Abdulbaki Değer yazdı: Çehov’un silahı, siyaset ve söylemekle olsaydı

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “Seçim yolundaki kritik günlerde ülkemizin geleceği için ağızdan çıkan her sözün Türkiye şartları gözetilerek dile gelmesinde büyük yarar var” diyor.

Anton Çehov’un ünlü sözü şöyleydi: ‘Eğer ilk perdede duvarda asılı bir silah varsa, o silah ikinci veya üçüncü perdede mutlaka patlar.’ Daha sonra ‘Çehov’un silahı’ şeklinde bir kural olarak kabul edilecek bu söz, edebi sanatların icrasına ilişkin teknik bir uyarıyı ifade ediyor. Sanatın büyük oranda gereksiz olanı ayıklama işi olduğunu dikkate aldığımızda ‘Çehov silahı’ kısaca hikâyeyle bağlantısı olmayan her şeyin gereksiz olduğunu vurguluyor. Yani duvarda asılı silah hikâyenin devamında patlamayacaksa duvarda durmasının veya hikâyede ona yer verilmesinin bir anlamı yoktur deniliyor. Dolayısıyla hikâyede yer verilen silah bir şekilde kullanılmalı! Zaten silah oraya yerleştirildiği anda okuyucu-izleyici böyle bir beklenti içine sokulmuştur. Bu açıdan duvara astığımız silahı kullanmayıp orada bekletirsek okuyucuyu-izleyiciyi şaşırtmış-hayal kırıklığına uğratmış oluruz.

Elbette Çehov’un mevzuyu bu kavrayışta ele aldığını düşünmenin aşırı bir basitleştirme olduğunu düşünüyorum. Birinci sınıf metinlerde neyin ne şekilde yer aldığı gibi neyin ne şekilde yer almadığının belirgin şekilde anlamı ve önemi olduğu aşikâr. Sanırım Çehov’un vurgusu da biraz meselenin bu yönüyle ilintili.

Sanat nasıl gereksiz olanın ayıklanması üzerinden anlam kazanıyorsa siyaset de mevcut-mümkün denklemi üzerinden gösterdiği tutarlılık ve kuşatıcılıkla anlam kazanıyor.

Nitekim bu tarz basitleştirici kurgunun mecburiyet oluşturucu tarzda dikte edilmesini doğru bulmayan Hemingway ‘duvarda asılı olan bir silah zaten çalışmayacaktır’ diyerek mevzunun pekâlâ başka türlü ele alınabileceğini ileri sürüyor. Çehov’un uyarısı da Hemingway’in itirazı da geniş bir kontekst içerisinde esas itibariyle bana gayet mantıklı görünüyor açıkçası. Ama ben Çehov’un kastı, Hemingway’ın itirazı üzerinden sündürülecek teknik bir tartışmadan ziyade burada dikkat çekilen husus ile siyaset pratiğimiz arasında kurulması gereken paralelliğe dikkat çekmek istiyorum.

SİYASET SAVRUK OLAMAZ

Siyaset malum olduğu üzere bir iddia işi evvel emirde. Ancak öncelikle iddia işi olması onun soyut, spekülatif bir fantezi olmasını gerektirmiyor. Siyaset aynı zamanda mevcudu dikkate almayı, yol yordam gözeterek dile gelen iddialar üzerinden en optimal mümküne hayat vermeyi de içeriyor. Dolayısıyla belirli marjda seyredecek bir tutarlılığı, bir söylem-eylem birlikteliğini, usule riayeti, rıza üretimini içeriyor. Söylemin niteliğinin yani zamanın ruhuna, sosyo-kültürel müktesebata, talep ve beklentilere, fırsat ve tehditlere dönük vaziyeti, söylemi dillendirenlerin ahvali gibi pek çok parametre siyasetin seyrini etkiliyor.

O halde ‘Çehov’un silahı’ kuralı gereğince – Hemingway’in eleştiri ve itirazlarını da içerecek bir genişlikte olacak şekilde şüphesiz- siyasetin savruk ve sorumsuz olamayacağını, olduğu takdirde toplumu (okuyucunun-izleyicinin) şaşırtacağını-hayal kırıklığına uğratacağını-güven ve itibar kaybına neden olacağını söylemek sürpriz olmasa gerek. Çünkü siyaset performans talep etmeyen ayartıcı bir retoriğe indirgenemez. Çünkü siyaset gerçekliği dikkate almayan pür bir gözü karalık olarak da ele alınamaz. Mevcut-mümkün kombinasyonunu statükocu bir realizme kurban etmeden belirli seviyede ve tutarlılıkta kalmak kaydıyla iddiaların-söylemlerin güncellenme zorunluluğudur siyaset aynı zamanda.

