Saraybosna’da ‘monşer’ tükendi
Ben, Saraybosna’ya kaç defa gittiğimi bilmiyorum.
İlk gidişimde Süleyman Gündüz, Gazi Hüsrev Bey Camii’nin avlu duvarının dış tarafındaki çifte çeşmeyi göstermiş, ‘Bu çeşmeden içen Sarayevo’ya bir daha geliyormuş’ demişti.
Tavsiyesi üzerine, içtim çeşmeden.
Ondan sonra, belki on defa belki daha fazla gittim.
Hiç de şikayetim yok. Fırsat olsa, yine giderim.
Zannetmiyorum, çeşmeden su içmeyle alakası olsun. Su içip de bir daha gitmeyen kim bilir kaç kişi var.
Son gidişimde, Yunus Emre Enstitüsü’nün çalışmalarını takip ettik.
Gördüğüm her şey çok güzeldi.
Sadece yapılan işler veya ülkenin tarihi ve tabii zenginliği değil. İnsanlar güzeldi. İnsan olmasa, ne yapayım taşları, ağaçları?
Yazmam gerekeni, geçen Pazar yazdım.
Yazarken, galiba bir eksiğim oldu.
Yazımın başında bir monşer edebiyatı yaptım.
Hariciyedeki ‘monşer’ tipolojisini dilim döndüğünce tasvire çalıştım.
Sonunda, “Monşer bu kadar yoğun çalışmaya gelemez. Sessizce sıvışır” dedim, yazıyı bitirdim.
Tabii ki, ‘monşer’ üzerinde çok tepinilen bir kavram.
En son, Ekmeleddin İhsanoğlu muhalefet partileri tarafından Cumhurbaşkanı adayı yapılınca, ‘monşer’ ithamlarına maruz kalmıştı.
Eh tabii, Erdoğan gibi bir siyaset kurdunun karşısına İhsanoğlu gibi bir tatlısu bürokratını koyarsanız ne olmasını beklersiniz?
Erdoğan, çerçeveledi, mazinin duvarına astı İhsanoğlu’nu.
Allah’tan, Devlet Bey aday gösterdi de, MHP’den milletvekili oldu.
İhsanoğlu, belki monşer değildir. Ya da en azından ‘tipik’ bir monşer değildir. Fakat, Erdoğan gibi dur durak bilmez, 7 gün 24 saat çalışma kapasitesine sahip, feleğin çemberinden geçmiş bir siyasetçinin karşısında, ancak bir monşer performansı sergileyebilirdi.
Neyse, sonuçta, bir ‘monşer hassasiyeti’ oluştu memleketimizde.
Aslında, çok kötü bir ‘tip’ değildir monşer.
Cemiyetin, ona yakın bir sınıfındansanız, oturur çok tatlı sohbetler eder, hoş vakitler geçirebilirsiniz.
Fakat, dediğim gibi, sıkıya gelmez.
Neyse, ben, Pazar günkü yazımdan memnundum. Fakat, yazıma gelen yorumlardan biri beni tereddüde sevk etti.
Diyor ki okurumuz:
“Bu faaliyetler Büyükelçiliklerin desteği olmadan mı yapılıyor zannediyorsunuz? Klavyenin başında oturup ahkam kesmek çok kolay!”
Eyvah!
Demek böyle anlaşılabiliyor.
Sonra düşündüm.
Yunus Emre’nin Bosna-Hersek’teki faaliyetlerine tanık olanlar, benim yazımı doğru anlarlar.
Çünkü, bu çalışmaların olduğu hemen her yerde Saraybosna Büyükelçimiz Cihad Erginay hazır ve nazırdı.
Türkçe’nin Bosna-Hersek’teki okullarda seçmeli ders yapılması için gerekli tüm diplomatik süreçlerde Cihad Bey aktifti.
Ama tanık olmayanların, büyükelçilere laf dokundurduğumu düşünmesi mümkündür.
O halde tashih etmem lazım.
Vicdanı olan bir kimse, Cihad Bey’e ‘monşer’ imasında bulunamaz.
Zira, Türkiye’nin ve Bosna Hersek’in faydasına olacak her işte Cihad Bey’in desteği ve katkısı var.
Bunu nereden biliyorum?
Evvela gözümle gördüklerimden.
Sonra Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş Bey’in ve sahadaki bir çok arkadaşın anlatmalarından.
Boşnakların bana aktardıkları olumlu kanaatlerden.
Nihayet, Cihad Bey’le konuşmalarımdan.
Yorumu yapan okurumuzun kimliği hakkında bilgim yok. Fakat, bir kişi ‘hariciye’yi küçümsediğimi düşünmüşse, başkaları da aynı hisse kapılmış olabilir.
Hayır. Monşer edebiyatı yaparken, böyle bir şeyi murad etmedim.
Monşerlerin zoru gördükçe ‘sıvıştıklarını’ böylece hariciyede monşerlerin azaldığını ima etmek istedim.
Demek ki iyi ima edememişim.
İşte düzelttim.