Belarus’ta geçen yazdan bu yana 30 binden fazla kişi gözaltına alındı, yüzlerce kişiye işkence edildi; yüzlerce kişi de cezası ağır suçlamalarla hapiste tutuluyor. “Avrupa’nın son diktatörü” Aleksandır Lukaşenko 26 yıldır yaptığı gibi ve yine Moskova’nın yardımıyla demir yumruğa başvurdu. Kadınların ve gençlerin başını çektiği barışçıl bir halk ayaklanmasını bastırmayı umuyor.
Lukaşenko 9 Ağustos’taki devlet başkanlığı seçimlerini 6. kez, yine, yeniden, oyların yüzde 80’ininden fazlasını alarak kazanmayı umuyordu. Resmî sonuçlara bakarsanız, aynen böyle kazandı da. Ancak şimdi koskaca bir halk var karşında hile yapıldığı iddiasıyla direnen. Zira Belarus’ta kadınlar ve gençler (9.5 milyonluk ülke nüfusunun yüzde 70’inden fazlası 55 yaşın altında), şimdi acı çekseler de, önleri bahardır, biliyorlar.
‘DÜNYA YERİNDEN OYNAR KADINLAR BİRLİK OLSA’
Seçimden önce 3 aday çıkmıştı Lukaşenko’nun karşısına. Ancak Lukaşenko ikisini hapse attırarak, birini de teknik olarak diskalifiye edip “tek adam” olarak yarışmak isteyince, rakiplerinden ikisinin eşleri, birinin de kampanya sorumlusu olan üç kadın -Sviatlana Tsikhanovskaya, Veronika Tsepkalo ve Maria Kolesnikova- birlik oldular ve içlerinden birini, Tsikhanovskaya’yı devlet başkanı adayı olarak son dakikada yarışa soktular. “Lukaşenko gitsin artık, yeter” diyen herkes, tek bir aday üzerinde birleşmişti. O nedenle 9 Ağustos’ta sandıklar kapandıktan sonra, Lukaşenko ilk defa başvurmadığı bir başka taktiğe, hileli oy sayımına tekrar başvurduğunda; halk artık “dış mihrakların oyununa gelmiş azınlıktaki bir grup”, “sonucu hazmedemeyen küçük bir muhalefet” olmadığını biliyordu. Binler, onbinler, her kentte, her kasabada, her köyde sokağa çıktı; işten atılmayı göze alıp grev yaptı; dövüldü- sövüldü, kelepçeye vuruldu ama susmadı, susturulamadı.
Lukaşenko, halkını polisiyle, işyeri ve fabrikalarındaki işbirlikçilerle sindirmeyi başaramayıca; başlangıçta biraz burnu sürtülsün diye geride duran Kremlin’e yaptığı imdat çağrılarına nihayet yanıt aldı. Veraniko Tsepkalo kocasıyla birlikte Rusya’ya kaçtı; halkın nezdinde seçimin galibi, eşi hapiste tutulan Sviatlana Tsikhanovskaya, çocuklarının hayatı, çocuklarının geleceği ile tehdit edilerek Litvanya’ya sığınmaya mecbur kaldı. Maria Kolesnikova ise Belarus’u asla terketmeyeceğini duyurdu: “Bu kadar çok arkadaşım hapisteyken, onları bırakıp gidemem; inandığım değerlere ve verdiğim sözlere ihanet edemem”.
‘KORKMUYORUZ, SUSMUYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ’
Sen misin devlete kafa tutan! Geçen Eylül başında bir öğleden sonra Belarus KGB’si Maria Kolesnikova’yı sokak ortasında yaka-paça tutup bir araca bindirdi, Ukrayna sınırına götürdü, eline pasaportunu tutuşturup arabadan atarak “sınırdışı” etti. Kolesnikova ise ülkesinde kalmak için yapabileceği tek şeyi yaptı: Pasaportunu yırttı ve sınırın Belarus tarafına geçerek sınır muhafızlarına “teslim oldu”.
Maria Kolesnikova o günden beri cezaevinde. İki haftada bir, tutukluluğunun devamına karar veriliyor. Avukatlığını üstlenenlerden birini tutukladılar, diğerini ev hapsine koydular, bir üçüncüsünün de brövesini aldılar. “Belarus devletini yıkmaya çalışmak, ülke güvenliğini tehlikeye atmak, terör örgütü kurup ona liderlik etmek” gibi absürd suçlamalarla dolu bir acayip iddianame hazırlamış savcılar. 38 yaşındaki flüt virtüözü bu kadın, yargılanıp hüküm giyerse, özgürlüğünden 20 ila 25 yıl alıkonabilir. “Duygusal, zihinsel ve fiziksel olarak iyiyim. Başıma gelenleri bir trajedi gibi değil, her birini başa çıkmam, üstesinden gelmem gereken yeni bir deneyim olarak yaşıyorum” diyor.
