Görüşler

Şiddet sarmalındaki eğitim

Şiddet sarmalındaki eğitim

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, okullarda yaşanan şiddet olayları üzerinden beliren tehlikeye dikkat çekiyor.

"Sınav kağıdı elinden alınan A.B. sınıfı terk ederek okul koridorunda beklemeye başladı. Sınav bitiminde A.K. öğretmenler odasına doğru giderken koridorda A. B. Tarafından bıçaklandı.”

“Atıldığı okulun müdürünü okul odasında vurarak öldüren 16 yaşındaki Y.K. savcıya verdiği ifadenin ardından tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi.”

Eğitimde rutinleşen şiddetin basına yansıyan iki haberi. Bu tarz hadiselerin bireysel karakteri MEB ve ilgililer tarafından münferit olarak algılanmasına neden olsa da bu kavrayışın eksik ve yanıltıcı olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Sosyolog Beck’in ‘sistemik sorunlara biyografik çözümler bulmamız isteniyor’ tespiti özellikle ülkemizde spesifik olarak eğitim mevzubahis olduğunda geçerlilik kazanıyor. Daha da vahimi sistemik sorunların müsebbibi olarak o sorunun yarattığı enkazla boğuşmak zorunda kalanlar gösteriliyor. Bu ölçü tanımayan bir akıl tutulmasıdır. Tıpkı bugün küresel ekonomi-politik düzende kitlesel bir histeriye dönüşen ‘kişisel gelişim’in yapıyı-sistemi görünmez kılıp çoğunlukla bu yapının-sistemin mağdurunu hedef tahtasına koyması gibi. Eğitimle özdeş hale gelen bu hadiseler yapıya ilişkin alarm zilleri olarak görülmelidir. Sessizlikle-suskunlukla, klişe bir hal alan kuru laflarla geçiştirmek mevzuyu lokal ve şahsi ilan etmek dolayısıyla görünmez kılmaktır. Mesele şiddet gören eğitimciyi, şiddet uygulayan öğrenci ve veliyi de aşan çok daha ciddi ve derin bir görünüm arz ediyor. Sorunları yönetemeyen eğitimci, öfkeye kapılan veli, kendini bilmez yaramaz öğrenci modunda tüketen yerleşik okuma bu sorunun önemli parçalarından birisi.

***

Eğitim camiasının gündelik akışına yabancı olmayanlar basına yansıyınca hayret ve şaşkınlık ile karşılık verilen bu hadiselerin vaka-i adiyeden olduğunu bilirler. Hayret ve şaşkınlık mevzunun soğuk duş etkisi yaratan niteliğinden neşet etmez. Daha ziyade bildikleri üzerine tefekkür etmeyen sorumluluk kaçkını bünyenin başta kendisi olmak üzere kamuoyunu yanıltmaya dönük aparat olarak kullanılmaktadır. Zira ilgili olan herkes bilir ki şahsilikle, teknik ve arızi nedenlerle geçiştirilemeyecek yaygınlık ve derinlikte bir mevzu önümüzdeki. Üstelik bugüne özgü değil. Eğitim tarihimizin erken döneminde öğretmenin öğrenciye dönük şiddeti mevzu edilirdi. Sosyo-kültürel yapımızın kodlarıyla bağlantılı olarak tartışılan durum elbette zikredilen boyutu da içeren bir hüviyet arz ediyordu. Ancak bugün nadiren gündem olan öğretmen şiddeti nasıl ki sosyo-kültürel dünyamızın çocuk algısındaki büyük dönüşümle ilintili ise yaşayageldiğimiz ‘eğitimciye şiddet’ mevzusunun da bu tarz bir sosyolojik-kurumsal arka planı mevcut. Çocuk algısındaki sosyolojik dönüşüm toplumsal ilişkiyi ve kurumsal yapıyı nasıl dönüştürüyorsa benzer şekilde sosyal ilişki ağında başka türlü bir değişim-dönüşüm eğitimciyi de belirli bir şiddetin muhatabına veya görece o şiddetin ulaşılabilir hedefine çeviriyor. Bu dönüşümü görmek ve yönetmek-yönlendirmek babında sorumluluk üstlenmesi icap edenlerin ve şüphesiz eğitim bahsinde derdi olanların evvel emirde tespit etmekle mükellef oldukları durum budur. Bu faslın da iki boyutu olduğunun altını çizelim: Birincisi eğitimci ile ilintili. İkincisi ise eğitimcinin de içinde yer aldığı eğitim-öğretim alanı ile ilintili.

***

Osmanlı son döneminden bugüne değin modern eğitim tarihimizin değişmeyen gündemlerinden birisi eğitimcinin niteliği olmuştur. Aradan geçen onca zamana rağmen bugün de temel sorun başlığı olarak önümüzdedir. Kuru bir retorikle taltif edilmenin ötesinde söz konusu sosyolojik-kurumsal dönüşüm üzerinden sürekli aşınan ‘öğretmenlik’ mesleği istihdamdaki yaygınlık ve güvence üzerinden rağbet görmektedir. Bu nedenlerden dolayı rağbet görmeye devam edecektir ancak şüphe yok ki öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaşma süreci daha da derinleşecektir. Dolayısıyla şiddetin öncelikli hedefine dönüşen eğitimcinin başta kendi kurumunda olmak üzere itibarının yükseltilmesi için çalışmaların yürütülmesi elzemdir. Mali ve özlük hakların iyileştirilmesi işin dibacesi olup etkin sahiplenme politikaları ile pekiştirilmelidir. Keyfe keder bir şekilde hazırlanan ‘Öğretmen Strateji Belgesi’ gibi belgelerin, MEB’deki nitelik problemini ders içi özerkliği bile olmayan ‘öğretmene’ fatura eden politikaların kendisi doğrudan kurumsal şiddet olan uygulamalar yerine daha bütünlükçü düzenlemeler gerekiyor.

***

İkincisi ‘eğitimcinin’ de içinde yer aldığı mevcut eğitim-öğretim yapılanmamızın elden geçirilmesi zaruretidir. Maalesef bu zaruret, tüm göstergelere rağmen modern dünyanın hurafesini teşrih masasına yatırmamızı mümkün kılmadı. Ne yasal dayanakları ne zorunlu karakteri ne tekçi doğası ne zaman-mekân planlaması ne de meşru ve makul gördüğü ilişki biçimi üzerinden bu sistemi kamusal ilgimizin nesnesine dönüştürebildik. Oysa belirli yaş aralığındaki nüfusun ne zaman, nerede, ne şekilde, kimden, neyi ne kadar ve ne şekilde öğreneceğine kendisi karar veren dolayısıyla öğrenciyi, eğitimciyi ve veliyi teferruatlı bir politikanın nesnesine dönüştüren bu buyurgan yapı hem tarzı hem yapılanması hem de ilişki ağıyla şiddet üreticidir. Sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi alanlarda da dingin, huzurlu bir toplumsal yaşam sunmadığımız milyonlarca insanın özü itibariyle bir “disiplin kurumu” olan mevcut okullarda uyum içinde bir gelişim göstermelerini beklemek akla ziyandır. Eğitim ortamlarına yansıyan şiddetin önemli bir bölümü ve şüphesiz kök sebepleri yaşadığımız hayat kaynaklıdır. Okul hem bunların yansıdığı bir alan hem de potansiyel haldeki bu gerilimin adeta tahrik edildiği bir odak. Mevcut eğitim düzeneğimiz öğrencilerin fiziksel, zihinsel, psikolojik ve sosyal gelişimlerini ve gereksinimlerini dikkate almayan niteliğiyle şiddeti besleyen ve büyüten bir nitelik arz ediyor.

***

Tüm bu analiz elbette hadisenin kriminal boyutunu göz ardı etmemizi gerektirmez. Eğitimciye şiddetin müsebbipleri gereken cezaya çarptırılmalıdır. Ancak suçluyu abartıp tüm hadisenin tüketileceği odağa çevirme aceleciliğine düşmeden elbette. Bu açıdan meseleyi daha geniş bir alana taşıyabilmeliyiz. Soft bir sivil toplum etkinliği şeklinde ‘eğitimciye şiddete hayır’ kampanyalarıyla mevzunun çözülmeyeceği açıktır. MEB’in ve Hükümet’in meseleyi ve eğitimciyi sahiplenme anlamında çok daha ciddi ve kararlı davranma zarureti var. Özellikle sendikaların bu yöndeki eylemlilikleriyle hem meseleyi sahiplenme hem de bu sahiplenme üzerinden başta MEB ve Hükümet olmak üzere toplumu harekete geçirmesi gerekmektedir. Caydırıcı bir ‘eğitimciye şiddet yasası’ çıkarılmalıdır. MEB’in öncülük ve sahiplik edeceği toplumsal farkındalık çalışması yapılmalıdır. Bunun işlevsel ve anlamlı bir hal alabilmesi için kamuoyuna yansıyan bu tarz vakalarda MEB Bakanı başta olmak üzere diğer ilgili ve yetkililer mağdurun yanında bulunmalı, olayın takipçisi olduklarına dair kamuoyuna kararlı mesaj vermelidirler. Olayı birtakım mırıltılarla geçiştiren beyanların ne tür örtük mesajlar verdiğini az çok iletişimden haberdar olanlar bilirler. Basının konuyu magazinsel merakın giderilmesinde kullanılacak bir meze olmaktan çıkararak bir toplumsal sorun mesabesinde görmesi, tartışması ve belirli düzeyde takipçiliğini yapması gerekmektedir.

***

Bu saydıklarımın dışında asıl önemli ve çözüm getirici olan iki şey olduğunu tekraren belirtelim: Birincisi öğretmenin mali ve özlük olarak nasıl konumlandırıldığı ve hangi ortamda, hangi çalışma koşullarında ve hangi ilişkiye muhatap kılınarak çalıştırıldığıdır. İkincisi bununla bağlantılı olan ve memleketin maarif davası açısından da hayati önemde olan sanayi döneminin ve ulus devletin erken döneminden kalan bu eğitim-öğretim düzeneğinin Bauman’ın ifadesiyle günümüzün akışkan dünyasında nasıl bir fosile, nasıl tarihsel-toplumsal bir enkaza dönüştüğünü tespit etmekle veya bunun üzerine derin derin tefekkür etmekle ilintilidir. Bu yapının genel eko-sistemin bir bileşeni ve niteliğinin bu genel eko-sistemin niteliğiyle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeğinin gerektirdiği bütüncül bir kavrayış ve tedbirlerle yol alma zaruretimiz var. Aksi taktirde rutinimizin olağan sonuçlarına dönüşen ‘eğitimciye şiddet’ karşısında sahte ‘hayret ve şaşkınlık’ ile birbirimizi kandırmaya devam edeceğiz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir