Şu tarihselcilik meselesi...
Bu sıralar ‘tarihselcilik’ tartışmalarına daha sık rastlıyorum.
Felsefi tarihselcilik tartışması değil rastladığım. Popper’ın adı hiç geçmiyor tartışmalarda. Ne de Hegel’in, Marx’ın, Schlegel’in...
Daha çok ‘müslümanlar’ arasında geçiyor tartışma. Konusu da, dini anlamak, Kur’an-ı Kerim’i, Hadis-i Şerifleri anlamak, yorumlamak. Onlardan, eğer gerekiyorsa bir hüküm çıkarmak.
Benim şimdiye kadar okuduklarımdan anladığım şöyle bir şey dünyada hala tedavülde olan tarihselcilik:
Zaman ve mekana, tarihsel döneme, coğrafyaya, yerel kültüre, herhangi bir olayın geçtiği ortama özel bir önem atfediyorsun.
Bir durumu, bir olguyu, bir vakayı izah ederken zaman ve mekanla ilgili verileri esas kabul ediyorsun.
Biraz daha ileri giderek, bu verilerden hareketle bir takım prensipler oluşturuyorsun.
Bu prensiplerle, bugünün nasıl yorumlanması gerektiğini, hatta geleceğin nasıl şekilleneceğini tespit ediyorsun.
Kendi halinde bir vatandaş olarak, bu bakış açısının ürettiği teorileri, geliştirdiği prensipleri, hatta bütünüyle tarihselci metodu kainatı anlamada istifade edebileceğim bir imkan olarak görürüm.
Asla kaldırıp atmam.
Fakat bu metotla iktifa etmem.
Eğer aklım eriyorsa başka bakış açılarına, başka izah şekillerine de müracaat ederim.
Bir ‘felsefe’ olarak, bir dünyayı, olguları yorumlama yöntemi olarak tarihselcilik fazla sorun çıkarmıyor.
***
Sosyologlar, filozoflar, kendi aralarında tartışıyorlar. Orada hayat devam ediyor.
Fakat, sıra dine, Kur’an-ı Kerim’e gelince kıyamet kopuyor.
Vay sen nasıl böyle dersin!
Nasıl böyle düşünürsün!
Sen sapıksın!
Sen kafirsin!
Sen zındıksın! Falansın, filansın...
Bunu hangi yetkiyle yapıyorlar bilmiyorum.
Müslümanlığın, bilhassa Sünni Müslümanlığın, Hristiyanlıktaki ‘Kilise’ye tekabül eden bir müessesesi yok.
‘Var’ diyecekler çıkabilir. Tarihten örnekler de bulunabilir.
Benim bütün tarih okumalarımdan anladığım, o müesseseler ‘dini’ olmaktan çok siyasidir.
‘Tarihten örnekler bulunabilir’ dedim ya tam burada duralım.
Tarihten örnekler bulmak, tarihselciliğin bir çeşididir.
Ben şu yaşıma geldim, işine geldiği zaman tarihselcilik yapmayan, tarihi bir olguyu ortaya attığı görüşe mesnet olarak göstermeyen, işine geldiği zaman tarihi kullanmayan ne imam, ne müezzin, ne vaiz, ne müftü, ne akademisyen ne de siyasetçi gördüm.
Hatta ne de köşe yazarı!
***
Herkes tarihselciliğin hoşuna giden bir tarafından tutmuş.
Fakat adını koymamış.
Ama herkes, faydacı, oportünist anlamda tarihselciliği kullanan herkes, paçalarından tarihselcilik akan herkes, kendi tarihselciliğini bir ‘prensip’e bağlayan sayıları da pek az olan ‘tarihselci ilahiyatçılar’a saldırıyor.
Ne adına?
Ve nasıl öyle tekfirci bir dil kullanıyorsun?
‘Yanlış’ de. Hatta ‘şundan şundan ve şundan dolayı yanlış’ de, ‘doğrusu da şudur’ de.
İnsanlar senin dediklerini beğenirse senin görüşünü tercih etsin.
Mezhepler tarihini siyasi tarihle birlikte okursanız, bir çok ‘tali’ itikat maddesinin siyasi sebeplerle teşekkül ettiğini görürsünüz.
Allah’a, Ahiret’e, Peygamber’e, Kitab’a iman eden insanlar, farklı bakıyor, farklı düşünüyor diye linç edilebilir mi?
Bunca lafı niçin ettim?
Tarihselci miyim?
Hayır, değilim.
Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışırken tarihi şartlara, var ise, ulaşılabiliyorsa sebeb-i nüzule, ayetin nazil olduğu ortamdaki ilk algılanış şekline özel bir önem atfedilmesini -yine bir vatandaş olarak- çok faydalı görüyorum.
Fakat bazı tarihselcilerin yaptığı gibi her defasında tarihsel şartlara istinad edilerek ayetin veya hadisin anlamının sınırlandırılmasını, daha ilmi tabirle ‘tahsis’ edilmesini sınırlandırıcı buluyorum.
İnsanların, Kur’an-ı Kerim’i anlama konusunda özgür olmalarını tercih ediyorum.
Niyet temizse, ‘ihlas’ yani ‘içtenlik’ varsa Cenab-ı Rabbülalemin doğruya ulaştırır.
Zaten asıl sınandığımız şey ‘içtenlik’tir.
Artistlik, bu dünyada revaçtadır ama ahirette işimize yaramaz.