Belarus’ta ilk gününden beri en ön safta kadınların yer aldığı ayaklanma, kadınların liderliğinde ve kadın-erkek gençliğin yaratıcı katkısı ve direnişi ile sürüyor. Ellerinde ayaklanmanın sembolü olan -her cinsten- çiçeklerle; Rusya’nın tahakküm ve nüfuzuna karşı Belarus’un -Lukaşenko SSCB döneminden modifiye ederek yeşil kırmızıya dönüştürmeden önceki- milli bayrağına, kırmızı ve beyaza bürünmüş olarak… Kendilerine geçit vermeyen kolluk güçlerine “sen de içimizden birinin evladısın, gel sen de annenin yanında yürü” diyerek… Onlara “bu akşam kimse almayacak seni koynuna” diye seslenerek… Yan-yana, omuz-omuza meydanları dolduran kadınlar, şimdilerde küçük gruplar halinde, yoldaş olmayı seçen erkekleri de yanlarına katarak yürüyorlar…
Bir anda bir sokakta 15-20 kişilik bir grup beliriyor. Şarkılar söyleyerek, bir uçtan bir uca elele yürüyorlar kırmızı-beyaz renkleriyle. Bir gece vakti 30 katlı bir apartmanın en tepesindeki pencerelerden biri açılıyor; metrelerce uzun, el dikimi Belarus bayrağı aşağıya sarkıtılıyor…
Bir zengin muhitinde, güvenlikli bir sitenin iç avlusu sanatçılar için açılıyor ve bir mini dayanışma festivali, bir mini konser düzenleniyor spontane… Gece karanlığında ikişerli ikişerli biraraya gelen gençler, biri erketede beklerken, diğeri elinde sprey boya mahallenin duvarlarına devletin tanımadığı hakikatı yazıyorlar. Bir akşam vakti metroda, iş çıkışı eve dönüş yolunda vagonların birinde bir bakıyorsunuz ki, herkes eline bir Belarus yazarın Belarusça eserini almış: Kitap okuyorlar topluca, kırmızı-beyaz. Milliyetçiler; evet. Bağımsızlıktan sonra Rusça ve Belarusçaya kağıt üzerinde eşit statü verilse de, Rusça çok daha baskın her yerde, her kurumda. Bağımsızlıktan beri ülkeyi az ya da çok Moskova desteğiyle yöneten, son protestolar için aldığı destekten sonra da Putin’in Belarus ile Rusya’nın yeniden birleşmesi rüyasına yeşil ışık yaktığından endişe edilen Lukaşenko’ya muhalefet etmenin sembolik bir jesti, anadile, Belarusçaya sahip çıkmak.
‘GELSİN BABA, GELSİN KOCA, GELSİN DEVLET, GELSİN COP!’
Belarus vücut geliştirme şampiyonu Liliya Salimgareeva, seçim gecesi protestoculara şiddet uygulayanlardan birinin kocası olduğu ortaya çıkınca, İç Güvenlik Birlikleri’nde subay olan eşi Timur Grishko’yu hiç tereddütsüz boşadı. Salimgareeva boşanma belgelerinin fotoğrafını koyduğu instagram paylaşımına “Olur böyle şeyler. Uzlaşmaz bir fikir ayrılığımız vardı” diye yazdı.
Belarus’u iki kez Olimpiyat Oyunları’nda temsil eden basketbolcu Yelena Leuchanka, protestolara katıldığı için 15 gün gözaltında tutulduktan sonra, aralarında Olimpiyat madalyalı kadın sporcuların başını çektiği millî takımlarda görev yapan 1000 sporcunun imzaladığı açık bir mektupla Lukaşenko’ya meydan okuyacaktı: “Bizler, fikirlerimizi ifade edebileceğimiz, kovulmaktan, hapsedilmekten, para cezasına çarptırılmaktan, dövülmekten veya tehdit edilmekten korkmayacağımız yeni bir Belarus’un özgür yurttaşları olmak istiyoruz… Eğer bu mektuba imza koyanlardan 1 tanesine dahi herhangi bir tehdit, baskı ya da cezalandırma girişimi olursa 1.000’imiz birden millî takımdan ayrılırız”.
74 yaşındaki Nina Baginskaya, her gösteride, her eylemde bazen yol kesmek, bazen birilerini grubun içinden çekip almak, bazen evde dikip getirdiği bayrağını onun elinden almak isteyen polislere meydan okurken görüntülendi. Protestocular arasında en yaşlı kişilerden biri olsa da, en ümitvar olanlarından: “Lukaşenko’nun günleri sayılı. Faşizm kaybedecek. İyilik kazanacak”. Emekli bir jeolog olan Baginskaya, 1986’da Çernobil nükleer kazası ertesinde zehirli havayı solumalarına göz yuman SSCB’yi ve onun ülkesindeki uydu yönetimini protesto için de sokağa çıkmış. 1996’da da, Lukaşenko vaadettiğinin aksine iktidarı Rusya’nın ipiyle tek elde toplamak üzere adımlar atmaya başladığında sokağa çıkmış. Yıllardır “itaatsizlik”ten o kadar çok para cezası kesmişler ki, devlete borcunu ödeyebilmek için evini satması yetmemiş; 200 Rublelik (yaklaşık 77 dolar) emekli maaşının yarısını da kesiyorlar hâlâ.
Katsyaryna Andreyeva 27, Darya Chultsova 23 yaşında. Andreyeva muhabir, Chultsova kameraman. 2 ay gözaltında kaldıktan sonra 18 Şubat’ta çıkarıldıkları mahkeme tarafından “kamu düzenini bozan kitlesel eylemler” düzenledikleri gerekçesiyle 2’şer yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Oysa yaptıkları gazetecilikti. 15 Kasım’da protestolar sırasında güvenlik güçleri tarafından öldürülen Raman Bandarenka için düzenlenen kitlesel bir anma törenini canlı yayınla internet üzerinden aktarmışlardı. Aynı gece evlerine yapılan baskınla gözaltına alındılar. Kararın açıklandığı mahkeme salonunda birbirlerine sarılmış zafer işareti yaparken, Andreyeva “gazetecilik suç değildir” diye haykırdı, Chultsova da ailesine seslenecekti: “Benimle gurur duymanızı istiyorum. Çünkü ben yaptığım işle gurur duyuyorum”.