VOLGA KUŞÇUOĞLU
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un görevi devralmasının üzerinden yaklaşık iki buçuk ay geçti. Macron bu sürede, kendi ifadesiyle mesaisinin yarısını dış ilişkilere ayırdı. Sırasıyla Rusya, Almanya ve ABD’nin liderlerin Paris’te ağırladı. Macron, Rusya lideri Viladimir Putin’in haziranda yaptığı Paris ziyaretinde de konuğuna ‘tarihi’ bir jest yaptı, iki lider Rus Çarı Büyük Petro’nun Fransa ziyaretinin 300’üncü yıldönümü dolayısıyla düzenlenen sergiyi gezdi. ABD Başkanı Donald Trump, 14 Temmuz Fransa Ulusal Bayramı’nda düzenlenen görkemli törenin onur konuğuydu. Fransız Devrimi’nin kutlandığı günde Paris caddelerinde geçit törenine katılan Amerikan askerleri ise ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasını simgeliyordu. Bu iki görüşmede Macron, Rusya ve ABD’yle işbirliğine açık olduğunu vurgularken, bu ülkelerin liderleriyle farklı düşündüğü iklim değişikliği ve Rusya’nın seçimlere müdahalesi gibi konularda da tavrını koymaktan çekinmedi.
Macron, Ortadoğu konusunda da iki önemli hamle yaptı. Geçen ay verdiği bir mülakatta “Beşar Esad’ın Fransa’nın değil, Suriye halkının düşmanı olduğunu” söyleyerek Suriye’de rejim değişikliği politikasından vazgeçtiğini ilan etti. Libya’da ise çatışan taraflar önceki gün Paris’te bir araya geldi, görüşmeden ateşkes ve seçim kararı çıktı.
Fransız liderin yoğun geçen dış politika programı, birçok yorum ve analizi de beraberinde getirdi. Macron’un dış politikanın merkezine ulusal güvenliği yerleştirdiği ve başka ülkelere yönelik ‘liberal müdahaleci’ politikalar izlemeyeceği şeklinde yorumlar yapıldı. ‘Liberal dünya düzeninin’ kurtarıcısı olarak görülen Macron’un, önümüzdeki dönemde bu düzene en büyük tehdit olarak algılanan Rusya ve ABD’ye paralel bir dış politika yürütülebileceği öne sürüldü. Macron’un dış politikaya olan bakışını, AB’ye bağlı düşünce kuruluşu Avrupa Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin Daha Geniş Avrupa Programı’nın başında bulunan Fredrik Wesslau ile konuştuk. Macron’un Trump benzeri bir politika izleyeceği yönündeki öngörüleri abartılı bulan Wesslau, “Trump’ın aksine Macron, çokulusluluğa ve liberal düzene inanıyor” diyor.
Wesslau’ya göre Trump’ın, ‘pragmatik ve gerçekçi’ Macron’dan bir başka farkı da ‘uluslararası meselelerde gücün doğasını ve sınırlarını anlamış olması’. Bu nedenle Wesslau, Macron’un gerektiğinde güç kullanmaktan çekinmeyeceğini söylüyor. Macron, ABD’nin nisan ayında kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle Suriye’ye yaptığı füze saldırısına destek vermişti.
Macron’un Trump’la görüşmesinin ardından en çok akılda kalan görüntüler, iki liderin tokalaşma anlarıydı. Trump’ın, sert ve uzun tokalaşmasına aynı şekilde karşılık veren Macron, daha sonra “Küçük de olsa taviz vermeyeceğini gösterdiğini” söylemişti. Macron’un, Putin ve Trump gibi ‘otoriter’ liderlerle nasıl başa çıktığını ilginç bulduğunu belirten Wesslau, “Doğru bir sertlik göstermeyi becerdi. Onların saygısını kazanırken taviz vermedi. Macron, de Gaulle karakterinde bir liberal demir yumruk” yorumunu yapıyor. Macron’un zor kararlar almaktan korkmayan bir lider olduğunu söyleyen Wesslau, ‘atik ve güçlü’ bir lider olarak Fransa’da Beşinci Cumhuriyet’in kurucusu Charles de Gaulle’ün geleneğini takip eden bir lider olduğunu belirtiyor. Macron, ordunun bütçesi konusunda anlaşmazlık yaşadığı Genelkurmay Başkanı Pierre de Villiers’i istifaya zorlamasının ardından Fransız medyasında da de Gaulle’e benzetilmişti.
DIŞARIDA YÜKSELDİ İÇERİDE DÜŞTÜ
Emmanuel Macron’un cumhurbaşkanlığına gelmesinin ardından yapılan bir araştırma, Fransa’nın ‘yumuşak güç’ sıralamasında birinciliğe yerleştiğini ortaya koydu. ABD merkezli Portland Communications firması tarafından yayımlanan ‘Soft Power 30’ indeksinde Fransa ilk sırada yer alırken, geçen yıl birinci sırada bulunan ABD ise Trump’ın başkanlığıyla birlikte üçüncülüğe geriledi. Ancak Macron’a içeriden kötü bir haber geldi. Le Journal Du Dimanche gazetesi tarafından yayımlanan araştırmadan, Macron’a halk desteğinin yüzde 64’ten yüzde 54’e gerilediği sonucu çıktı. Gazetede yer alan haberde, görev süresinin ilk üç ayında meydana gelen düşüşün büyüklüğüne dikkat çekilerek, 1995 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’tan bu yana bu denli bi destek kaybının olmadığı belirtildi.
AVRUPA’NIN ABD’YE AÇILAN YENİ YÜZÜ
ABD’de Donald Trump’ın işbaşına gelmesinin ardından, Berlin-Washington ilişkileri zorlu günlerden geçiyor. Trump, Almanya’nın NATO’ya mali katkısının az olması ve iki ülke arasındaki dış ticaret açığı nedeniyle Merkel yönetimine sert eleştirilerde bulunmuştu. Avrupa Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden Fredrik Wesslau, Macron’un bu ortamda Trump’ı Fransa’ya davet etmesini ‘zekice’ olarak tanımlıyor ve ülkesini ABD’ye karşı Avrupa’nın ‘ilk muhatabı’ haline getirdiğini ifade ediyor. Macron’un Paris-Berlin hattını Avrupa için kritik önemde gördüğüne işaret eden Wesslau, “Macron’un, iklim gibi konularda Trump’ın fikrini değiştirip değiştiremeyeceğini ise zaman gösterecek” diyor.
Charles de Gaulle, Fransa’de 11 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı.
BEŞİNCİ CUMHURİYET’İN KURUCUSU
Fransız ordusunda iki dünya savaşı gören ve tuğgeneralliğe kadar yükselen Charles de Gaulle, İkinci Dünya Savaşı yıllarında ülkesinin önemli siyasi figürlerinden biri haline geldi. 1944’te Alman işgalinden kurtulan Fransa’da geçici hükümette kısa süreliğine başbakanlık görevinde bulundu. 1958’de patlak veren Cezayir krizinin ardından kamuoyu tarafından göreve çağrılan de Gaulle, bu yıl yapılan seçimlerde cumhurbaşkanı oldu. Göreve geldiği ilk yılda yeni bir anayasa yaparak Beşinci Cumhuriyet’i kuran de Gaulle, 1969’daki istifasına kadar cumhurbaşkanlığı yaptı.