Uzaktaki ve yakındaki ‘bedhah’larımız

Biz, insanoğulları, iyiliğe de, kötülüğe de yatkın varlıklarız. İyiliği de kötülüğü de aynı anda işlemeye müsaitiz.

Bizden, kendimizi teşhis etmemiz istense, iyi bir resim çizeriz, iyi bir tasvir yaparız.

‘Ben’ demeyi sever insanlar, her ne kadar sevmez görünmeyi tercih etseler de…

Ben mi? İyiyim.

Ben mi? İyilikseverim.

Öyle miyiz gerçekten? İyi miyiz?

İyiysek, neden, terörün bazısına öfkeleniyoruz da, bazısına öfkelenemiyoruz?

Terörün bazısına ‘terör’ diyebiliyoruz da, bazısına diyemiyoruz?

Sağ, sol, ön, arka, umurumda değil. Herkes kendi kalbini yoklasın, sınayabiliyorsa, kendini sınasın.

Sınavın neticesini de kendisine saklasın.

Savcı Mehmet Selim Kiraz şehit edildiği gün, DHKPC’li katillere terörist diyemeyenler yok muydu?

PKK Ankara’da katliam yaptığı zaman, trafik sıkışıktı, bombalı araç yaklaşamadı, polislerin değil de, daha çok sivillerin ölmesi bu yüzden diye teröriste mazeret arayanlar?

DAEŞ terör yapınca, “Hah, işte bunlar terörist, bunlar kötü ve bunlar sizsiniz” diye avazı çıktığı kadar bağıranlar?

PKK terör yapınca ‘eylem’ diye geçiştirenler?

Ya da, DAEŞ Kobani’yi sıkıştırınca, lisanıyla ifade etmese bile kalbiyle DAEŞ’e meyledenler?

Şimdi, bugün, Halep kan revan içindeyken, çoluk, çocuk, genç ihtiyar, çatır çatır öldürülürken, ‘Halep kurtuluyor’ diyen adi, şerefsiz mahluklar mevcut değil mi?

FETÖ, memleketi ecnebi işgaline açmak için darbeye kalkışınca, Köprü’de, Çengelköy’de, Kazan’da, Gölbaşı’nda, Beştepe’de insanlar öldürülürken, ellerini ovuşturanları görmedik mi?

Bu, ‘içimizdeki kötü’nün kaynayıp kaynayıp taşmasıdır.

Adeta, Cehennem’in kalbimizi yalamasıdır.

‘İçimizdeki iyi’nin, ‘içimizdeki kötü’ye mağlup olmasıdır.

İçimizdeki iyiyi, içimizi işgal eden kötülük zebanilerine teslim etmemizdir.

Bu gördüklerimiz, hudutlarımızın içinde, maalesef, aynı ülkede, aynı şehirde, aynı mahallede beraber yaşadığımız insanlara dair misaller.

Ne yazık ki, dışarıda da vaziyet bir o kadar fena.

Batıda, iyi insanlar vardır.

Fakat, Batı’nın, bilhassa Avrupa’nın ‘şahs-ı manevi’si, tarihi hafızası, maalesef, bizim başımıza gelecek bir felaketten ıstırap duymaya yatkın değildir.

‘Batılı değerler’ deyip albenili ambalajlara sarıp sarmaladığımız kavramlar, hele son zamanlarda, buz gibi soğuk, taş gibi katıdır.

İyi insanlar, merhametli insanlar, elbette insan gibi hissederler, insan gibi davranırlar. Onlara sözüm yok.

Yeni duydum, bir sivil grup, ay sonuna doğru, Berlin’den Halep’e yürüyecekmiş. Hepsi batılı. Öyleleri müstesna.

Ama o tüzel kişiliğin suratı, hele bugünlerde, mahkeme duvarı gibidir.

15 Temmuz’da nasıl, yarım ağızla, kem küm demokrasi memokrasi dediyseler, milletin darbeyi bertaraf etmesini teessüfle izlediyseler, şimdi de, bir gram ‘terör’ lafı etmeden Beşiktaş’taki vahşi katliama dair, sade suya tirit mesajlar yayınlıyorlar.

Bu renksiz, kokusuz lafları söylerken bile, samimiyetsizlik paçalarından akıyor!

İçeride ve dışarıda tezahürlerine şahit olduğumuz bu kötücül ruh, teröre zımnen teşvik sayılmaz mı?

‘Zımnen’ deyişim, biraz nezaketimden, biraz da terör lehine resmi, kaydedilmiş bir beyanları olmadığı için.

Fakat, ABD’nin PYD’yle ittifakı, o kadar ‘zımni’ değil. Bilmiyorlar mı, PYD’yle PKK’nın aynı şey olduğunu?

En az bizim kadar biliyorlar.

Biz de biliyoruz, dün kaybettiğimiz 38 gencimizin ölümünde, terörün failleri kadar, uzaktaki ve yakındaki ‘bedhah’larımızın dahli var.

(Lügat yerine: Bed: Kötü. Hah: İstemek. Bedhah: Kötülük isteyen.)

Yetkililer, failin PKK olduğunu söylüyor.

Her kimse ve her kimden yüz buluyorsa, adları batsın.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum