Küresel terör ateşi insanlığı yakmaya devam ediyor. Özellikle yakın coğrafyamızda işleyen cehennemî takvim, geçtiğimiz hafta ne yazık ki İran’da kendisini yeniden hatırlattı. 2017’nin Haziran ayında Tahran’ı hedef alan saldırının ardından adres bu kez Güney İran’ın petrol zengini Huzistan eyaletinin başkenti Ahvaz’dı. 22 Eylül 2018 tarihinde “Kutsal Direniş Haftası” çerçevesinde yapılan askeri geçit törenine dört kişilik silahlı bir grup tarafından saldırı düzenlendi. İran’ın yaptığı resmi açıklamalara göre, saldırıda en az 29 kişi hayatını kaybetti ve 60’ın üzerinde yaralı var. İlerleyen günlerde bu sayıların değişmesi muhtemel. Saldırıyı üstlenen grupların varlığına rağmen ihtimaller üzerinden gitmek daha sağlıklı.
Önceki saldırıların aksine son terör saldırısı, İran’ın savaş alanını daha da genişletmek için tasarlanmış bir plan adeta. İran için bölgesel rakiplerinin yanı sıra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Tabi ki ABD’yi de içine alan bir kurgu niteliğinde.
Saldırının olası şüphelisi Ahvaz Ulusal Direniş Hareketi. Bu oluşumun, Suudi Arabistan ile olan bağlantıları sır değil. Donald Trump’ın başkan seçilmesinden itibaren özellikle Riyad’ın bölgede gerilimi arttıran adımlar atması, bu saldırıların hem tarihi hem de güncel bir alt yapısının varlığından kaynaklanıyor. Zira Riyad’ın Veliaht Prensi Muhammed b. Selman’ın “Savaşın kendi topraklarımızda olmasını istemeyiz, savaşı İran’ın içlerine taşıyacağız” feveranı Suudilerin, İran yönetim anlayışına karşı çıkan çeşitli silahlı gruplara desteğini yoğunlaştıracağının bir işareti olarak yorumlandı. Tahran açısından ise bu açıklama, saldırının failinin Riyad olduğunun bir ispatı idi.
Diğer taraftan Tahran da Körfez Ülkeleri’ndeki muhalif gruplarla devam eden yakın ilişkisini saklamıyor. İran için önemli ekonomik ve ideolojik yatırımların sağlandığı bu irtibat, “karşı mahalleyi ateşe verme” geleneğinin artarak devam edeceğini göstermekte.
''Ahvaz saldırısında Riyad ve Abu Dabi’nin parmak izi olduğu net ortaya çıkarsa İran’ın bunu karşılıksız bırakmayacağı söylenebilir.''
RİYAD TEHDİDİ Mİ?
Daha önce perde arkasındaki fısıldamalar artık yüksek sesle ifade ediliyor. Riyad’ın başını çektiği Körfez Ülkeleri’ndeki bu hareketlilik, ABD’yi İran’a karşı askeri bir harekât yapmaya zorlamakla kalmayıp kendilerinin de İran’a saldırmaya hazır olduklarını gösteriyor. Ayrıca BAE hükümet yetkililerinin olayla ilgili yaptıkları açıklamada; bunun bir terör saldırısı olmadığını ve savaşı, İran sınırlarına kaydırmanın önlerindeki yeni seçenek olduğunu söylemeleri, İran’a yönelik niyetlerini ortaya koymakta.
Körfez monarşilerinin saldırıların devam edeceğini ima eden açıklamaları, bölgedeki gerilimi tırmandırma maksatlı elbette. Zira tansiyonu seven Tahran yönetimini karşı bir saldırıya zorlamak, olası bir ABD saldırısında Tahran’ı açık hedef haline getirmek demek. Bilindiği üzere Riyad, Yemen’de İran destekli Husilerle savaş halinde. Husiler’in etkisini kırmak için ayda yaklaşık 6 milyar dolar para harcadığı tahmin ediliyor. Buna rağmen Yemen’de Husiler’e karşı istediği sonucu elde edemeyen Riyad’ın, İran’ı askeri ablukaya alacağını düşünmek gerçekçi olmaz. Ancak bu kadar cesurca davranmasının arkasında, Trump’ın İran’a yönelik genişletilmiş bir baskı planının olduğunu unutmamak gerek.
