Şehirlere saplanan hançerler
Acı duymak ruhun fiyakasıdır’ diyor İsmet Özel, güpgüzel ‘Esenlik Bildirisi’ şiirinde.
İsmet Özel’in mısraları, hayatın akışı içinde bu kadar çok dilime geliyorsa, demek ki İsmet Özel büyük şair.
Halbuki, bu mısraı hatırlama vesilem pek şairane değil. Hatta, şiirle kıyaslanınca alelade.
‘TOKİ’yi kötülemek, kafanın fiyakasıdır.’
Öyle garantili bir iş ki TOKİ’ye atıp tutmak, bundan istifade etmeyen, bu konforu tatmayan yok. Hele de entel takımı.
Eskiden, ‘Laz müteahhit’ vardı, günah keçisi.
Laz müteahhit bu memleketin çocuğu. İyisini yap dedin de yapmadı mı?
Devlet ipin ucunu koyuverirse, mevzuatıyla, ciddiyetsizliğiyle, sahayı her türlü estetik felakete müsait hale getirirse, müteahhit ister Laz olsun, ister manav, ister muhacir...
Gördük sonra, devletin ürettiği estetiğin bahsi geçen müteahhitlerden daha ileri olmadığını.
Evsiz insanlarımız var.
Hayat, bir insanı evsiz yaşamaya mecbur edecek kadar zor olmamalı. İnsanın başını sokacak bir eve sahip olması bir ‘ütopya’ olmamalı.
Benim, “Acaba Allah, bana kendi evimde oturmayı nasip eder mi?” diye sorduğum zamanlar olmuştur.
Kiptaş’ın makul taksitlerle ev satması olmasaydı, daha çok kiralarda dolaşırdık.
Kardeşim, Beratçığım da, TOKİ’nin uyguladığı benzer bir yöntem sayesinde başını bir evceğizin içine sokabildi.
Evsizlik bir hak mahrumiyetidir. İnsanların ev sahibi olması için mutlaka bir kolaylık sağlanmalıdır.
Mümkünse, şu anda sağlanandan daha fazlası.
Lütfen, hiç bir ukala, yoksul insanlara sağlanacak imkanlar hakkında ileri geri konuşmasın.
İhtiyaçla estetiği buluşturacak yol bulunmalı.
Nasıl bir yol?
Bir ara, Yeni Şafak’tayken, ekonomi servisine bir haber sipariş ettim.
Dedim ki, haberinizin başlığı ‘TOKİ güzel evler yapsın.’
Devamını da anlattım. “Aynı maliyetle daha güzel evler yapılabilir. Yeter ki bir estetik kaygı olsun. İşten anlayanları konuşturun.”
O günlerde, TOKİ’den bir yönetici arkadaşımla karşılaştım.
Haberden bahsettim.
“Abi” dedi, “Bundan sonra güzel ev yapacağız. Yapma o haberi.”
Mamafih, biz yaptık o haberi.
Ben mimar değilim. Bakınca bir binanın güzel mi çirkin mi olduğunu söyleyebilirim. Ama, yap deseler yapamam.
Çözümü erbabı bulacak.
Öyle bulacak ki, Bursa’da şehrin tam ortasına dikilen TOKİ ucubelerine benzer ucubeler bir daha dikilmeyecek.
Dikilen utanç abideleri de yıkılıp yerine şehri güzelleştirecek eserler yapılsa aliyyülala olur.
Başbakan Davutoğlu’nun İstanbul için yaptığı “Artık bu şehre hançer gibi saplanan eserler yapılmayacak” çıkışı önemliydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, defaatle ‘yatay mimari’ye vurgu yapmıştı.
Demek ki bir ‘devlet iradesi’ var.
Belki bu irade, sağcı solcu hiçbir iktidarın mani olamadığı, Boğaz’daki sınır tanımaz yapılaşmayı da dizginler.
Ben, Demirel iktidarlarından bu tarafa İstanbul’u bilirim. Şu ana kadar, Boğaz’da yapılaşma bir dakika durmadı. Boğazın yeşili daima eksildi.
Belki, bu irade fiiliyata geçerse durur.
Önceki akşam, TOKİ Başkanı Ergün Turan’la karşılaştım. Şu yazıda geçen bütün konuları konuştuk.
Başkan Turan’da bizim kaygılarımızın aynısını gördüm.
Mimarlarımızın büyüğü merhum Turgut Cansever’in çözüm önerilerinden de haberdar, fakir fukaranın evsizlik derdinden de. Hatta İsmet Özel’den de.
Bir orta yolun bulunacağından ümitliyim.
Dediklerim ‘rüşvet-i kelam’ değildir. Benim ne işim olur TOKİ’yle?
Gördünüz, ben de TOKİ aleyhinde atıp tuttum. Yani ‘kafanın fiyakası’ dediğim şeyi ben de yaptım.
Meramım şu: Mutlaka eleştirelim, eleştiri nimettir, fakat eleştirirken insafımız olsun.