, Bir Başkadır.
Başta Meryem karakterinde Öykü Karayel ve Peri karakterinde Defne Kayalar. Tek kelimeyle müthişler. Ve Meryem’in abisi Fatih Artman’ı, Psikiyatr Gülbin rolündeki Tülin Özen’i ve onun muhafazakar, hatta AK Partili ablası rolündeki Derya Karadaş’ı unutmamak lazım.
Akıl dolu bir öykü çok başarılı oyunculukla birleşince kaliteli bir ürün ortaya çıkıyor.
Üç, dört yıl önce New York’da karşılaştığım ve orada yaşayan bir öğrencim, merak etmeyin tüm medya kısa zaman sonra Netflix ve Amazon olacak, demişti. Ne kadar haklıymış. Bir Başkadır’ı da Netflix’de izledik. Haber kanallarından dizilerine yerleşik medyanın bitmesini de simgeliyor Bir Başkadır’ın Netflix dizisi olması.
KİMLİKLERİN GERİSİNDE EŞİTSİZLİK VE HAYAT MÜCADELESİ
Gündelikçi olarak çalışan Meryem ile devlet kurumunda çalışan psikiyatr Peri’ni terapi seansındaki konuşmasıyla başlıyoruz. Bu ikili arasındaki ilişki, bizi kutuplaşmış Türkiye’nin “laik-muhafazakar çatışma alanı”na götürüyor.
Bu temassızlık alanının sorunlu yapısını, ama daha da önemlisi, bu alan içindeki kimliklerin gerisinde yalnız insanların hayatlarını, yaşadıkları acıları, trajedileri ve verdikleri hayat mücadelesini çok iyi ve akıl dolu anlatıyor Bir Başkadır.
Laik, orta sınıf ya da üstü, eğitimli insanın ikilemlerini Peri bize farklı boyutlar içinde anlatırken, Meryem ve onun etrafındaki yaşam da, muhafazakar insanların karmaşık yaşamlarını, acılarını ve hayat mücadelesini çok boyutlu bir anlatı içinde sergiliyor.
Laik-muhafazakar çatışma alanı içindeki kimlikler-arası, kimlikler-içi, ve kimlikler-gerisi ilişkilerin çözümlenmesi çok iyi yapılıyor.
Başörtüsü hala bir sembol olarak öyküde önemli bir yer tutuyor. Meryem başörtülü, Meryem-Peri ilişkisinde bu sorunun irdelenmesini görüyoruz.
Bu anlamda, dizi, bana, sanki on yıl önceki Türkiye’yi de anlatıyor gibi geldi.
Çünkü, “Yeni Türkiye”de iktidar ve güç ilişkileri değişmiş durumda; Meryem’den çok daha güçlü, zengin, iktidar yanında durarak güçlenen, hatta kibirlenen, buna yaparken de başörtüsünü kullanan başörtülü aktörler var, medyada, iş dünyasında, sivil toplumda. Onlar, Peri’den daha güçlüler ve bu güçlerini Peri ve onun kimliğinden/sınıfından gelenlere, hatta Meryem’e karşı da kullanmaktan çekinmiyorlar.
Hatta, bu durumu eleştirmek için başörtülerini çıkararak ciddi bir tartışmayı başlatan başörtülü kadınlarımız da var.
Bu, bence, öykü de önemli bir eksiklik. Fakat, vurgulayayım, anlatılan öykünün önemini ve değerini azaltmıyor.
Bir de, Cankuş Hoca’nın kızının, ahlaki ya da kültürel normlar içinde takmak zorunda kaldığını düşündüğü başörtüsünü çıkarma kararı alması ve bu kararı babasının kabul etmesi sahnesini unutmamak lazım.
Bir Başkadır, aynı konuya değişik açılardan da bakıyor: Sorunların, yaşananların, yaşamın çok katmanlı ve karmaşık olduğunu bize anlatıyor.
Meryem aynı zamanda evlere temizliğe giderek çalışıyor. Burada da, bence öykünün ikinci çok önemli başarısına geliyoruz: Kutuplaşmanın, kimliklerin gerisinde, altında, ciddi eşitsizlikler içinde geçen bir hayat var. Meryem, işe giderken, çoğu insan gibi, neredeyse, yürüyerek ve otobüslere binerek İstanbul’un yarısını katediyor; çalışması, geçinmek için para kazanması lazım.
