Paralel darbeci düz darbeci
Mesih. Ya da Mehdi. Gelir mi? Gelecek mi?
Eski kitaplarda buna dair bahisler var. Bunlarla ilgili hadisler de rivayet ediliyor.
Esaslı bir ‘itikadi’ umde olarak tarif edilmiyor, ama ‘gelecek’ diyorlar.
Bazıları çok kesin, bazıları ‘ümitvar’ bir lisanla söylüyor.
Bazıları da, geleneğin bu alakasına itiraz etmiyor, bir tefsir ve te’vil ile ‘Mehdi’ meselesini kimsenin itiraz edemeyeceği bir şekle sokuyor.
‘Mehdi, hidayete erdiren demektir. Bu açıdan bakıldığında, her Müslüman mehdidir’ gibi bir izah bu.
Benzer inanışlar, Hristiyanlık’ta ve Musevilik’te de var.
Bizde en meşhur ‘Mesih’ iddiacısı, şu ‘Sabetayistler’in büyüğü Sabetay Sevi’dir (Şabbetay Zwi) bilirsiniz.
Sonradan ihtida etti ve idamdan kurtuldu.
Kimse inanmadı ihtida ettiğine. Herkes, onun ve taraftarlarının gizli din tuttuğunu düşündü.
Osmanlı’nın son zamanlarında ve Cumhuriyet’in kuruluşunu takiben, memleketteki bütün kötü işlerin onların başının altından çıktığına dair bir kanaat vardı.
İnsanların ümitsiz olduğu zamanlarda mevzu daha ciddi bir üslupla ve daha büyük bir iştiyakla konuşuluyor, tartışılıyor.
Buna hem kendi hayatımızda tanık olduk, hem de tarihe böyle gördük.
70’li yıllarda, bizim aramızda, ‘yakında Hicri 1400 gelecek, her şey düzelecek’ diyenler az değildi.
Kendi hocasında, cemaat veya tarikat büyüğünde böyle işaretler görenlere de çok sık rastlanıyordu.
Dışarıdan bakmıyorum hadiseye. Biziz işte bunların hepsi. Küçümsemiyorum da.
Bu inanışların, yükümlülüklerimizi değiştirmediğini, kimsenin vazifesini eksiltmediğini, arttırmadığını düşünüyorum.
Bugünlerde, başka bir ‘itikat’ çıktı.
‘Darbe.’
28 Şubat’ın kasvetli günlerinde ne diyorduk biz?
‘Bu da geçer Ya Hu.’
Geçenlerde Remzi Kitabevi’nde birbirine yakın sergilenen iki kitap gördüm.
Kitabın birinin adı ‘Bu da geçer Ya Hu.’ Öteki, ‘Bu da geçecek.’
İçeriklerinin konuyla alakası yok. Fakat, kitapları görünce bizim ‘Bu da geçer Ya Hu’ günlerimizi hatırladım.
Ve dedim ki, “Herhalde, şu alemde ‘bu da geçer ya hu’ diyenler eksilmeyecek.”
Temennimi söyleyeyim. İnşallah eksilir.
İşte, şu günlerin ‘bu da geçer ya hu’ diyenleri, ya doğrudan telaffuz ediyorlar ‘Darbe’yi, ya da... Bahsini işitince tebessüm etmekten kendilerini alamıyorlar.
Affedersiniz, ayıya ‘bal yer misin’ demişler de ‘gülesim geliyor’ demiş... O misal!
Kimisi bu lafları neredeyse dini bir lisan kullanarak söylüyor. Gaipten gelmiş, lahuti bir sır, ilahi haber gibi.
Bilhassa Paraleller.
Bunu daha önce de yapmışlardı. Kaç senedir kesin bir itikatla fısıldadıkları, fısıldamak ne kelime hoparlörden ilan ettikleri bütün kehanetler, bütün turplar yalan çıkmış olmasına rağmen heyecanlarını muhafaza ediyorlar.
Kimisi de klasik, düz darbeci. Dini bir lisan kullanmıyor, tamamen dindışı bir lisanla, darbenin farz veya vacip olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Bir üçüncü tür, ne paralel, ne düz. Belki biraz çapraz.
Hikayeyi kendisi işin içinde değilmiş gibi anlatıyor. ‘Birisi darbe yaparsa yeterince sebep var’ demeye getiriyor. Böylece, darbeye gerekçe üretmeye çalışıyor.
‘Godot’yu Beklerken’... Samuel
Beckett’in harika oyunu.
Beklersin, beklersin, beklersin, bir şey gelmez. Ama, Vladimir’le Estragon, umarsızca beklerler.
Umarsızca? Seyircinin hissiyatı. Halbuki, kahramanlarımız çok umutlu.
Bir fark var.
Bizim darbecilerin söylemleri, Beckett’in Vladimir’le Estragon’a söylettiklerinden daha kalitesiz.
Bu kadar yazdım ama kısaca şöyle diyebilirdim:
Tuttukları yol yol değil.