ERKUT TEZERDİ / İSTANBUL
Her cinayetin bir nedeni vardır; bu, alacak-verecek meselesi de olabilir, ruhsal veya keyfi de... Önemli olan cinayet eyleminin temelinde yer alanın ortaya çıkarılmasıdır. Gösterime giren ‘Suburbicon’ bu önerme üzerine kurgusunu inşa ediyor. Paralelinde ise siyahi karşıtlığını işliyor. Filmde iki apayrı konu bir arada sunuluyor. Ünlü oyuncu George Clooney’nin yönetmenliğini yaptığı filmin senaristleri ise ‘İhtiyarlara Yer Yok’ ve ‘Fargo’ gibi Oscar ödüllü yapımların yönetmeni ve yazarı Ethan ve Joel Coen kardeşler. Filmin başrollerinde Julianne Moore, Matt Damon, Josh Brolin ve Oscar Isaac yer alıyor. Suç türündeki kara mizahla örülü yapımda; 1959 yılının yazında ABD’nin Suburbicon isimli hayali bir kasabasında yaşananlar anlatılıyor: Lodge ailesinin evine birkaç psikopat giriyor ve Gardner Lodge’ı tehdit edip eşini çocuğunun ve baldızının önünde öldürüyorlar. Bunun üzerine sigortadan para alma girişimleri ve bir cinayet soruşturması başlıyor. Diğer tarafta ise kasabaya ilk kez siyahi bir aile geliyor ve kasabalılar onlara terör estiriyor. Ancak her şeyden önce kasaba hakkında detaya girmek gerekiyor.
‘Suburbicon’ ütopik bir kasaba. Her şey güllük gülistanlık. Kavga yok, fakirlik yok. Evler tek katlı ve yepyeni. Herkes eğleniyor, gülümsüyor. Refah her açıdan zirvede. Ancak görünen böyleyken gerçekte olan çok farklı: Faşizm kasabanın iliklerine işlemiş! Siyahi bir aile kasabaya yerleşince herkes ayaklanıyor; onlara yaratık gözüyle bakıyorlar. Markette alışveriş yapmalarına izin verilmiyor, evlerinin çevresine çit çekiliyor. Dahası içecek şişeleri fırlatılıyor, küfürler ediliyor, camları çerçeveler indiriliyor. Tüm bunların nedeni yalnızca siyah olmaları! Filmin girişinde ilerleyen dakikalarda üç aşağı beş yukarı konunun nerelere kadar uzanacağı anlaşılıyor. Filmin asıl konusu ‘cinayet meselesi ve sigortadan para alma’ ise bu ırkçılık atmosferinde işleniyor. Ancak hatırlatmakta fayda var: Her iki hikâye birbirinden bağımsız devam ediyor.
Bir gece vakti Lodge ailesinin evine hırsız ve sadist görünümlü iki kişi giriyor. Aileyi tehdit ediyorlar. Herkesi eterle bayıltıyorlar. Sonucunda tekerlekli sandalyeye mahkum Rose Lodge aşırı dozdan hayatını kaybediyor. Gözyaşları sel olurken gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Hakikatin merkezinde de evin çocuğu Nicky yer alıyor. Çünkü Nicky katillerin kim olduğunu biliyor! Ama kimse onu dinlemiyor. İkiz kardeşine çok benzeyen baldız Margaret de Rose’un ölümüyle eve gelip yerleşiyor, ilk etapta saçlarını kardeşininki gibi sarıya boyatıyor. Her şey de giderek Arap saçına dönüyor. Para kaybetmek istemeyen sigortacı bir yanda katiller öte yanda. Dahası siyahi karşıtlığı nedeniyle büyük bir hengame de çıkmak üzere. ‘Suburbicon’ eğlenceli bir suç komedisi. Yönetmenliği öyle üst düzey değil. Alışılmış Hollywood kamera açıları, çekimleri kullanılıyor. Ayrıca girift işlenmeyen iki farklı konu akıcılığa büyük sekte vuruyor. Lakin her şeye rağmen her yaş kitlesi tarafından izlenebilir. Tabii bunun yanında büyük bir beklenti içine girmemek lazım.
İKİ AYRI FİLM İZLİYORMUŞ HİSSİNE KAPILABİLİRSİNİZ
‘Suburbicon’ anlatımı ve senaryosuyla filmin senaristleri Coen kardeşlerin ‘Aramızda Casus Var’ ve ‘Fargo’ gibi birçok yapımını andırıyor. Ayrıca Alman yönetmen Michael Haneke imzalı ‘Funny Games’ten de büyük izler var. Filmin yıldızlarının ise çocuk oyuncu Noah Jupe (Nicky) ile Oscar Isaac (Bud Cooper) olduğunu söylemek mümkün. Fakat ‘Suburbicon’da çift konunun anlatımı iki ayrı film izliyormuş hissini var ediyor. Bu da büyük sıkıntıya yol açıyor. Eğer yalnızca cinayet mevzusunda karar kılınsaydı daha dinamik bir film seyir keyfi yaşanırdı. Sırf senaryoyu daha özgün hale getirebilmek ve toplumsal mesaj kaygısı gütmek adına bu yönteme başvurulmuş, çok belli. İşe yaramış mı? Hayır!
KARAR'IN PUANI: 10 / 6