ERKUT TEZERDİ / İSTANBUL
Kâbuslar, öte âlemden musallat olan varlıklar ve yavaş yavaş açığa çıkan sırlar… Korku yapımları çekildiği coğrafyanın özelliklerini yansıtıyor; Amerikan filmlerinde kilise, rahip ve bolca Şeytan çıkarma ayini beyazperdeye yansırken Türkiye’deki filmlerde ana korku unsuru genel olarak “üç harfliler” diye tabir edilen varlıklar oluyor. ‘Alem-i Cin’ de böyle bir yapım. Yönetmenliğini ‘Helak: Kayıp Köy’, ‘Deccal’, ‘Ammar 2: Cin İstilası’, ‘Azazil: Düğüm’ gibi bu türde birçok yapıma imza atan Özgür Bakar’ın üstlendiği filmde; 25’inci yaş gününden hemen sonra görmeye başladığı kâbusların izini süren Yeliz’in öyküsü anlatılıyor. Yeliz, ailesi ile ilgili gizli kalmış kirli sırları ortaya çıkarırken öte âlemdekiler kendisiyle çevresindekilere musallat oluyor, böylece korku dolu anlar başlıyor. “Ortalama beş dakikada bir tedirgin edici alanları tekrarladığımız ve bunu çaktırmadan finale doğru sürekli yükselttiğimiz bir matematik denedik” diyen Bakar’la filmi ve korku türünü konuştuk.
* ‘Deccal’, ‘Azazil: Düğüm’, ‘Helak: Kayıp Köy’, ‘Ammar 2: Cin İstilası’... Önceki yapımlarınız da genel olarak korku türü üzerine. Neden özellikle korku filmleri çekiyorsunuz? Sizi cezbeden nedir?
Sektörde kendimi adadığım alan aslında mizahtı. Fakat uzunca bir süredir de kötü komedi filmlerinin salonlarda hâkimiyeti görülüyordu. Bir iki senedir artık eli yüzü düzgün komedi filmlerinin seyirci hakkını vermeye başladı. Bundan sonra bizim de komedi türlerindeki yapımlarımız artacaktır. O sürece kadar korkunun içinde rahatça dolanabildiğimiz, o fantastik alanın beni cezbetmesi devam eder ve bir yandan yeni şeyler yapmaya devam ederiz diye düşünüyorum.
* Her yapımınızı yüz binlerce kişi izliyor. Bunun sırrı nedir?
Dünyada da çoğunlukla böyle olsa da ülkemizde biraz daha belirgin bir durum var. İşin sırrı yaptığınız türle ilgili net olmakta. Sinemamız alttürlerle birleşmiş bir yapım için hazır değil. Yabancı örneklerle idare ediyor. Bizden bir yapım istiyorsa o türün tüm hatları fazlaca belirgin hatta kör göze parmak olsun istiyor. Yani komikse çok gülmek, korkutucuysa tir tir titremek istiyor. Bu hatları ne kadar iyi çizerseniz karşılığı o kadar fazla oluyor. Kendi adıma da ne zaman türler filmin içinde flulaştı o zaman seyirci kaybettim.
* ‘Alem-i Cin’in yapımına nasıl karar verdiniz?
Aslında korku filmlerine karşı cin teması deyince ciddi bir önyargı oluşmaya başlamıştı. Ben de uzun süredir aslında cin temasında bir şeyler çekmiyordum. Tam tersi zannedilse de böyleydi. Fakat kış aylarında yoğun bir seyirci döneminde girmeyi planladığımız bu projeyi tasarlarken önyargılı sinefillerin aksine türün gerçek seyircisini hedefleyince biraz onların beklentilerinden doğmuş oldu.
* Oyuncu seçimi ve filmin çekimleri için neler söylersiniz? Ayrıca tam olarak düşündüklerinizi beyazperdeye aktardığınızı söyleyebilir misiniz? Doğaçlama gelişen sahneler oldu mu?
Filmin efektleri dışında her şeyi çok içime sindi. Efekt konusunda milyon dolarlık bütçedeki filmlerimiz bile çırak çıkıyor. Çözemiyoruz hakkıyla. Olduğu kadar durumu var. Bu bize de yansıdı. Onun dışında her konuda filmde güzel bir çizgi yakaladığımıza eminim.
* Senaryonun yazımında dikkat ettiğiniz noktalar nelerdi?
Daha önceki filmlerimden çıkardığım ders tempo problemiydi. Biraz gelişen seyirciyi düşünerek matematiği daha seri ele aldık. Yani ortalama beş dakikada bir tedirgin edici alanları tekrarladığımız ve bunu çaktırmadan finale doğru sürekli yükselttiğimiz bir matematik denedik. Kurgu da buna paralel ince bir işçilikle ortaya çıkınca durmayan nefes aldırmayan bir film oldu.
* ‘Alem-i Cin’de büyüler, cinler, kabuslar ve git gide açığa çıkan sırlar var. Bunlar Türkiye’de korku yapımlarının vazgeçilmezi mi? Başka bir konu seçimi olamaz mıydı?
Kağıt üstüne tüm dünyanın vazgeçilmez öğeleri bunlar ama Türkiye’de bir-iki kişi dışında kağıtta yazanı perdede tutarlı bir şekilde yansıtabiliyor diyemem.
* Peki ‘Alem-i Cin’in farkı nedir? Sinemaseverler filme geldiklerinde neler bulacaklar?
En büyük ve bizi şoka sokacak iddialı tarafı Anadolu insanının bilinmeyen yüzünü ortaya koyması. Senaryonun çıkış noktası gündüz programlarında gördüğümüz ve sokakta karşılaşsak ‘Ne kadar ton ton bir teyze, tatlı bir amca’ diye düşüneceğimiz görüntüdeki insanların ne kadar dehşet verici sırlar sakladığını anlamamızla oldu. Bu profildeki insanların böyle de bir tarafı olabilir hatta ‘Her gün görüyorsunuz ekranlarda’ dediğimiz bir film oldu. Filmin tüm farkı ve gücü bu noktadan geliyor.
ŞİŞİRME FİLMLERE KİMSE YÜZ VERMEZ
* Türkiye’de korku türünün serüvenini anlatır mısınız? Neredeydik, şu an neredeyiz?
Bir iki başlangıç denemesini saymazsak üç, dört senelik bizim de başlangıcında çok emeğimiz olan taze bir alan. Hep daha iyiye ama azalarak gidiyor. Bu da çok sağlıklı bence. Komedide olduğu gibi korkuda da şişirme işlere seyirci yüz vermiyor. Biz de her seferinde kendimizi aşmak zorunda kalıyoruz. Birçok iş dünyanın her yerinde gösteriliyor. Her şey yavaş ama çok iyi gidiyor.