‘Zorunlu yayın’ bir nevi Tarih ne?
Televizyona bakıp, ‘bu ne biçim program’ diye uzun uzun eleştirmek adetim değil.
Zaten kötü bir televizyon seyircisiyim. Çok ilgilenmediğim bir şeyi niye dilime dolayayım?
Kanaatim sorulursa ‘şurası iyi, şurası kötü’ diye söylerim.
Beğenmiyorsam seyretmem, olur biter.
Gündüz, çoğu zaman yakınımda bir haber kanalı açık durur. Zaruretten. Meslek icabı.
Bazı yayınları da, eğer rast gelirsem, gönüllü olarak seyrederim.
Bakın, televizyondan bahsederken bile sıkıldım.
Fakat, birkaç gündür kafama takılıyor. Yazıp bir kenara koymam lazım.
Şöyle ki...
Birbirinden sevimli çocuklar, evin içinde rengarenk oyuncak arabalarla oynuyorlar. Dü-düüt. Hınnn. Hınnn. Ne güzel, hepimiz oynamışızdır çocukken.
Derken, iki otomobili halının üstünde tokuşturuyorlar.
Sonra, siren sesi. Bir oyuncak ambulans.
Çocuklar, oyuncak arabalarını sağa ve sola çekerek ambulansa yol veriyorlar.
‘Yaşama yol ver.’
Harika!
Bildiğim kadarıyla bu bir kamu spotu.
Buna rastlasam seyrederim.
Bir defa seyrederim.
Üç defa da seyrederim.
Belki on defa da seyrederim.
Ama yirmi defa, elli defa seyretmek istemem.
Bir zeka ürünü, bir seyir zevki ve kamu faydası olmasına rağmen fazlası kabak tadı verir.
Bir tane kalp masajı spotu gördüm.
O da fena değil. Beş on defa seyredilir.
Fakat, aylar oldu, hala ekranlarda rastlıyorum. Ne bitmez masajmış!
Bir tanesinde de çocuğun başına tavandan portakal yağıyor.
Bet bir ses, ‘Portakal yiyin’ diye bağırıyor.
Böyle bir şeyi kaç defa seyredebilirsiniz?
Belki kazayla bir defa. İkincisini istemezsiniz.
Fakat sizin isteyip istememeniz önemli değil. Hakkında kanun var. O ses illa ki höykürecek. Hem de aylar boyunca...
“Portakal yiyin!”
Elbette faydalı bir şey portakal. Fakat, böyle alelade bir prodüksiyonla sunulunca insanın, ‘Sana ne? İster yerim, ister yemem!’ diyesi geliyor.
C vitamini limonda da var. Ekşi ama, limon yerim, sana ne?
Bu şekilde sayısız kamu spotu ve zorunlu yayın var ekranlarda.
Zorunlu ve bila ücret.
Kamu spotlarını çoğunlukla devlet ürettiriyor. 7 tane bakanlık, kendi kanunlarına zorunlu yayınla ilgili maddeler ilave etmiş. Tarım, Aile, Çevre, Gümrük, Çalışma, Sağlık ve Savunma bakanlıkları...
Yani, bir ajans zorunlu yayını proje olarak bu 7 bakanlıktan birine sunuyor. Bakanlık muhtemelen prodüksiyon maliyetini karşılıyor. Yani ajans bir miktar para kazanıyor. (Kazansın, ekmek parasıdır.)
Üretilen film RTÜK’e sunuluyor.
Onaylanınca, dayıyorsun filmi TV kanallarına.
Kanallar, ayda en az 90 dakika yayınlamaya mecbur.
Saat aralıkları da belirlenmiş. Sabah 08:00’le akşam 22:00 arasında. Ancak 30 dakikalık kısmını 17:00 ile 22:00 arasında yayınlayacaksın.
Bu mecburiyet devletin kanallarıyla sınırlı olsa kimse bir şey diyemez.
TRT’nin kanalları isterse bin dakika yayınlasın.
Fakat özel kanallar da mecbur.
Benim kanalım olsa gerçekten bazı güzel spotları gönüllü olarak yayınlarım.
Ama mecburiyet başka bir şey.
Bana angaryaymış gibi geliyor.
Hem kanallara angarya, hem makul miktarları aşarsa seyirciye...
Halbuki, Anayasa’da yazar: devlet vatandaşa angarya yükleyemez.
Aslında bu mecburiyetler RTÜK için de büyük bir yük.
1500 civarında kanal var. Zorunlu yayınların yapılıp yapılmadığını RTÜK denetliyor. 1500 tane kanalın spotu doğru saatte yayınlayıp yayınlamadığını kim, nasıl denetleyecek?
Ben, bu zorunlu yayınlardan müşteki olan özel kanal yöneticilerine çok rastladım.
Hele mahalli kanallar hepten bizar olmuşlar.
Bari, sembolik de olsa, bir ücret takdir edilse zorunlu yayınlar için.
Sembolik deyip geçmeyin. Meteliğe kurşun atan mahalli kanallar var. Adamlar bir iki personelin maaşını çıkarırlar. Memlekette istihdam olur.
Bunda da, kamu spotu kadar kamu yararı vardır herhalde.