“Ekrem Bey’le henüz tanışmadık. Allah kolaylık versin”
Oğur: Üzerinden epey geçti ama yine demokrasi tarihimiz açısından bir kırılma noktası olan YSK’nın İstanbul seçimini iptal kararı var. O kararı nasıl karşıladınız? Şaşırdınız mı?
Babacan: Ekonomik krizin en derin döneminde oldu 31 Mart seçimleri, normal bir dönemde değildik. Tam seçimler bitti derken, bir üç ay daha Türkiye bununla meşgul oldu. Aylarca ülke bu işe kitlendi, bunun ekonomiye maliyeti oldu. Demokrasi adına en çok üzüldüğüm nokta şu; Türkiye’de ilk defa bir seçim sonucu bu kadar tartışmalı hale geldi. Sistemi zorlamanın kamu vicdanında nasıl yaralar açabileceğine şahit olduk. Devletin bağımsız kurumlarının, başta yargı olmak üzere, itibarı çok önemli. O kurumlar hep lazım. Çünkü en kritik dönemlerde hukukun sigortası bağımsız kurumlar. Siyasette rüzgarlar sert esebilir. O günü kurtaracak bazı dürtüler olabilir. Başta yargı olmak üzere bağımsız kurumların zaten varlık sebebi bu. Yüksek Seçim Kurulu’nun itibarını korumak çok önemli. O kurumun itibarı demokrasinin de sigortası.
Oğur: İmamoğlu yeni bir siyasi figür olarak ortaya çıktı. Kendisiyle bir temasınız oldu mu?
Babacan: Ekrem Bey ile henüz tanışmadık. Kendisi aday olduktan sonra ismini öğrenme imkanını buldum. Anladığım kadarıyla İstanbul'da da aday olana kadar tanınırlılığı çok yüksek değilmiş. Ama oldukça düşük bir tanınırlılık oranından böylesine yüksek bir oranla seçim kazandı. Hayırlı olsun diyorum, kendisine başarılar diliyorum. Allah kolaylık versin.
Taşgetiren: Böyle bir sonucu bekliyor muydunuz?
Babacan: Güvenilir kamuoyu yoklamalarına baktığınız zaman bu fark görünüyordu, çok açıktı. İlk seçimde bile güvenilir kamuoyu yoklamalarında bile 1 veya 2 puan Ekrem bey lehine fark görünüyordu zaten. İkinci seçimde farkın daha da yüksek olacağıyla ilgili güvenilir kamuoyu yoklamaları vardı. Tabi şu anda biliyorsunuz Türkiye'de kamuoyu yoklamaları biliyorsunuz iki kategori. Gerçekten toplum eğilimlerini ölçmek için yapılanlar var, bir de toplum eğilimlerini etkilemek için açıklanan kamouyu yoklamaları var.
“Biz ümit siyaseti yapacağız, korku siyaseti yapmayacağız”
Taşgetiren: Sizin hareketinizin oluşum seyrinde İstanbul seçimleri ya da genel manada yerel seçimlerde mesela büyükşehirlerin AK Parti’nin kaybı etkili oldu mu?
Babacan: Hayır. Tam tarih söyleyeyim, biz 19 Şubat'ta bu çalışmayı başlatma kararı aldık. Bu yılın başında. Tabii ondan önce de çok geniş çevrelerle istişare ettik. Toplumsal trendlere baktık. Tamam sorunlar var ama insanlar bu sorunları görüyor mu, doğru teşhis edebiliyor mu? Ya da bu sorunları insanlar görüyor ama yeni bir siyasi partiye ihtiyaç var mı Türkiye’de, o da önemliydi. Farklı kesimlerle yaptığımız istişarelerde de bu ihtiyacın artık geniş kesimler tarafından açıkça hissedildiğini gördük. İnsanlarda oy verirken en önemli faktör şu anda korku. Elindekini kaybetmekten korktuğu için insanlar gidiyorlar bir partiye oy veriyorlar. Ya da bir partiye ya da o partinin liderine çok kızdıkları için gidip başka partiye oy veriyorlar. Kimisi de kimlik meselesi yapıyor bunu. Gelecek ümidiyle oy vermek, yani ‘ben bu partiye o vereyim Türkiye’yi daha güzel bir geleceğe götürelim’ duygusu halkımızda azaldı maalesef. Bu çok önemli bir problem. Ümit siyaseti artık yapılmıyor Türkiye'de. Türkiye'de korku siyaseti yapılıyor. Epeyce de kimlik siyaseti yapılıyor. Türkiye'nin ihtiyacı bu değil. Türkiye buradan düzlüğe çıkamaz. Türkiye'nin geleceği için yeniden samimi bir şekilde çalışmaya ihtiyaç var. İnsanların geleceğe ümitle bakabilmesi lazım. Biz ümit siyaseti yapacağız, korku siyaseti yapmayacağız.
