HABER ANALİZ: MİKDAT KARAALİOĞLU / FRANKFURT
Alman kamuoyunda nesnel bir Türkiye tartışması bu zamana kadar hiç olmamıştı. Bu gerilimli anda olmasını da beklemek saflık olur. Almanya yaşanan gerilimi kendi kamuoyunda gittikçe otoriterleşen bir ülkeye karşı demokratik bir tavır olarak sunuyor. Ve yaklaşan genel seçimler dolayısıyla da bu krizi bir fırsat olarak değerlendiriyor. Türkiye rantına en çok talip olan hükümet ortağı SPD olduğu anlaşılıyor. Sosyal demokratlarda ilk günlerde heyecan yaratan yeni genel başkanları Martin Schultz’un balonunun sönmesi partiyi iyice tedirgin etti. Son olarak sosyal demokrat Sigmar Gabriel tatilini yarıda bıraktı’’ şovuyla Türkiye kartının seçimlere kadar taviz verilmeden kullanacağını göstermiş oldu. Gabriel’in mesajları, imaları demek daha doğru olur, sert oldu: “Herşeye rağmen hala Türkiye’ye giden turistleri bile engelleriz Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulamayı düşünebiliriz, AB üzerinden yapılacak (zaten fiilen durmuş olan) yardımları keseriz.” Gabriel tatili yarıda kesme şovuyla (Bir Alman için tatili ve otomobili kutsaldır) gerilim siyasetinden ciddi ekonomik ve siyasi yaptırımlar olmadan sonuna kadar istifade etmek niyetinde olduğunu göstermiş oldu. Almanya’nın tavırlarının henüz dramatik sonuçları yok. Ancak kamuoyuna 'yaptırımın arafesindeyiz' mesajı verildi.
Almanya kamuoyunda son günlerdeki gelişmeler‚ "Yeni Türkiye Politikası" olarak tanımlanıyor. Yeni Türkiye politikasının Almanya’da Eylül ayında yapılacak genel seçimlerde son bulacağını düşünmek çok fazla iyimser bir tahmin olur.
Aslında her iki taraf da iplerin koparılmasına varmayacak hamlelerin artık sonuna gelmiş gibi. Bu saaten sonra yapılacak hamleler kalıcı etkileri olan siyasi sonuçlar doğurabilir. Sorun aslında çözümsüz değil. Her iki ülkenin de birbirleri hakkında paradigma değişimi yaşaması çözüm için ilk adım olabilir. Ne Türkiye Alman medyasının algı operasyonları ile kendi siyasetini dizayn eder, ne de Almanya, Türk medyasının hamaset edebiyatı ile tavrını değiştirir. Ülkelerin dostluğu değil menfaat ilişkileri olabilir. Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerden elde edilecek fayda gerilimlerden elde edilecek faydadan tartışmasız daha fazla. Bu gerilimden bir galip çıkmaz. Ama bu gerilimden kazançlı olarak çıkmak mümkün.
Alman medyasında çıkan bir yazı AK Parti öncesinde Türk bürokrasisinin dizlerini titretmeye yetiyordu. Medya ideal ortamı oluşturduktan sonra bir Alman siyasetçinin konuyu ima etmesi bile Türkiye’den istediklerini almaya yetiyordu. Türk siyasilerin batı kamuoyunun desteğine bağımlılık düzeyinde ihtiyacı vardı. Ancak çoğu kez Almanların lenine çalışan bu siyasi saadet zinciri mekanizması Almanlar kabullenmek istemese de artık bitti. Türkiye’ de çok şeyler değişti . Ama Alman kamuoyunun zihnindeki eski ihtişamlı günlerine keyif veren dikte ettirme hazı değişmedi. Her seferinde yanıldıkları yüzlerine vurulsa da hala bu hazzı alacakları günlerin tekrar geleceği umuduyla eski tavırlarını sürdürüyorlar.
Türk kamuoyu ise bu eşitsizliğin deşifre olması ile yaşadığı hazza takılıp kaldı. Bu moral üstünlüğünü yapılacak zeki hamlelerle kendi lehine döndürecek bir strateji geliştiremedi. Söylem cazibesi ve kolaylığı iletişim stratejileri geliştirecek çözümler bulma çabasının önüne geçti. Türk kamuoyu Almanya'ya devran değişti mesajını verdi. Ama bunun ötesine geçemedi. Şimdi çok önemli bir eşiğe gelindi. Sakin kafayla empati gösterebilen ve krize çözüm üreten taraf kazanacak. İki kamuoyu da birbirine şu an kızgın. Hatta düşman. Ama her iki kamuoyu da atılacak makul adımları kabul etmek için psikolojik olarak hazır. Resmi doğru okuyan kazanır. Çözüm formülü de gayet basit; ödün vermek değil paradigma değişimi.
Diplomasinin imkanları bitmiş gibi söylemler kullanmak ve eyleme geçmek kimseye fayda sağlamaz. Hele ince elenip sık dokunması gereken bir alanın kitle hamasetinin akışına bırakılması tarihi bir hata olur. Sağduyu gösterebilmek için zannedilenden çok daha geniş bir alan var. Çünkü Türkiye ve Almanya ilişkileri dün başlamadı. Yarın bitebilir gibi davranmayı gerektirecek bir durum da yok.