Avrasya’ya anarşi geliyor

Dış politika dergisi Foreign Affairs’ın son sayısında Robert D. Kaplan, Rusya ve Çin’de muhtemel bir ekonomik çöküşün “anarşik” bir ortama yol açabileceğini yazdı. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise Russia in Global Affairs’taki makalesinde Moskova’nın saldırgan dış politikasının gerekçelerini sıraladı.

[Karar] 
Robert D. Kaplan

Çin kendi yakınındaki denizlerde hak iddia eder ve Rusya, Suriye ile Ukrayna’da savaş yürütürken, Avrasya’nın iki büyük kara gücünün yeni ortaya çıkan bir gücün işaretlerini verdiğini varsaymak kolay. Ancak doğru olan tam tersi: Çin ve Rusya güçlü değil, zayıf oldukları için kaslarını gösteriyor. Günümüzün bu iki revizyonist gücünde, ulusal güvensizlik dış politikadaki saldırganlığı besliyor. Bu, tarihi bir dönüm noktasına işaret ediyor: ABD, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana ilk kez kendini büyük güçlerle bir rekabetin içinde buluyor.

Hala Sovyet tarzıyla yönetilen Rusya, ekonomik bir çöküşün ardından Sovyetler’in yıkılmasından sonra olduğu gibi parçalara ayrılabilir.

Hem Çin’de hem de Rusya’da ekonomik durum sürekli kötüye gidiyor. 2014’te enerji fiyatlarının çöküşünden bu yana Rusya ciddi bir ekonomik durgunluk içine girdi. Çin’deki borsa çöküşleri ise iki haneli yıllık büyümenin sona erdiğine ve mali sorunların süreceğine işaret ediyor. İki ülkede de ekonomik bir felaket yaşanma ihtimali arttıkça, siyasi istikrar da tehlikeye düşüyor. Bu durumda Şi Cinping ve Vladimir Putin gibi otokratlar bile halkın güvenini tazelemeye ihtiyaç duyuyor. Ve halihazırda iki ülkenin de geniş topraklarında isyanlar mayalanıyor. Ekonomik açıdan zorlanan iki devin yaşayabileceği etnik, politik ve mezhepsel bir anarşi ihtimali endişe verici. Çin ve Rusya, içeride durumlar kötüleştikçe nüfuslarını bir arada tutmak için milliyetçiliği kullanıyor.

ABD’li politika yapıcılar, Pekin ve Moskova ile yükselen düşmanlık karşısında son derece hassas ve düşüşte olan bu güçleri gereksiz yere kışkırtmaktan kaçınmalı. Ancak aynı zamanda, gerektiğinde askeri güçle desteklenecek açıkça belirlenmiş kırmızı çizgiler de koymalı.

2014 başlarında Rusya Kırım’ı ilhak etti ve Rus yanlıları Ukrayna’nın doğusunda bir savaş başlattı. 2015’in sonlarında ise Putin, Rus ordusunu Suriye iç savaşına sokarak Moskova’nın Levant’taki konumunu restore etti. Bu askeri maceraların, Rusya’nın ekonomik gücündeki keskin gerilemeyle aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil. 2014’te petrol fiyatlarının çökmesi ve Avrupa’nın kendini Rus doğalgazından kurtarmasının sonucu, Rusya için büyük bir ekonomik kriz oldu. Putin ve danışmanları hiçbir zaman sivil kurumlar inşa etmediği için, Rusya’nın bugün çeteler tarafından yönetilen ekonomisi, eski Sovyet ekonomisi ile ürkütücü benzerlikler içeriyor. 1980’lerde Gorbaçov’un açık bir siyasi sisteme geçmesi anarşiyi de beraberinde getirmiş ve Rus imparatorluğu çökmüştü. Bundan dersini alan Putin ise tersini yapmaya kararlı: Politik sistemi kapalı tutarken, kitlelerin dikkatini ülkenin dışındaki güç gösterisiyle dağıtmak. Putin eski bir ajan ve ülkesindeki iç problemlerin farkında. İçeride kabul görmek için, dış politikasının daha yaratıcı olması gerektiğini biliyor. Dışarıda ne kadar kaos yaratırsa, içerideki otokratik istikrarı daha değerli hale gelecek.