“En kolay ekonomi toparlanır”
Oğur: Türkiye uzun bir süre düzelmez artık diyerek çok fazla insan yurt dışına gitti. Özellikle eğitimli insanlar bunlar. Türkiye kısa vadede toparlanabilir mi?
Babacan: Açıkçası ne kadar insanlar başka ülkelere gitse, ne kadar da belki geçici bir nefes alma ihtiyacı da hissetse şu var, herkesin gönlü burada. Onları anlıyoruz çünkü münferiden bir şey yapamıyorsa hiç olmazsa bir süre şöyle bir nefes alma ihtiyacı oluyor. Bunu da çok yadırgamamak lazım. Bizim gideceğimiz bir yer yok. Bir buradayız. Çünkü üzerimizde farklı bir sorumluluk var. Türkiye'nin aşamayacağı hiçbir sorun yok. İyi dönemleri yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu taşımak bir itibardı. Almanya'da gençler ay yıldızlı kırmızı tişörtlerle sokaklarda dolaşıyordu. Dolayısıyla çabuk toparlanır. Hele ekonomi en kolay kısmı. İki kere iki dörttür diyebildikten sonra, rasyonalite olduktan sonra çok kolay toparlanır. Ama diğer alanların üzerine çok yoğunlaşmamız gerekiyor. Toplumsal hasarı tamir etmemiz gerekiyor. Popülizmin etkilediği kitleler var. Yani yanlış kanaatler oluşabiliyor. O doğruları insanlara anlatmak gerekiyor. Gerçekleri görmeleri gerekiyor. Bunlar tabi biraz zaman alacak ve daha zorlu konular.
“İfade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede sorunlar konuşulamaz”
Oğur: Türkiye'de şu anda çok sert siyaset yapılıyor. Hala hapiste olan siyasetçiler, gazeteciler, sivil toplumcular var. Hukuki olarak çok da güvende olunmayan bir dönem. Muhalefet etmek de o kadar dolay değil. Bu sert mücadeleye hazır mısınız? Sizin için konforlu, risk almaz türü değerlendirmeler yapılıyor çünkü.
Taşgetiren: Naif bir insan olarak görülüyorsunuz. Ben tabii buradaki konuşmamızda daha farklı gördüm.
Babacan: Biliyoruz ki, sadece eleştirel yazdıkları içini işini kaybeden çık sayıda gazeteci var maalesef. Çok üzücü bir durum. Bu ülkeye yazık. Öte yandan, sivil toplum temsilcilerinin, aydınların, akademisyenlerin, gazetecilerin ve siyasetçilerin sadece düşündüklerini ifade ettikleri için özgürlüklerinin kısıtlanması kabul edilebilir bir şey değil. Gerektiğinde, tutuksuz yargılanma diye bir yöntem de vardır. Bu konular ülkenin itibarına büyük zarar veriyor. Ülke için bir yüktür, demokrasi için bir yaradır. Basın özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede sorunlar açıkça konuşulamaz. Konuşulamayan sorunlar da çözülemez. Ekonomi de bu ortamdan olumsuz etkilenir. Bu konularda kıstas bellidir. AİHM kararları ve içtihatlarıdır.
AK Parti kurulurken de yakın ve uzak çevremizden çok uyarı aldım. Bana ‘sen ne yapıyorsun, işin var gücün var’ dediler. 28 Şubat'ın iklimi vardı. ‘Nasıl göze aldın’ diyorlardı. O günleri unutuyoruz bugün. Biz o zaman her şeyi göze aldık açıkçası. Memleket için doğru mu doğru. Herşey güllük gülistanlık değildi o zaman, biliyorsunuz, unutuluyor o dönem. Tamam işimiz gücümüz var ama memleketin durumu kötüydü. Davet vardı, öyle bir karar aldık. Aslında o günleri bugünlere çok benzetiyorum. Bugün yine belki riskler var. Baskıların niteliği değişti. O gün de özgürlük sorunları vardı. Bugün de var ama farklı kesimler üzerinde ve farklı nitelikte özgürlük sorunları var. Çok da birbirinden farklı ortamlar değil doğrusu.
Burada önemli olan iyi niyet ve kararlılık. İnanıyoruz ki Allah doğrunun yardımcısıdır. Arkadaşlarımızla beraber bu kararı aldık. Bir kere karar aldıktan sonra bu yoldan geri dönüş yok artık.
"Hiçbir şey yapmamak, sadece izlemek büyük bir vebal hissi oluşturacaktı”
Oğur: Babanız sizin siyasete ilk girişinize de karşı çıkmıştı diye okumuştuk. Bu sefer de karşı çıktı mı?
