Öyle memleket, mümkünse, ben de isterim
Şiir fevkalade midir? Mucize veya keramet gibi?
Biraz öyledir, teşbihte hata olmasın.
Kelime lügatteki halinden çıkıp bir başka anlam seviyesine yükselir şiirde.
Şair, bir medyum gibi aradadır.
Sanki, gökteki ‘anlam’ı yerdeki ‘kelime’ye ‘ilkah’ eder.
Gökteki ‘anlam’la yerdeki ‘kelime’yi döller... De diyebilirim. Aynı şey.
Şiiri böyle tarif etmek güzel de... Bu tarif, her şiire ve her şaire aynı nispette yakışmıyor.
Bazen, kelime, kendisi yükselmiyor, sizi de yükseldiği yere götürüyor.
Bazı şiirlere de bakıyorsunuz, eğer şiir olduğunu hesaba katmadan okursanız, düz, laf gibi...
Öyleyse, şiirin içinde mertebeler olduğunu düşünmekte sakınca yok.
Bu ‘mertebe’ lafını, hani Ölü Ozanlar Derneği filminde şiirin konusuyla formunu bir diyagramda göstererek şiirin kalitesini ölçen bir kitap vardı. Öğretmen Walt Whitman... (Filmdeki öğretmen bizden.) Kitabın o sayfasını yırttırmıştı çocuklara.
***
Bahsettiğim mertebeler o filmdeki gibi konuların kallaviliğine göre değil.
Belki letafetine göre...
Peki, şirin hepsi fevkalade midir?
‘Fevk’ Arapçada ‘üst’ demek. Adet ise bildiğiniz adet, olağanlığı anlatıyor. (‘A’ harfi uzatılarak okunuyor.)
Bu soruya, ‘mertebe’yi çağrıştıran bir karşılık vermem gerekiyor.
Evet, bazısı olağan olanın az üstünde, bazısı olağan olanın çok üstünde...
Ama hepsi üstünde.
Bugün elimin altında Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş kitabı var.
Can Yayınları Tarancı’nın bütün şiirlerini bu kitapta toplamış.
Benim hatırladığım ve ilk okuduğum Varlık’tan çıkandı.
Bugün, yeniden okurken, Tarancı’nın şiirinde gördüğüm kolaylık, bu şiirin çoğunun ‘olağan’ın biraz üstünde olduğunu düşünmeme sebep oldu.
Hepsinin değil, çoğunun.
Zamanının şairi, Cahit Sıtkı.
İçine doğduğu alemle esaslı bir çatışması yok. Ne de bir kavgası.
‘Verili’ olanla barışık. Neredeyse apolitik.
Ama insan. Hüzünleri, kaygıları, coşkuları, heyecanları var.
Kendisi de, şiirleri de, hayatın içinde.
Ben, bu şiiri de seviyorum.
Sizce de güzel değil mi? Bakın:
“Alemde ister kış, isterse bahar,
İster bir yaz, ister bir güz olsaydı!
Yeter ki riyasız bir yüz olsaydı!”
Hepimiz, herhalde ilk önce ‘Kur’a’ şiirini okumuşuzdur. İlkokul müfredatında “Ağacı kıskanırım yemiş yüklü dalı var” diye başlayan son bölümü vardı.
Sonra, aklımız daha çok ermeye başladığında Otuz Beş Yaş’ı okuduk.
Tarancı’nın hayatının şiiridir Otuz Beş Yaş.
Sadece şiirin güzelliğinden değil.
Yazdıktan on üç sene sonra ölmesi, derinleştiriyor şiiri.
Demek ki, bilmiyoruz, yolun yarısı neresi, sonu neresi.
Daldan dala konmuş Cahit Sıtkı, ama ne hayatında ne de şiirinde uzaklaşabilmiş ölümün cazibesinden.
Galiba, Cahit Sıtkı, en çok ‘ölüm’de şair. İşte, gördüğü hakikat.
“Ey her gün gölgesini omzumda duyduğum el,
-Gölgesi kendisinden bin kere beter ölüm-“
Bir başka yerde:
“Yalnızlık dediğin hayatta başlar
Kabir boyunca devam etmek için.”
***
Şunu da Şevket Rado’ya ithaf etmiş:
“Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam,
Ben ölecek adam değilim.”
Ümitli bir şiir. ‘Memleket İsterim’ diyor.
Eğer mümkünse, öyle memleket ben de isterim.
“Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun
Kış günü herkesin evi barkı olsun.”
Şu meşhur ‘ezmanın tagayyürü’ne bakarak, ‘Kaç tane olsun?’ diye sorası geliyor insanın.
Burada bile ölüm...
“Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun
Olursa bir şikayet ölümden olsun.”
Cahit Sıtkı şiirinin, Ziya Osman Saba ile uzaktan, Orhan Veli ile yakından akraba olduğunu düşünüyorum.
Kendi çağının tanığı olarak da, kıymetli bir belge.
Doğrusu bugün, şiirde ısrar etmek, 28 Şubat, Trump’ın Suriye harekatı gibi -tam sürahiyle şelale yapma örneği- güncel meselelere girmemek için direndim.
Direndim ve başardım.