Uyuyan ve ‘kahve’sinin iyi yapılmasını düşünenlere karşı çalışmak için saatlerce yol kateden insanlarımız yaşamları tüm karmaşıklığı içinde sergileniyor dizide. Meryem’i, başörtülü değil, hayatı işten-eve mücadele ve çalışmakla geçen biri olarak izliyoruz. Meryem’de, kimlik ile sınıf birleşiyor.
Kimlikler Türkiye’sinin gerisinde “eşitsizlikler ve hayat mücadelesi” yapanların yaşadığı bir ülke var.
Bu noktada belirteyim: Jung’çu genç hoca ve Jung tercihinin çok doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum. Meryem’e aşık Jung’çu genç hoca, Meryem’le yürürken, ona, işe giderken nerelerden geçeceğini ezberinden anlatırken, aynı zamanda, kültürel kimliklere indirgenmiş bir ülkenin eşitsizliklerle dolu olduğunu da anlatıyor.
Meryem’ın aklı, uyanıklığı, Peri’ye karşı üstünlüğü, kimliğinden/başörtüsünden çok daha fazla hayat mücadelesindeki deneyiminden geliyor; bu nokta da, Bir Başkadır, yoksulun aklı ve zekası temelinde son yıllarda izlediğim en iyi filmler arasında olan Parazit filmini de birazcık anıştırdı bana.
Eşitsizliklere ve yaşam mücadelesine verilen önemin öyküyü çok zenginleştirdiğini düşünüyorum.
Türkiye’yi anlamak ve düşünmeye davet, sadece kimlikler ve kutuplaşmayı değil; daha da önemlisi, eşitsizlikler ve hayat mücadelesini de içerince, güçlü ve ciddiye alınması gereken bir davete dönüşüyor.
KÜRT SORUNU
Bir Başkadır’ın üçüncü önemli etkisi, Psikiyatr Gülbin’in Kürt olmasıyla ve ailesinin yaşadığı drama odaklanılarak anlatılan Kürt Sorunu’na değinilmesiyle ortaya çıkıyor. Kürt sorununu karmaşıklıkları ve çelişkileri içeren bir aile dramı içinde seyrediyoruz. Kürt kimliği içindeki çatışmalar ve çelişkiler, iki kardeş arasındaki kavgalarla da anlatılıyor.
Anne ve baba, Gülbin ve ablası ve anne hamileyken tekmelendiği için ciddi sağlık sorunlarıyla yaşamak zorunda olan ve acı çeken erkek kardeşten oluşan bir aileyi ve yaşanan acıları izliyoruz.
Bir Başkadır, bu sorunun anlatımında, o kadar da başarılı değil. Gülbin’in ablasıyla kavgası, iki zıt kadın arasındaki gerilim, kimlik-içi ve ötesi yaşamın ne kadar karmaşık olduğunu anlatıyor. Bu, önemli. Ama, bir havada kalma hali de var. Dahası, iki kardeş arasındaki kavganın süreklilik kazanarak defalarca tekrarlanması da bende, yeter, ne gerek vardı bu kadara, hissini uyandırdı.
Bu satırları yazaken, Bülent Arınç “Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş tahliye edilmeli” açıklamasını yapıyordu. Kürt sorununun milliyetçilik ve güvenlikçi yaklaşım tarafından konuşulamamaya sürüklendiği bir dönemde Bir Başkadır’ın bu soruna eğilmesi bence önemliydi.
Evet, residansta oturan ve gününü spor salonunda geçiren Sinan karakterinin geliştirilmesi gerekir, oturmamış bir boyutunu oluşturuyor hikayenin;
Evet, Cankuş hocanın, öykünün sonunda kızının evlatlık olduğunu anlattığı sahne (Perihan Mağden’e, P24, katılıyorum) bana da İran sinemasını hatırlattı;
Evet, buna benzer eksiklikler bulunabilir.
Ama, Bir Başkadır, çok önemli bir iş yaptı. Tebrikler ve Teşekkürler.