Dünya tarihinde tüm tarafları eşit ölçüde memnun edecek uluslararası bir anlaşma yoktur. 14 Temmuz 2015 tarihinde Viyana’da İran ve P5+1 ülkeleri arasında imzalanan ve o dönem Ortadoğu siyasetinde görece bir rahatlamaya vesile olan anlaşma da bunlardan biri. Tahran sokaklarını mutluluğa boğan anlaşma, Obama yönetiminde memnuniyet, İsrail’de tepki, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’da ise büyük bir endişe ile karşılanmıştı. Uzun, yorucu ve yıpratıcı bir müzakere sürecinin ardından İran ve Batı arasında imzalanan nükleer anlaşmanın bölgede ya sürekli gelişen mutabakata ya da daha derin ayrışmaya neden olacağı söyleniyordu. Zira genelde olumlu karşılanan anlaşmaya karşı kuşku ve rahatsızlıkla yaklaşan çevrelerin varlığı, anlaşmanın kalıcılığını daha da şüpheli bir hale getirdi.
Anlaşmadan sonra hem İran’dan hem de Batı’dan ya endişe ya da memnuniyet içeren açıklamalar geldi. İranlı müzakere ekibinin: “Kavga ve teslimiyet dışında üçüncü bir yol bulundu” açıklamasına İran’daki aşırı muhafazakâr kesimden tepki geldi. Muhafazakâr kanadın “İran’ın kazanan taraf olmadığı” çıkışı ve İran’ın Çıkarlarını Koruma Konseyi’nin “Tahran’ın kırmızı çizgilerinin çiğnenerek anlaşma içeriğinin halktan gizlendiği” eleştirisi, İran’daki hâkim siyasi aklın, o dönem anlaşmaya dair olası bir aksamaya karşı ön hazırlık yaptığını göstermekteydi.
ABD kanadında ise nükleer anlaşma Demokratlar tarafından desteklense de Cumhuriyetçilerin sert eleştirisine maruz kaldı. Cumhuriyetçi senatörler “İran’ın nükleer programının derecesini düşürmesinin, nükleer silah kapasitesini sonlandırdığı anlamına gelmediği” görüşünde birleşmişlerdi. Dönemin Obama yönetimine yüklenen Cumhuriyetçi kanat, “İran’ın bütün nükleer tesisleri pasif hale getirilse bile İranlı bilim adamlarının son 25 yılda elde ettiği birikimlerin, hafızalarından silinmesinin imkânsız olduğu” yorumunda bulunmuşlardı. Gerek ABD gerekse İran iç siyasetinde anlaşmaya karşı çıkan tarafların varlığına rağmen P5+1 ülkelerinin desteğiyle her iki tarafın da makul siyasi aklı, anlaşmayı uygulama konusunda kararlı bir duruş sergiledi. Ancak ABD’de yapılan başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın başkan seçilmesi, ABD’nin anlaşmadan tek taraflı çekilmesini de beraberinde getirdi. Trump’ın bu kararı, Washington’daki Cumhuriyetçi şahinler ve Tahran’daki radikal muhafazakârlara hem iç hem de dış politikada karşılıklı restleşme fırsatı sundu.
Nitekim dört yıl önceki olumlu anlaşmanın yerine bugün savaş senaryoları konuşulmakta. ABD siyasetinde görev süresi dolan Obama’nın ardından Cumhuriyetçi aday Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmeyi seçim vaadi olarak sunması, anlaşmayı yeni bir yol ayrımına sürükledi. Popülist söylemleriyle öne çıkan ABD başkanının göreve gelişiyle yaşanan gerilimli süreç, İran’a yönelik olası bir askeri operasyon söylentilerini de zirveye çıkardı. Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilme amacının İran’a karşı askeri bir operasyondan ziyade Tahran’ı daha sert şartlarda yeni bir müzakereye zorlamak olduğu fikri öne çıksa da, İran’a yönelik şahin tutumlarıyla bilinen diplomatların varlığı, ABD-İran gerilimini kontrolden çıkma noktasına getirdi.