Siyasetin savruk ve sorumsuz olamayacağını, olduğu takdirde toplumu hayal kırıklığına uğratacağını-güven kaybına neden olacağını söylemek sürpriz olmasa gerek.

Duvara astığımız silahın bir anlamı olması gerektiğini bilmeliyiz ve aynı zamanda bunun süreç içerisinde karşılık talep eden yargılama davetiyesi olduğu bilmeliyiz. Sanat nasıl gereksiz olanın ayıklanması üzerinden anlam, önem ve etki kazanıyorsa aynı şekilde siyaset de mevcut-mümkün denklemi üzerinden gösterdiği tutarlılık, derinlik ve kuşatıcılık ile anlam, önem ve etki kazanıyor. Mevcudun daima koynunda sürprizler taşıdığını, güzelim teoriyi berbat edecek sevimsiz gerçeklere yol verdiğini biliyoruz, görüyoruz. Siyasetin tutarlılığını ve işlevselliğini aşındıran bu hususun insan dünyasının temel alamet-i farikası olduğunu, her sürprizin, teoriyi berbat eden her sevimsiz gerçeğin kaçınılmaz şekilde yeni ilişkilere, yeni bir denkleme, yeni bir güncelleme gereksinimine neden olduğunu söylemek insanın ölüme yazgılı olduğu gerçeğini dillendirmek kadar sıradandır. Mesele, siyasetin beklenmedik gelişmelerle karşılaşması değil bu gelişmeler karşısında nasıl reaksiyon gösterdiğidir. Gelişmeyi mevcudun muhafazasına dönük bir mazeret olarak kullanmak mümkün. Gelişmeyi duvara zaten işin başlangıcında keyfe keder şekilde astığımız hatta çoğunlukla astığımızı bile unuttuğumuz silahın manipülasyonu için kullanmak da mümkün. Gelişmeyi aynı zamanda duvara asılan silahın kaderine olan etkisini gözeten ve senaryoyu ana amacı ve istikameti kaybetmeden yeni gelişmeye uyarlayan bir unsur olarak kullanmak da mümkün.

ER MEYDANINDAYIZ

Kısa bir süre sonra gerçekleştireceğimiz seçimler öncesinde siyasi aktörlerin-hareketlerin duvara neyi astıklarını, nasıl astıklarını hatta neyi asmadıklarını toplum olarak daha önce yaptığımız gibi yine kemali ciddiyetle takip ediyoruz. Egemen literatürdeki üstenci bakışın aksine siyasal sürece katılımı ve müdahalesi derin bir sezginin ve bilincin göstergesi olan Türkiye toplumunun bu seçimlerdeki tercihi de mevcut gerçekliği, aktörleri ve onların söylem ve performanslarını dikkate alan bir tavır olacaktır. Bugüne kadarki performansı siyasal aktörlerin-hareketlerin neye dikkat etmeleri, neyi öncelemeleri, neyden uzak durup ondan imtina etmeleri gerektiği hususunda gayet açık ve anlaşılır bir tabloyu önümüze koyuyor. Bu açıdan şartların iyice kızıştığı bu kritik günlerde ülkemizin geleceği, toplumumuzun esenliği ve şüphesiz geleceğimizi doğrudan şekillendiren bir unsur olan siyasetin niteliği açısından ağzımızdan çıkan her sözün (duvara asılan silahın) Türkiye’nin şartları ve imkânları gözetilerek dile gelmesinde büyük yarar var. Zira şehvetle sözlerin söylendiği bir panayırdan ziyade sonraki adımda her sözün gereğinin isteneceği er meydanındayız. ‘Yapmakla olup bitseydi bu iş, yapardım, olurdu, biterdi’ diyen Shakespeare’in sözünü değiştirirsek ‘söylemekle olup bitseydi bu iş, söylerdim, olurdu, biterdi.’

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Görüşler Haberleri