Ancak Putin, denese de ekonomik çöküşün önüne geçemeyecek. Umutsuzluk, yönetici elit içinde çatışmalara neden olacak. Güçlü kurumların yokluğunda 1964’te Hruşçof’a yapılana benzer bir darbenin Putin’e yapılması da ihtimal dışı değil. Hala Sovyet tarzıyla yönetilen Rusya, Sovyetler’in yıkılmasından sonra olduğu gibi parçalara ayrılabilir. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Kuzey Kafkaslar ve Sibirya ile uzak doğu bölgelerinin merkezle bağı zayıflayabilir. Sonuç Yugoslavya gibi olacaktır: Ayrılıkçılık bir bölgede başlayacak ve diğerlerine sıçrayacaktır. Moskova kontrolü kaybettikçe cihadi hareketlerin boşluğu avantaja çevirmesi de olasıdır. Uygurlar, Moğollar ve Tibetliler gibi birçok millet için bir hapishane olan Çin de ekonomik çöküşle benzer bir son yaşayabilir.

RUSYA YOKSA AVRUPA DA YOK

Uluslararası ilişkiler çok zor bir döneme girdi ve Rusya bir kez daha kendini gelecekteki küresel gelişmeleri belirleyecek önemli eğilimlerin yol ayrımında buldu. Tarihe dayanmadan doğru bir politika kurmanın mümkün olmadığı sabit bir olgudur. Tarih Rusya’nın, Avrupa’nın arka bahçesinde olduğu ve Avrupa siyasetinin dışında kaldığı şeklindeki yanlış inancı teyit etmiyor. 988 yılında Hristiyanlığın Rusya’da kabul edilmesi, Kiev Knezliği’ni Avrupa’nın tam üyesi haline getirmiştir. Ruslar, Moğol istilası altında eğilmiş ancak kırılmamış ve bu büyük sınavdan tek devlet olarak çıkmıştır. Bu devlet, 1453’te yok olan Bizans İmparaotlruğu’nun ardılı olarak kabul edilmiş ve Avrupa’da güçlü bir dengeleyici unsur olmuştur. Bu noktada birkaç yüzyıldır apaçık ortada olan bir ikileme temas ediyoruz. Hızlı biçimde gelişen Rusya’nınn Avrupa’daki rolü büyürken, Avrupa ülkeleri doğularında doğmakta olan bu devden endişe ediyor ve onu izole etmeye çalışıyordu. Geçen iki yüzyılda Avrupa’yı Rusya olmadan birleştirmeye yönelik her çaba, korkunç trajedilere yol açmıştır. Napolyon Savaşları’nda Rusya, bir devletin Avrupa’da mutlak hakimiyet kurmasının önüne geçen Viyana sistemini kurtarmıştır. Şüphesiz ki 1917 Devrimi ve ardından gelen iç savaş, ulusumuz için trajik olaylardı; ancak, bütün devrimler trajiktir. Rus Devrimi dünya tarihini pek çok açıdan etkileyen büyük bir olaydır. Ciddi araştırmacılar, Sovyetler Birliği’ndeki reformların, Batı Avrupa’daki refah devletinin oluşumuna katkısını açıkça görmektedir. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin, Batı’nın Soğuk Savaş zaferi olduğu şeklindeki yaygın inanç temelsizdir. Bu, halkımızın iradesinin sonucudur.

Soğuk Savaş’ın ardından ortak Avrupa evi rüyasını gerçekleştirme şansımız vardı. Ancak Batı, NATO’yu doğuya doğru genişletmeyi tercih etti. Mevcut küresel dünya, ülkeler arasında görülmemiş düzeyde karşılıklı bağlantılar üzerine kurulmuştur. Bu nedenle Rusya ve AB arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş’taki mantıkla geliştirilmesi imkansızdır. Bu ikinci küreselleşme dalgası, başta Asya-Pasifik olmak üzere büyük güç merkezlerini ortaya çıkarmıştır.

ABD öncülüğündeki Batı ittifakı, hakim pozisyonlarını korumak için ekonomik yaptırımlar veya doğrudan silahlı müdahale gibi pek çok baskı yöntemi uygulamaktadır. Hükümetlerin anayasal olmayan yollarla değiştirildiği “renkli” devrimler denenmiştir. Buna karşın Batı propagandasında Rusya “revizyonizm” ve kurulu düzeni yok etme arzusuna sahip olmakla suçlanmaktadır. “Revizyonizm” kavramı, dünyayı Washington’un yöneteceği şeklinde ilkel bir mantığa dayanmaktadır.

Biz ABD, AB veya NATO ile karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Avrupa’yı güvenceye almanın en iyi yolunun Atlantik’ten Pasifik’e ekonomik ve insani bir alan açmak olduğuna inanıyoruz. Avrasya Ekonomik Birliği, Avrupa ile Asya Pasifik arasında bir köprü olabilecektir. Henry Kissinger’ın dediği gibi, “Rusya, ABD’ye bir tehdit değil, yeni küresel dengenin temel bir unsuru olarak görülmelidir.”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Görüşler Haberleri