Nükleer anlaşmadan çekilip Tahran’a karşı daha geniş yaptırımları devreye sokmakla yetinmeyen ABD’nin, 120 bin askerin bölgeye sevkini içeren planı, basında yer aldı. Pentagon’un, İran’a karşı uygulanacak harekât planının detaylarını Beyaz Saray’a sunması, İran’a yönelik askeri bir müdahale seçeneğiyle alakalı Oval Ofis’te görüş ayrılıklarının yaşanabileceğine dair tartışmaları da beraberinde getirdi. İran’ın nükleer politikası ve Ortadoğu’daki planları hususunda gerginliklerin arttığı bir dönemdeki bu söylem çeşitliliği, İran’a nasıl cevap verileceği konusunda yönetimde farklı fikirlerin tartışıldığını gösteriyor. Bir taraf İran’dan gelen tehdidin boyutlarının hesaplanması adına askeri planın iyi bir seçenek olabileceği fikrini benimserken diğer taraf, mevcut gerilimlere diplomatik bir çözüm bulmak gerektiği ve Tahran’ın yeni saldırılara karşı uyarmanın faydasız ve yıkıcı bir taktik olduğu yönünde görüş belirtmekte.
Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Tahran’a yönelik askeri operasyonun fikir babası olarak öne çıkıyor. İran’daki yönetici elitler ve ABD’li demokratlar, Irak işgalinin de mimarlarından olan Bolton’u savaş heveslisi olarak görmekte. Bolton ise İran’a yönelik askeri operasyon olasılığının daha gerçekçi ve ciddi bir yaklaşımla ele alınmasından yana. Zira ABD’li diplomat, Trump’ın Suriye’den ABD askerini çekme kararının İran’ı cesaretlendirdiği ve Tahran’ın, bölgedeki uzantıları aracılığı ile ABD’nin çekildiği bölgelerde daha aktif hareket edebileceği fikrini savunuyor. Trump müzakereye açık olduğunu ve bölgede savaş istemediğini söylese de Bolton’ın İran’a yönelik sert tutumu nedeniyle, ikili arasındaki görüş ayrılığı derinleşiyor. Bolton’ın İran’a karşı antipatisi devam ederken ABD’nin bölgeye yönelik stratejisi kısa vadede herhangi bir savaş planına sıcak bakmıyor. İran ise bölgeye yönelik stratejisini, Trump ve Bolton arasındaki görüş farklılığı üzerine kuruyor. Bu durum Tahran için yeni fırsatları da beraberinde getiriyor. İran tarafı dikkatle takip ederek çokça tartıştığı Bolton’ın askeri tehditlerine, aynı tonda karşılık vererek Tahran’ın bölgedeki etki alanına meşruiyet kazandırmayı amaçlıyor.
Ayrıca Bolton, İran’daki askeri diplomasinin yanı sıra siyasi diplomasi söyleminin merkezine de oturtulmuş durumda. Özellikle İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Bolton üzerinden yürüttüğü kamu diplomasisi, Bolton’ın bölgeye yönelik askeri operasyon söylemine hem AB hem de ABD iç politikasında daha çok muhalefet edilmesini amaçlıyor. İran’ın Bolton’u hedefe koyarak oluşturduğu söylemde, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve İsrail’in de savaşın bir parçası olmasına onun sebep olacağını belirtmesi, ABD’deki Bolton’a muhalif savaş karşıtlarının Trump üzerinde daha çok baskı kurmasını sağlamakta. Cevad Zarif’in başka bir açıklamasında savaş isteğinin Trump’a ait olmadığını ve ABD’nin bölgedeki müttefiklerinden kaynaklandığını belirtmesi, Washington yönetiminin savaş planına dair yaşadığı görüş ayrılığının hangi boyutlarda olduğunu anlama amacı taşımakta.
