Tarihi abur cubur yiyoruz midemiz bozulacak
Celalettin Tunca, Ankara’da ev arkadaşımdı. Gelip geçerken Karacabey civarında buluşuruz. Ben daha çok Kemalpaşa tatlısı satılan mekanlarda buluşmayı tercih ediyorum.
Bir defasında Mustafa Efe’yle de buluşmuştuk.
İkisinin de kulakları çınlasın.
Ankara’da aynı evde oturduğumuz çağlarda, Celalettin bir şey anlatmıştı. Ara sıra nakletmem gerektiği için aklımda kaldı. Şöyle bir şey...
Celalettin, Karacabey’de, kendi köylerinin kahvesinde bir Laz ile bir Kürd’ün sohbetlerine kulak misafiri olmuş.
Laz diyormuş ki... “Lazlarlan Kürtlerun birbirine benzeyen çok taraflari var.”
“Nedir?” demiş Kürt, “Benzeyen taraflar?”
Laz’ın cevabı çok tatlı.
“İkisinun da tarihi kayiptur.”
“Lazlarun da Kürtlerun da tarihi kayiptur.”
Ben öyle tahmin ediyorum, bu cümle, Celalettin’in ‘Laz’ dediği adamın kendi icadı.
Ve elbette, bilimsel bir cümle değil.
Kürtlerle ilgili bir çok tarihi bilgi bulunabilir. Uğraşılırsa Lazlarla ilgili de bulunabilir.
Son senelerde, ‘Laz’ kavmiyle ilgili, İtalyanların Lazio’sundan Sırp Kralı Lazar’a, oradan Yunan mitolojisine sonra taa Afrika içlerine İskandinavya’ya ve Latin Amerika’ya kadar irtibatlar bulan bir makale okudum ki, görseniz, başınız döner.
Şimdi niyetim, Lazların ya da Kürtlerin tarihini irdelemek değil.
Fakat, ‘tarihi kayıp olmak’ enteresan bir laf.
Nesilleri bugüne kadar ulaştığına göre, herkesin, her topluluğun bir tarihi vardır. Ama bir yerde yazılı değilse, bilinmiyorsa, demek ki kayıp!
Bir Türk, bir Arap, bir İngiliz, bir Çinli, bir Hindu, bir İspanyol, bir Fransız, bir Rus, ila ahir... kendi kafa konforunu temin edecek miktarda tarihi malzemeye sahiptir.
Herkes, kendine yontarak, kendi merkezinden bakarak tarih denen nimetten istifade edebilir.
Diyelim, Türkler, Orta Asya’dan, Attila’dan, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan bahsedilmesini severler.
17. yüzyıldan itibaren tatları kaçar.
Arapların tercih ettiği dönem, Asr-ı Saadet’i takip eden asırlardır...
Muhtemelen Ruslar, 18. Yüzyıldan sonraki tarihlerinden memnundurlar.
İngilizler, Fransızlar, fazla gerilere gitmek istemeyebilirler.
Ama İtalyanlar, rahatlıkla, Sezar’a, hatta daha eskilere giderler.
Ama, arada bazı ülkeler, bazı topluluklar vardır. Şu saydığım kavimler kadar dolu dolu bir tarih deposuna sahip değillerdir.
Tatminkar bir tarih birikimi, tarihinin ‘kayıp’ olmasından iyidir.
Kuvvetlice bir tarihi sicilin toplumlara ‘enerji’ verebilir.
Tarihin ‘ilaç’ olduğunu varsayarsak, bu ilaç, ‘plasebo’dan daha etkilidir.
Fakat, bazı attarların geliştirdiği, otlardan, yağlardan yapılan terkiplerin prospektüsünde yazdığı gibi, tek başına tedavi edici değildir. ‘Takviye gıda’ özelliği taşır.
Hele hele, uzun atalet asırlarından sonra, tembellik toplumun genlerine işlemişse, iyi bir tarih, sadece gaz yapar.
Tarihten, ‘gaz yapmak’ için de yararlanabilirsiniz, iyi bir ‘istikbal’ inşa etmek için de.
Birden gözümün önüne, ellerinde birer bisiklet pompası, bisiklet tekeri şişirmeye uğraşan kravatlı, gözlüklü, kadın, erkek tarih meraklıları geldi. Özellikle ‘tarih meraklıları’ dedim. Çünkü, ‘tarihçi’ başka bir şeydir, ‘tarih meraklısı’ başka bir şeydir.
Tarihi, şişirmekte ve şişinmekte mi kullanacaksınız yoksa sağlıklı bir gelecek inşası için çıkış noktası mı yapmak istiyorsunuz?
Cemiyet olarak, idare olarak, hangisine talipsiniz?
Ahlak’a mı? Çalışma disiplinine mi? (Malum, tarih kitaplarında tatlı tatlı anlatılan zaferler yaygarayla, kuru gürültüyle kazanılamıyor.)
Dürüstlüğe mi talipsiniz? Bilgiye mi?
Adalete mi, merhamete mi?
Yoksa hamasete mi, gününüzü gün etmeye mi?
Tarihi ‘afyon’ gibi kullanıp insanları uyutmaya mı?
Bizim tarihimiz belli bir dozda verildiğinde insanları uyutabilir.
Belli bir dozda ise... gazoz gibi, şişkinlik yapar.
Doğru dozda ve doğru bir şekilde verilirse sağlığa yararlıdır.
Biz şu anda tarihi abur cubur yiyoruz.
Mide fesadına uğrayacağız.