Babacan: 2001 bir ilkti. Ailede daha önce yapan hiç olmadığı için siyaseti zor ve karmaşık görüyorduk. Hâlâ da öyle. Ben siyasete başladıktan sonra ailemizde heveslenip de siyasete giren kimse olmadı. Ama bizim üzerimizdeki sorumluluk biraz farklı. Başkalarının üzerinde benzer bir sorumluluk yok. Biz Türkiye'nin sorunlarını iş dünyasının, STK'ların çözmesini bekleyemeyiz. Medyanın görevi de bu ülkenin sorununu çözmek değil. Türkiye’nin sorunları çözülecekse yine siyasetle çözülecek. Demokrasilerde meşru çözüm yolu siyaset. Başka çözüm yolları, Allah korusun, düşünülemez. Yaptığımız işin siyasi ve vicdani meşruiyeti konusunda en ufak bir kaygım yok. Hukuki meşruiyet zaten sapasağlam. Türkiye’de anayasa geçerliyse, yasalar geçerliyse biz çok meşru bir zeminde yürüyoruz. Açık yürüyoruz, şeffaf yürüyoruz.
Bu çalışmayı başlatmamız bizim için ahlaki bir sorumluluk, toplumsal bir sorumluluk. Bu çalışmayı başlatmamış olsak, bu kadar sıkıntı varken ülkede hiçbir şey yapmamış olmanın, hiçbir şey yapamıyor olmanın vicdan azabını çekerdik açıkçası. Herkeste böyle bir sorumluluk olmayabilir ama zamanında bütün bu çalışmaların tam merkezinde olan kişi olarak, pek çok başarıya katkı vermiş birisi olarak bugün geldiğimiz noktada hiçbir şey yapmamak, sadece izlemek açıkçası büyük bir vebal hissi oluşturacaktı. O sorumluğu üzerimizde hissettik. Bu bir ahlaki ve toplumsal sorumluluktu. Bu sorumluluğun gereği olarak başlattık bu süreci.
“Roller değişti, şapkalar değişti”
Oğur: Geçen ay Şule Yüksel Şenler vefat etti. O sırada sizin halanız Hatice Babacan’dan bahsedildi. 1967 yılında üniversiteye başörtüsüyle girmeye çalışan ilk öğrenciydi. Ankara İlahiyat Fakültesi’ne. Ve oradan ihraç edildi daha sonra. Onun mücadelesi sizin siyasi fikirlerinizi etkilemiş miydi?
Babacan: Bu tabi Türkiye açısından önemli bir özgürlük sorunuydu. İnsanların dini inancı sebebiyle ya da kişisel tercihleri sebebiyle dışlanması ötelenmesi, ona yasaklar konması kabul edilebilir bir durum değil. Siyasi bir mücadele değildi o. Bir hak ve özgürlük mücadelesiydi. Benim diğer halalarım da aynı problemi yaşadı. ODTÜ’de okuyan kız kardeşlerimden de aynı problemleri yaşayanlar oldu. Halam Hatice Babacan o dönem İlahiyat Fakültesi’nden ihraç edildi daha sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Bir sonraki halam, enteresandır, herhalde o dönem şartlar değişti, başörtülü olarak İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. En küçük halam eczacı oldu, ama mesleğini geçici diplomayla yaptı, başörtülü fotoğrafı olan diplomasını geçtiğimiz yıllarda alabildi. Kendisi 1955 doğumlu. Bugüne geldiğimizde benzer problemler var ama problemlerin etkilediği kitleler değişti. Roller değişti. Biz hep şunu diyorduk, dünyanın her yerinde anlatıyorduk. AK Parti kurulu düzene karşı bir isyan olarak ortaya çıktı, bir hak ve özgürlük mücadelesi olarak AK Parti ortaya çıktı. Bugün bakıyorsunuz kurulu düzen ne, nasıl tanımlanıyor? Hak ve özgürlük sorunları nerede, hangi kesimlerde? Tabi baktığımızda benzerlik çok aslında, ama roller değişti, şapkalar değişti.
Yeni bir çıkış gerekiyor artık. AK Parti içinde çok mücadele ettik, çok uğraştık. Yapamadık, gerçekleştiremedik. Bizim gibi düşünen arkadaşlarımız da teker teker sistem dışında kaldılar.
Biz bugün bu çıkışı yapmazsak gelecek nesiller bizden hesap soracak. Bir şey yapma imkanınız vardı ama yapmadınız diyecekler. Türkiye'deki bu sıkıntıların büyümesine sadece seyirci kaldınız diyecekler. Hesap soracak olan sadece gelecek nesiller değil. Bir de büyük hesap günü gelecek. Önemli olan o günde o hesabı alnımızın akıyla verebilmek. İşte o konuda çok rahatız. Yaptığımız işin meşruiyeti konusunda çok rahatız.