Özellikle ABD’li demokratlar, Trump’a çağrıda bulunarak Bolton’ın Irak’ta olduğu gibi İran konusunda da Washington’ı yanıltmasına izin vermemesini istiyor. Diğer taraftan John Bolton’ın İran’a muhalif illegal örgütlerle olan ilişkisine değinmesi, ABD’deki İran diasporasının savaş söylemine karşı harekete geçmesini sağlıyor. Zira Tahran’a yönelik savaş söyleminin İran’daki meşru muhalefeti yok ettiğini düşünen İran diasporası, İran’da olası bir yönetim değişikliğinin dış müdahale yerine kendi iç dinamiklerinden beslenmesi gerektiğine inanıyor.
Bolton ise İran’ın kendisine yönelik tavrından dolayı mutsuz değil. Bugüne değin hakkında İran basınında çıkan bütün olumsuz haber ve görüş yazılarını toplayıp değerlendiren hatta saklayan birisi. Bolton, Bush döneminden bu yana İran dış siyasetinde aktif bir isim ve şimdilerde Trump’ın, nükleer silahtan vazgeçirmek ve bölgedeki uzantılarıyla olan bağlarını zayıflatmak için Tahran’a yönelik uygulamaya çalıştığı baskı planının önemli bir parçası. İran’a yönelik olası bir askeri operasyon Balton için bir savaş planı olsa da ABD dışişlerindeki ılımlı kanat için bu söylem, -daha ileriye taşınmamasını temenni ettikleri- İran’ı dengeleme ve caydırma taktiğinden ibaret olmalı. Onlara göre, şahin kanadın tüm baskılarına rağmen ABD kamuoyu, Irak tarzı bir işgale kesinlikle karşı çıkıyor. Trump yönetimi, eğer kendi anlaşmazlıklarını aşıp savaş seçeneğini düşünecekse bu konuda hem senatoyu hem de kamuoyunu ikna etmeleri gerektiğinin farkında.
Nihayetinde, bölgede gerilim arttıkça risk de artıyor. Her iki tarafın da karşılıklı manevraları, diğerinin stratejisini anlamak ve yok etmek üzerine bina edilmiş durumda. Dolayısıyla gelinen nokta, içinden çıkılamayacak yeni bir kaotik döneme kapı aralayabilir. Nitekim Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait gemilere yapılan saldırılar, -olası bir sıcak temastan sakınılsa bile- savaş söyleminin hem ABD’nin hem de İran’ın bölgedeki uzantılarıyla birlikte saldırıya açık hale geldiğinin görülmesi açısından mühim. Yakın tarihte Irak’ı cehenneme çeviren ABD’nin Tahran’a yönelik olası bir askeri operasyona mesafeli olmasının esas sebebi, İran’ın kontrolündeki örgütler aracılığı ile bölgedeki etkinliğine birebir şahit olması. John Balton’ın savaş planı ise Trump’ın öngörülemez bir kişiliğe sahip bir siyasetçi olması üzerinden işliyor. Şimdilik her iki ülke arasında savaşı gerektirecek boyutta bir gerilim olmasa da savaş yanlısı Bolton, bölgede İran’a hata yaptırıp Trump’ı güç kullanmaya mecbur bırakabilir.
İran tarafı, Bolton üzerinden yürüttüğü stratejisinin işe yaraması ve Trump-Bolton arasındaki görüş ayrılığının derinleşmesini umuyor. ABD yönetiminin İran konusundaki görüş ayrılığı Trump’ın Bolton’ı görevden almasına kadar giderse, Tahran hem iç hem de dış politikada Trump’ın baskısına direnebildiğini kanıtlamış olacak. Bu direnç, Kuzey Kore karşısındaki savaş söyleminden geri adım atan ABD başkanının daha uzlaşmacı bir söylem benimsemesi demek. Bu durum olası yeni bir nükleer müzakere masasında İran’ın daha güçlü olmasını sağlayabilir. Ancak ABD iç siyasetindeki İran karşıtı radikal kanat Donald Trump’ı savaş söylemine dâhil etmeyi başarırsa, Tahran’ın yeni bir nükleer barış için savaşa hazır olması gerekecek.