Ancak daha kötüsü ise Trump yönetiminin İran’a yönelik bir askeri operasyona karşı çıkmayacak zihniyette olması. Beyaz Saray’ın etkin isimleri, BAE, Suudi Arabistan ve İsrail gibi bölgesel müttefiklerinin İran karşıtlığı konusunda aktif halde tutulmasından yana. ABD yönetiminin tecrübeli isimlerinden ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, ABD’nin özellikle nükleer anlaşmadan çekilmesinden sonra İsrail ve Körfez Ülkeleri’nin, İran’a yönelik tavrını daha da sertleştirmesi gerektiğini düşünenlerden. Ayrıca Bolton’un, Ahvaz saldırısının kuvvetli şüphelilerinden olan bir gruba gerekli maddi desteğin sağlanması adına gayret gösterdiği bilinmekte. ABD’li siyasetçi, işi daha da ileriye taşıyarak 11 Eylül saldırılarında İran’ın da payı olduğunu ileri sürüp Tahran’ın bunun bedelini ödemesi gerektiğini savunuyor.
Öte yandan Trump da Tahran’ın sert çıkışlarına aynı tonda cevap vermekte. Karşılıklı restleşmenin en sert yaşandığı yerlerden biri ise Irak. Washington, Irak’taki konsolosluklarına yapılan saldırıların devam etmesi halinde saldırılardan İran’ın sorumlu tutulacağını belirtmişti. Bu açıklamadan bir gün sonra Ahvaz saldırısının gerçekleşmesi, İran gibi bölge ülkelerini hedefe koyma mekanizmasının ve karşılıklı tehditlerin ne kadar işlek olduğunu göstermekte. Aynı dönemde İran’ın da Basra’daki konsolosluğu ateşe verilmişti. Tahran da bu saldırının ABD tarafından organize edildiğini iddia etti. İki taraf da kanıt olmadan karşılıklı suçlamalarda bulunsa da Ahvaz saldırısı, bölgedeki silahlı grupları harekete geçirme konusunda ABD ve müttefiklerinin, en az İran kadar becerikli olduğunu göstermekte.
''Hem Washington hem Tahran karşılıklı suçlamalarda bulunsa da Ahvaz saldırısı, silahlı grupları harekete geçirme konusunda ABD’nin, en az İran kadar becerikli olduğunu gösteriyor.''
AHVAZ VE SONRASI
İlerleyen süreçte Ahvaz saldırısında Riyad ve Abu Dabi’nin parmak izi olduğu net ortaya çıkarsa İran’ın bunu karşılıksız bırakmayacağı söylenebilir. Umalım böyle olmasın ancak karşılıklı saldırıların bölgeyi yeni ve daha büyük bir kaosa sürükleyeceği kesin. Nitekim Trump yönetimi, Suudi Arabistan ve BAE için İran’a karşı koyma adına stratejik bir anlam ifade ediyor. Körfez Monarşileri, İran’a saldırmak adına kullanabilecekleri en doğru ismin Trump olduğunu düşünüyor. Zira bu ülkelerin uzun vadede İran’la rekabet edebilme kapasiteleri yok denecek kadar az.
Nihayetinde, Batı ve Körfez ülkelerinin İran’a yönelik haksız ve baskıcı politikalarına karşı çıkılmalıdır. Diğer taraftan İran’ın kendi bünyesinde yaşayan farklı etnik ve dini halklara daha demokratik davranması gerekmektedir. Zira bugüne kadar Arap nüfusun yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunlar görmezden gelinmiştir. Zengin petrol yataklarına sahip olmasına rağmen Huzistan eyaletine gereken hassasiyet gösterilmemekte. Bölgede birçok insan hakları ihlalinin yaşandığı da bilinen bir gerçek. Tahran’ın Batı tehdidini en zararsız şekilde bertaraf etmesi için izleyeceği en akıllıca yol, İranlı akademisyen Hamid Dabaşi’nin şu satırlarında saklı: “İran’ın kurtuluşu, bütünüyle kendi çoğulcu ve farklılıkları kucaklayan siyasi kültürün kaynaklarına yönelmesine bağlıdır. İran kendi içindeki yıkıcı kabileci korkularını ihraç etmektense bir zamanlar komşu ülkelerde oluşturduğu kozmopolitizm umudunu ithal etmelidir. Bu da ilerici güçlerin bölgesel iş birliği yaparak hem ülke içi zorluklara hem de bunlarla beslenen yağmacı ABD emperyalizmine karşı durmasıyla mümkündür. Diğer seçenekler insanlık için iyiye işaret değildir.” (Hamid Dabashi, İran: Ketlenmiş Halk, s.260.)